30 Kasım 2011 Çarşamba

Kısa Kısa...Kasım'da Yolculuk...

Aynı ayda/günde daha önceden neler yaşandığını, neler yapıldığını merak eder misiniz hiç? Ben ederim...Arasıra da olsa şöyle bir bakarım...Belli başlı, bilindik konular haricinde aklımda da kalmaz çoğu :)


Geçmiş tarihlerde Kasım ayında neler olmuş diye bir gözatayım dedim... Gün be gün kayıtlara düşülmüş o kadar çok şey var ki hepsini buraya aktaramayacağıma göre ben de kendimce bir liste oluşturdum :)
Hatırlamak için şöyle bir bakmak isterseniz buyrunuz:

1869 Süveyş Kanalı açıldı.
1918 Musul, Türk topraklarından ayrıldı.
1918 Birinci Dünya Savaşı sona erdi.
1922 Osmanlı saltanatı, TBMM kararıyla sona erdi.
1925 Şapka giyilmesi hakkında kanun kabul edildi.
1927 Ankara Zafer Anıtı açıldı.
1928 Yeni Türk harfleri kabul edildi.
1934 Mustafa Kemal'e ATATÜRK soyadı verildi.
1934 İsmet Paşa İNÖNÜ soyadını aldı.
1934 Lakap ve unvanlar kaldırıldı.
1938 Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Kurtuluş Savaşı'nın önderi ve ilk
         Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, Dolmabahçe Sarayı'nda
         saat 09:05'de öldü.
1938 ATATÜRK'ün naaşı İstanbul'dan Ankara'ya götürüldü.
1938 ATATÜRK'ün naaşı Ankara Etnoğrafya Müzesi'ndeki geçici kabrine
         kondu.
1946 UNESCO kuruldu.
1956 Orta Doğu Teknik Üniversitesi kuruldu.
1963 Kennedy öldürüldü.
1973 Anadolu Üniversitesi kuruldu.
1981 ATATÜRK'ün Başöğretmenliğe kabul tarihi olan 24 Kasım günü
         Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya başlandı.
1983 12 Eylül'den sonra kurulan partilerin katıldığı ilk genel seçim yapıldı.
         Anavatan Partisi (ANAP) 211 milletvekili ile tek başına iktidar oldu.
1983 Atatürk Barajı'nın temeli atıldı.
1983 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi.
1985 Demokratik Sol Parti (DSP) kuruldu.
1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edildi.
1993 Galatasaray, İngiltere'nin Manchester United takımını eleyerek,
         Şampiyonlar Ligi'ne katılan ilk Türkiye takımı oldu.
1996 Şans oyunu olan Sayısal Loto Türkiye'de başladı.
1996 Susurluk olayını başlatan kaza meydana geldi.
1998 PKK'nın başı Abdullah ÖCALAN Roma'da yakalandı.
1998 Danıştay, 10 aylık hapis cezası kesinleşince İstanbul Büyükşehir
         Belediye Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ı başkanlıktan düşürdü.
1999 Düzce'de 7,2 büyüklüğünde deprem oldu.
2008 Amerika'nın 44. başkanı Barack OBAMA oldu.
2010 Tarihi Haydarpaşa Garı'nda yangın çıktı.

********************

Uzun tarihler arasındaki kısa yolculuğumuzu yakın tarihimizi altın harflerle yazan Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün sözleriyle tamamlamak istiyorum...

"Evvela millete tarihini, asil bir millete mensup bulunduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu öğretmeliyiz..."

"Tarih, hayal mahsulü olamaz..."


* Bu arada sizlerin de dikkatini çekti mi? Benim masamdaki takvimde Kasım ayı 31 gün :))

28 Kasım 2011 Pazartesi

Üçü Bir Arada...Olmalı...


Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı.
İçlerinden birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır...

Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler.
Çünkü babası onu tutacaktır.
Bu güvendir...

Yatağımıza girerken, yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair garantimiz yoktur.
Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir...

ve bu üçü varsa, hayatınız güzeldir...

23 Kasım 2011 Çarşamba

Hayati...

