29 Şubat 2012 Çarşamba

Tuttu mu Tutuyor...İstemeyince de Gitmiyor...



"Kafam bedenime ağır tam 5 gündür. İçi ise sanki eriyik vaziyette...Ne tarafa doğru eğilsem, nereye koysam oraya doğru akıyor. Oturtmuyor, yatırmıyor, uyutmuyor...Ama uyanık da tutmuyor. Gözlerimin üzerine çöreklenen ağrı ve ağırlık kilolarca...ama ensemdeki ağrı ve ağırlık tonlarca. O zonklamaların nedeninin tepemde tepişen fillerin ayaklarıyla beni ezim ezim ezmesinden mi, yoksa deve kervanlarının kafamın değişik yerlerinde gezinip durmasından mı olduğunu bilemedim..."

Bu cümleleri şurada yazmıştım...aha burada da tekrar yazıyorum...Zaman zaman şiddeti bir azalıp bir artsa da durum aynı durum...Tamam biliyorum sevilen biriyim...Bu tip ağrılar da sevgi göstergesi olarak geliyor ve benden gitmiyor...Ama bu yoğun sevgi kafama da, beynime de ağır geliyor...

Ne demişti Kanuni Sultan Süleyman: "Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi...Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..."

Bugün de "Muhteşem Yüzyıl" dizisi vardı değil mi?

24 Şubat 2012 Cuma

Vakti Geldi...Yaşamanın...





Gecenin tam alnındayım,
Uykusuzluğumu temizledim.
Biliyorum sabahlara ulaşacak mısralarım...
En çok hoşuma giden de ne biliyor musunuz?
Sabahın beşinde
Çaykaşığının sesiyle geceyi uyutmak,
ve sabahı yine aynı sesle uyandırmak...
Kuşluk vaktinden sonra
Buram buram dağ kokan
Çığlık çığlığa serçelerin sesiyle
Güneşi avuçlamak...


Levent ÖZCAN (burada)

22 Şubat 2012 Çarşamba

Otların Gücü Adına...

Değişik değişik bitki çayları içeyim...Hepsinden harmanlayıp bir karışım yapayım...Hatta tatlandırmak için içine çubuk tarçınından limonuna, karanfilinden gülüne kadar her birşeyi koyayım...Hani faydası olmasa bile zararı da olmaz...Ot ne de olsa...


Demek isterdim...Ama yok öyle bende bitkilerin çayına karşı bir içme isteği...Ama dün Seçil'le (blog aleminde nam-ı diğer Cecil) konuştuğumuz konulara istinaden onun "iki fincan adaçayı iç, bak iyi gelecektir" demesiyle haydi  bir deneme yapayım dedim...ve yaptım da...

Siyah çayı bile çok sevmeyen, kahvaltı için en bol şekerlisinden sadece bir fincan içen ben, adaçayını öyle zorlayarak içtim ki sonuç ferahlatıp rahatlık vermesinden ziyade mide bulantısı oldu :)

Eskiden evimiz sobalıyken ve tabi ben minnak bir çocukken annem ıhlamur kaynatırdı o gürül gürül yanan sobanın üzerinde...O zamanlar mis gibi gelirdi kokusu...Rengi de kırmızı/turuncu birşey olurdu...Başka başka birşeylerle karıştırmayı belki de bilmediğimizden limonlu içerdik hep...Sürekli kaynayan ve eksildikçe üzerine az biraz su eklenerek tekrar çoğaltılan bu ıhlamur çayının demlenmesiyle ilgili şimdilerde öğreniyoruz ki hata yapmışız...Hani bekletip bekletip içtiğimizde faydası olmuyormuş ya...

Tamam kabul ama hiç olmazsa o zamanlar herşeyin doğalını yiyor ve içiyorduk...Peki şimdilerin o poşetlerde satılan ve insanların neredeyse hücum ettiği, sıcak suya iki bandırılıp bir dönderilerek demlenen bitki çaylarına ne demeli...Acaba ne kadar faydalı ki bunlar?

Sinirlenip bu konuyla ilgili veryansın etmeyeceğim...Zira ilgi alanına giren herkes eminim çok bilgi sahibidir bu bitkiler ve çayları hakkında...Seçilcim bak adaçayı etkisini gösterdi galiba :)

Ama ben yine de adaçayının birkaç faydasını yazmadan yazımı bitirmeyeyim dedim...

* Mide ve bağırsak gazlarını giderip bulantıyı keser.
   (bende ters etki yaptı ama olsun :) )
* Kan dolaşımının düzenli çalışmasını sağlar.
* Depresif haller ve buna bağlı sinirsel titremelerde kullanılır.
* Sinirsel yorgunluklara iyi gelir. 
* Soğuk algınlıklarında fayda sağlar.
* Çayıyla gargara yapılırsa ağız, dişeti ve dildeki şikayetlerle boğaz ve
   bademcik enfeksiyonlarına karşı etkilidir.


Bakın şimdi de kafama ne takıldı...Elma çayı, kuşburnu çayı, papatya çayı, nane çayı vs...Bunlar böyle söyleniyor da acaba adaçayı bitkisinin çayına da "adaçayı çayı" mı denmeli :)))

Tamam tamam sustum...Afiyet şeker ve tabi ki şifa olsun herkese...

20 Şubat 2012 Pazartesi

Biri Çocuk Aklı mı Dedi ?


Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu...Çocuk babasına 1 saatte ne kadar para kazandığını sordu...

Zaten yorgun gelen adam, çocuğuna çıkışarak "bu senin işin değil" diye cevap verdi...Bunun üzerine çocuk ısrarla "babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi...Adam da "illa bilmek istiyorsan, 20 Lira" dedi...Bunu duyan çocuk babasından 10 Lira borç para istedi...Babası o kadar sinirlenmişti ki "benim senin saçma oyuncaklarına ve benzeri şeylerine ayıracak param yok...Derhal odana git ve kapını kapat, gözüm görmesin seni" dedi...

Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı...Siniri bir türlü yatışmayan adam "bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?" diye düşündü...Belki de gerçekten lazımdı...

Yukarıya, çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...Yatağında olan çocuğa "uyuyor musun?" diye sordu...Çocuk "hayır" diye cevap verdi...Adam daha sakindi ve "al bakalım, istediğin 10 Lira...Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm...Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi...

Parayı alan çocuk sevinçle haykırdı: "Teşekkürler babacığım..."

Hemen yastığının altından diğer buruşmuş paraları çıkardı...Adamın suratına baktı, yavaşça paraları saydı...Bunu gören adam iyice sinirlenerek "paran olduğu halde neden para istiyorsun? Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye yeniden kızdı...

Çocuk "param vardı, ama yeterince yoktu" dedi ve yüzünde mahçup bir gülücükle paraları babasına uzattı...Adam şaşırarak bakıyordu ki çocuk "işte 20 Lira...Şimdi 1 saatini alabilir miyim babacım?" dedi!!!

**********

Küçük çocuğu olan, onun hatırı için çocuklaşsın...
Hz.MUHAMMED (s.a.v)

16 Şubat 2012 Perşembe

Kısa Kısa...Bizim Gündemimizden...


*/* Yürümeye başladığı günden beri Yağız Kartal hiçbir şekilde yerinde durmuyor...Kış akşamlarımızın en güzel hareketliliği de o oluyor bu durumda...Ama canı nasıl isterse öyle davranıyor...Kollarını kuş kanadı gibi açarak, ayaklarının ucunda yürüyüşünü sürekli görmek istediğimizden, yürümesi için ısrar ettiğimizde yerinden kalkmıyor ve tekrar emeklemeye başlıyor :)

*/* Yiğit Kartal için söylenecek çok şey var...Bir kere kıskançlığı içten içe devam ediyor...Hiçbir şekilde annesi ile kardeşini (onun söyleyişiyle bebeyi) yalnız bırakmıyor...O kadar ki beni gördüğünde aklına gelen tek şey sokak, park, bahçe gezmeleriyken, son zamanlarda kesinlikle evden çıkmıyor...Daha doğrusu çıkartılamıyor...Ya hep beraber ya da hiç diyor :)

*/* Hatta Yiğit Kartal'la aramız artık hiç iyi değil...Beni her gördüğünde kaşlarını öyle bir doluyor ki yanına da yaklaştırmıyor...Sürekli bana kızar ve ne dersem, ne yaparsam yapayım bağırır vaziyette...Hele Yağız Kartal'a yaklaştığımda sinirleri iyice zıplıyor ve neredeyse beni evden kovuyor :)

*/* Yaptığım girişimler olumlu sonuçlandı ve güzel yeğenim Pelin, benim çalıştığım kurumun Eskişehir İl Müdürlüğü'nde 14 Şubat tarihinde göreve başladı...Şimdilik sözleşmeli ama bir yerden başlanılması gerekiyor değil mi? Okulunu henüz bitiren bir genç için hemen iş bulması kadar güzel ne olabilir ki...

*/* Annem Eskişehir'den geldiğinden beri komşu gezmelerine devam edip hasret gideriyor...25 senelik ahbaplar birbirlerini çok özlemişler...Gerçi bu gezmeleri hiç boş geçmiyor...Ya toplaşıp yaprak sarıyorlar, ya mantı açıyorlar...Onların birbirleriyle şakalaşmaları o kadar güzel ki...Zannedersin hepsi 18'lik taze :)

*/* Günlük yaşantı bende ise tüm rutinliğiyle devam ediyor...Sabah kalkıp işe gelmek halâ zor geliyor...ve ben halâ evde olmak istiyorum türküsünü çığırmaya devam ediyorum...Sanırım uzun süre de listebaşı olarak devam edecek bu türkü :)

Yani demem o ki; iyiyiz, hoşuz...Keyifler de alâ bin şükür...Sağlık yerinde olsun da gerisi rutin olsun...

Bu arada anneme dün akşam "anne inekler dişidir değil mi?" dedim.
Annem de "tabi, erkeğine boğa derler ya kızım bilmiyor musun?" dedi.
Ben de "tamam biliyorum da, süt vereni inek yani değil mi?" dedim.
O da "evet" dedi.

Madem öyleyse süt ve süt ürünleri reklamlarında kullanılan, renkten renge, şekilden şekile sokulan inekler neden hep erkek sesiyle konuşturulur ki...Bu sorunun cevabını bilen var mı?

Tamam haklısınız...Konuşulup üzerinde düşünülmesi gereken birçok konu var biliyorum...Ama taktı mı takanlardanım işte :)

13 Şubat 2012 Pazartesi

Ben Yaptım...

Diyebilmeyi çok isterdim...Ama nerde bende böyle maharet, yetenek, sabır...Yeğenim İlknur'un elemeği, göznuru sonucu ortaya çıkardığı güzellikler bunlar...



Kısaca "Hapishane İşi" deniliyor bunlara...Çok sabır gerektirdiğinden bu adı almış olabilir diye düşünüyorum...Mesela gördüğünüz beyaz boncuklu modeller için 6 metre boncuğu tek tek dizip, sonra milim milim tığ ile örerek ilerliyorsun...Örme işi bittikten sonra uçlarına ya da aralarına takacağınız aparatlar ve bağlama şekilleri tamamen sizin isteğinize, zevkinize kalmış...Biz, bir iki şekilde yapıp fotoğrafladık...



Evde olduğu hiçbir zamanı boşa geçirmez İlknur...Elinde her daim birşeyler vardır...Burdan da şu anlaşılıyor ki Küçük Teyzesi Aynur'a hiç çekmemiş Allah'tan :)...Hep diyorum zaten böyle yapıp edip, ortaya çıkaracak ne yetenek, ne de sabır yok bende...


Fakat destek ve fikir verme konularına gelince elimden geleni yaparım...Madem bu kadar üretken biri var etrafımda neden kazanca dönüştürmesin ki yaptıklarını diyerek dün akşam epey gaz verdim :)...Şimdi o gazla yeni yeni malzemeler alıp belli bir süre üretime devam edecek, değişik renk, desen ve modeller üretecek ve satış yapmaya başlayacak...

Düşüncemiz ise önce burada bir pasaj oluşturmak ve satışa sunmak...Sonrasında da Ankara'da sık sık Atatürk Kültür Merkezi'nde açılan hediyelik eşya fuarlarında görücüye çıkarmak...ve daha nereler olursa...Tabi bu arada aldığı siparişlere de devam edecek...

Giyilen her kıyafete ayrı bir hava veriyor ve boyunda o kadar güzel duruyor ki tüm hanımların ilgisini çekeceğini düşünüyorum...En önemli konuyu hemen belirtmek isterim; fiyatı bizde gayet makul...

Sipariş vermek isteyen arkadaşlarımın, istedikleri boncuk rengini belirterek aaynur.aaynur@gmail.com adresinden mail yoluyla bana ulaşmalarını rica ediyorum...

10 Şubat 2012 Cuma

Blog Etkinliği için Değil...

 Ama bizim evde de sürekli bir etkinlik var...Çoğu evde olduğu gibi :)



Yaz aylarında başlayan etkinliğimiz her sene düzenli olarak yapılmasına rağmen bende bir sıkıntı oluşturur niyeyse :) Evet anlaşıldığı üzere kış hazırlıkları içerisinde yapılan sebzelerin kurutma işleminden bahsediyorum...Bunların içinde en sevdiğim de biber ve patlıcan tabi ki...

Ben bu konuda öyle böyle açgözlü değilim :) Annem "kızım yeter artık, ordu mu doyurcan" dedikçe ben "olsun anne olsun...Bak kış ortasında biterse o zaman ben de senin başının etini yerim..." derim...Ama her yıl bu böyle :)

Ispanak, pırasa, karnabahar gibi kış sebzeleri tamam da neredeyse kışın sadece bunu yiyerek besleniyorum diyebilirim...Hazırlanması ise çoğumuzun bildiği gibi çok pratik...

İstediğin miktarda biber ve patlıcan kurularını alıyorsun...Bir tencereye biraz su koyup yumuşayıncaya kadar haşlıyorsun...Sonra yıkayıp süzüyor, bir tavada bir miktar yağ ve bir miktar salça ile şöyle bir çeviriyorsun...Üzerine ise olmazsa olmaz sarımsaklı yoğurt döküyorsun...İşte bu kadar...Sabah, öğle, akşam...İlaç niyetine istediğin her öğün yiyorsun...Gerçi ben sarımsak olması nedeniyle sadece haftasonları mideye indiriyorum :)

Ayrıca çatal falan kullanmaya da gerek yok...Bir lokma ekmeği alıp, ellerinle bandıra bandıra yiyeceksin...Yani ben öyle yapıyorum...Ha bu arada bizim eve tatlı biber girmez söyleyim...Dikkat! Yakar :)

9 Şubat 2012 Perşembe

Meteoroloji Değil, Ben Bildiriyorum...


Ankara'da sabah saatlerinde hafif serpiştirerek başlayan kar yağışı, öğlen tipi şekline dönüşüp tüm gün boyunca aralıksız devam etmiş bulunmakta...Ağıza buruna dolacak ve gözleri açtırmayacak şekilde halen devam eden kar yağışı, tam mesai saati bitimine doğru iyice arttığından, son durum evlerimize doğru tabanlara kuvvet bir yolculuk yapacağımızı göstermekte...

Şıkıdım şıkıdım yürümek için yüksek topuklu çizmelerini giyme gafletinde bulunan aklı evvel Aynur ise şimdiden ne yapacağını düşünmekte :)


Sabah havada hafif bir perende atarak sol tarafımın üzerine sert bir düşüş yapmış olmam bile, iki adım mesafeyi geri gidip kar lastiklerimi giymemi sağlamadı...O kadarım yani...Daha ne diyeyim :)

8 Şubat 2012 Çarşamba

Her Telden...Her Daldan...

Yine ve yeni bir mim dolaşıyor ortalıkta...Galiba hepimize uğramışlığı da var her mimin...Konusu ise tam da başlıkta belirttiğim gibi...

Bu defa beni bu zincire dahil edenler ise Laliberteye ve Dayatmalarda Kayboluş bloglarının sahibi arkadaşlarım...Yazılarını, konularını, anlatımlarını o kadar beğeniyor ve ilgiyle takip ediyorum ki kayıtsız kalmak gibi bir durum sözkonusu değil açıkçası...Zaten mim cevaplamayı da seviyorum ben :)


Buyrun hep birlikte bir gözatalım bakalım neler sorulmuş...ve tarafımdan ne cevaplar verilmiş :)

1-Çok anlamlı bulduğun söz hangisidir?
Tek bir sözle sınırlandırılması doğru değil diye düşünüyorum...Herhangi bir konu, durum ya da olayla ilgili söylenilen her söz anlamlı olmalı ve yerini bulmalıdır bence...Ama illaki bir tane söylenilecekse, konuşmalarımda ya da burada yazdığım yazılarda "İnşaAllah" (Allah'ın izniyle/Allah isterse) dilimden hiç düşürmediğim bir kelamdır...

2-Nefret ettiğin birşeyi söyleyebilir misin?
Bu kelimeyi hemen hemen hiç kullanmam...Ama illet olduğum şeyler o kadar çok ki...İkisi aynı anlama gelir mi bilemiyorum ama yaşadığımız dünya ve insanlarla ilgili birçok şeyi sayabilir, net olarak ise "başkalarının mutsuzluğu ile mutlu olanlar"ı söyleyebilirim...

3-En sevdiğin içecek hangisidir?
Tüm canlılar için hayati önem taşıyan "su" tabi ki...Her ne kadar içme özürlü olsam da :) (bknz.)...Önceden her içme denememde bana çamur yiyormuşum hissini veren Türk kahvesi de son 5-6 senedir sevdiğim içecekler listesine iki numaradan girmiş bulunuyor...Hele de dostlarla yapılan sohbet eşliğinde yudumlanıyorsa...

4-En çok hangi iltifatı duymaktan hoşlanırsın?
Kişi kendisi için söylenilen her güzel sözden hoşlanır sanırım...Beğenilmek ve bu beğeninin birileri tarafından dile getirilmesi biz insanoğlu için herzaman önemli galiba..."Marifet iltifata tabidir, iltifata tabi olmayan marifet zayidir" sözünü duymuşsunuzdur...İşte benim iltifatlara boğulacak marifetlerim söylendiği zaman nedense utanır, karşılığında söyleyecek söz bulamam :)

5-Makyajında olmazsa olmazın nedir?
Öyle beni ben olmaktan çıkaracak, yeniden kaş, göz çizip de aynaya bakarken yabancı birine bakıyormuş hissini verecek şekilde makyaj yapmam...Zaten beceremem de...Ama hergün giydiğim kıyafete uygun bir far ve olmayan kirpiklerimi varmış gibi gösterecek bir rimel muhakkak sürerim :)

6-Uyguladığın güzellik tüyosu var mı? Varsa nedir?
Yazım ve anlam hatası yapmayayım diye genelde böyle yabancı kelimelerin anlamlarına bakarım hemen...Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünden..."Tüyo" için "gizli bilgi" diyor kısaca...Böyle bir konuda bilgi verecek birikime hiç sahip değilim...Söyleyeceğim tek şey haftada iki ya da üç kez "elma sirkesi"yle dakikalarca yüzümü sildiğimdir...Bilgi olduğu kesin, ama gizliliği tartışılır değil mi :)

7-Şu an en çok almak istediğin bir kozmetik ürünü var mı? Varsa nedir?
Kısaca yok...Hiç de olmadı...Zaten olsa pahalı falan dinlemem, paraya kıyar, hemen gider alırım...

8-Görünüş olarak kendine yakın bulduğun bir ünlü var mı?
Yıllar önce Başbakanlık'ta görevliyken adı Emine olan, ama herkese Mine dedirten mavi gözlü bir oda arkadaşım vardı...Gün içerisinde aklına estikçe "Aynur baksana gözlerime...Fatma GİRİK'e benziyor mu sence? Benziyor ama, benziyor değil mi? diye sorardı :)...Birgün dayanamayıp "Sen ne esirikli bir kadınsın...Benzesen ne olacak, benzemesen ne olacak...Yeter ama aaaa..." demiştim...O da herkese "Aynur beni kıskanıyor" diye söylemişti :))...Bu arada profil resmi bizzat, şahsen kendime ait...Siz birine mi benzettiniz :)

9-Herkesin beğendiği, ama senin sevemediğin bir ürün var mı?
Bu sorunun cevabı olur mu bilmiyorum ama, teferruatlı hiçbir ürünü sevmiyorum ben ya da almıyorum diyeyim...Mesela cep telefonu alırken tek isteğim alo diyebilmek...Bulaşık makinasının program sayısının çok olması beni hiç bağlamıyor...ya da buzdolabımın buzmatik özelliği olmasa da olur gibi...

10-Favori kitabın hangisidir?
Onlarca yazarın yazdığı yüzlerce kitap arasından bir favori belirlemek pek mümkün değil sanırım...Zaten ben tek yanıt beklenilen böyle keskin hatlı sorulardan hoşlanmıyorum...Hem de yelpazesi bu kadar geniş olan bir konu hakkında...Ama tür olarak sorulsaydı özellikle yaşanmışlıkları anlatan kitapları ve tarihsel romanları, yazar olarak sorulsaydı Hıfzı TOPUZ'u  söylerdim...

Bu mimle alakalı olarak doğru tespit yapmış mıyım acaba? Sizce de aynen başlıktaki gibi değil mi? 

6 Şubat 2012 Pazartesi

ÖZden CAN Dizeler...

Haykırmaktansa kelimeleri,
Sıvası dökülmüş duvarlara...
Tut badem çiçeği elime bir dem vur,
Güzelliğinle elim bahar bahar şiir yazsın...

Levent ÖZCAN   (burada)

3 Şubat 2012 Cuma

Dedim ki...


Bu haftasonu bir koşu gidip annemi alıp geleyim artık Eskişehir'den...halâ orda, ablamın yanında...Pelin de halâ burda benim yanımda...Onu götürüp annemi getircem...e gelsin artık 3 ay oldu. Döşeği de epey kalınlaştırdı zaten...Neredeyse oralı olacak :)

Hani benim yardımcım Sevgili Yasemin vardı...Yine var ama benim yardımcım değil artık :( Güya geçici olarak vermiştik şu an çalıştığı yere ama kalıcı oldu...ve biliyorum ki geleceği de yok artık...O gideli de 4 ay gibi bir süre geçti...Onun döşek de orada kalınlaştı ve belli ki o artık oralı oldu...

İşte Yasemin gittiğinden beri tek çalışıyorum ve bundan mütevellit izin alamıyorum...Bu da beni özellikle şu soğuk ve karlı kış günlerinde epey zorluyor...Kimselere güvenmeyip odamı ve onu bırakıp gitmemi istemeyen büyük patron geçici çözümleri de kabul etmeyince mecburen geliyorum işe...tıpış tıpış hem de :) ve hergün, ama hergün izne ayrılmak istiyorum, evimde olmak istiyorum, ne işim var benim buralarda türküsünü çığırıyorum :)

Halbuki ne kadar güzel planlarımız vardı Pelin'in Ankara'da olduğu süre içinde yapmayı düşündüğümüz...Ama hiçbiri olmadı...Daha doğrusu benimle olmadı, işte bu izin sorunu yüzünden...

Mesela sinemaya gidecektik...Sonra müzikli bir yere eğlenmeye...ve sonra Ankara'da bulunan bütün park ve bahçeleri kar yağdığında dolaşacak, yuvarlanıp debelenecektik :)) Birkaç günü de Eskişehir'de hep birlikte geçirip mutlu olacaktık...

Hal böyle olunca sinema işini diğer abla kızı İlknur'la, eğlenme işini gündüzleri Yavru Kartallar'la, park gezintisini de geçen haftasonu kar altında kalan Dikmen Vadisi'nde gerçekleştirdik...Havaların buz kesen türden olması nedeniyle de akşamlarımızı sohbet, televizyon, internet üçlemesiyle geçiştirdik...Bu anlamda hiç şikayetimiz yok gerçi...Tek sorun dediğim gibi işte benim konum...

Aslında sorun dediğime bakmayın...Keşke herkesin böyle sorunları olsa...Öyle şikayet edip duran, mızır mızır mızırdanan biri değilim...Hiç de olmadım ama bu sene biraz değişiklik görüyorum kendimde :) e kolay değil tabi 24.yılımı doldurdum ve yaş da eski yaş değil :)

Yarın sabaha Eskişehir'e doğru yüksek hızda geçecek seyahatimiz var...ve aynı hızla da Pazar günü dönüşümüz...Benim izin konusu ise bir müddet daha böyle devam edecek biliyorum...Olsun ben sabırlı biriyim zaten...Beklerim ve sonunda da muradıma ererim...

Ama geçen gün bana "yanına birini alırsan ve benden daha çok ilgilenip seversen çok kıskanırım" diyen Yasemin kuzuma sesleniyorum: "Yeni başlayacak olan elemanlardan birini alacağım...hatta bu kişi işe aldırmak için girişim yaptığım iki kişiden biri olursa var yaaa, nasıl olsa yabancı değil diyerek burayı ona teslim edecek, canım ne zaman isterse o zaman geleceğim..."
İşte o zaman değmeyin keyfime...Yani öyle olmasını umuyor, yürekten diliyorum :)


Kandiliniz mübarek olsun arkadaşlar...
Dua ile...

1 Şubat 2012 Çarşamba

Kısa Kısa...Not Alayım Dedim...


* Özellikle son iki yıldır beni zorlayan hafızam nedeniyle herşeyi not alır hale geldim...Bunların içinde neler yok ki...Banka ödemelerim, faturalarım, doğumgünleri, ileriki bir zamanda yapılacak bir iş, aranacak biri...ve daha ne varsa işte :) Bu konuda en en en büyük yardımcım cep telefonum...Herbir şeyi kaydedip sesli alarm da kurarım ki atlama yapmayayım diye :)

* Bugün çalan alarmla ablamın doğumgünü olduğunu öğrendim mesela :) Yok aslında biliyorum da işte dediğim gibi artık zorluyor beni kapasitesi dolmak üzere olan hafıza kartım :)...Yoksa tarihlerle aram hep iyi olmuştur aslında...Neredeyse çoğu şeyi günü gününe hatırlarım...

* Takibini yaptığım bloglardan birkaçının bugünkü yayınlarından Barış MANÇO'nun ölüm yıldönümü olduğunu okudum ve bu sayede de hatırladım...Bu yazıyı da onun sesinden dinlemeyi çok sevdiğim "Gamzedeyim deva bulmam..." şarkısını dinleyerek yazıyorum...

* Bir tarafta sevdiğin bir insanın doğumgünü ve mutluluğunu dile getiren sözler, diğer tarafta milyonların sevdiği bir insanın ölümgünü ve üzüntü...Hayat ne garip dedirtiyor insana...Ama hayat işte!

Uç noktadaki bu iki duyguyu aynı anda yaşamak da sadece biz insanlara mahsus olsagerek...İyiki doğmuş olan ablama kutlama telefonu açıyor, milyonların Barış Abisine ise rahmet diliyorum...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...