Tamam herşey için çok gerekli ve vazgeçilmez bir madde olduğunu biliyorum...Canlıların yaşaması için hayati bir öneme sahip olduğunu da...ve bu nedenle biyologların suya "yaşam sıvısı" dediğini de biliyorum...



Bildiğim şu üç önemli bilgi bile bana hergün su içmem için gerekli itici gücü yapmıyor...Yapmıyor işte...Hani bardak bardak olmasa da gün içerisinde hiç olmazsa yudum yudum içeyim diye dikiyorum gözümün önüne 1,5 litrelik şişeyi...ama yok...Gördüğüm halde bile yönümü öte tarafa çeviriyorum :)

O sıcak yaz günlerinde şöyle kana kana içtiğim bir iki gün haricinde hiç sulu günüm olmuyor benim...olamıyor...Halbuki nasıl da özeniyorum suyu öyle içenlere...Hele içerken gırtlaktan gelen gurk gurk sesleri var ya...o bile hoşuma gidiyor :)

Hayat memat meselesi bu diyerek kendimi öyle zorluyorum, öyle zorluyorum ki bu kez de midem bulanıyor...Hatta boğazıma duruyor..."hadi canım, su boğaza durur mu" demeyin...Vallahi boğazıma duruyor...O yudumu gönderene kadar da sanırsın bir kaşık suda boğuluyorum :)

Hadi diyorum hiç olmazsa güzellik için zorlayayım kendimi...Daha da ilerleyen yaşlarda kimse buruş buruş olmak istemez değil mi :)...Ama bu bile en ufak bir etkilenme yapmıyor bende...Nafile...Kesinlikle anladım ki su içme özürlüyüm ben...Artık böyle diyorum kendime...

Gerçi kendimce mantıklı bir açıklamasını da buldum ben bu durumun...Galiba ben su ihtiyacımı deri altından alarak karşılıyorum...Hergün uzun saatler duş altında kalarak :) Vücut için gerekli olan su miktarını böyle alıyor ve tüm hücrelerime gönderiyorum diye düşünüyorum :)

Ne yani olamaz mı? İlla ağız yoluyla alınacak diye bir kural mı var? Benim vücudum kendi kendine böyle bir sistem geliştirmiş olamaz mı :)

Hadi sorularıma "evet, aslında olabilir..." diye bir cevap verin de rahatlayayım...Hadi ama...Gerçi "hayır, böyle birşey olamaz..." deseniz de yapacak birşey yok...Halâ su içemiyorum ben :(

Yaşam Sıvısı hakkında detaylı bilgi için buyrunuz...

21 Kasım 2011 Pazartesi

Haftasonu Mesaisi...

Annem geçen hafta Eskişehir'de oturan ablamın yanına gidince, ben de bu haftasonu Kartallarımla dolu dolu iki gün geçireyim diye kalktım onlara gittim...Hem de nasıl doluydu...Hatta dolup da taştı demek daha doğru olur :)

Cuma akşamı başladı aslında bu mesai...Haftasonu da geceli gündüzlü tam gaz devam etti...

Her ikisi de aynı anda uyanık olduğunda halimizin nice olduğunu tahmin etmek sanırım hiç de zor olmasagerek...Ne koyduğumuz yerde iki dakika duruyorlar, ne de evin ayak basmadık hiçbir yerini bırakmıyorlar...

Hele Yağız Kartal :) emeklemeye başladığı günden itibaren aman Allahım...Gözümüzü üstünden ayırdığımız saniye pıt pıt pıt her yere girip çıkmak istiyor...ama her yere :) O kadar sinirli ki, yönünü gitmesi gereken yerlere çevirdiğimizde ise ağlayarak kıyameti koparıyor :)

Bazen durup dururken, bazen de aynı oyuncak için birbirlerine girip bir anda ağlamalarıyla ortalığı savaş alanına çeviriyorlar...Sonuç olarak bu iki minik canavarın iki ayağımızı bir papuca sokmadığı bir zaman dilimi yok gibi sanki :)

Yiğit Kartal'ın ise uyku düzeni o kadar ilginç ki...Canı ne zaman isterse yatıp uyuyor, ne zaman isterse de kalkıp dolanıyor...Uyku saatin geldi hadi gel yatalım falan asla dinlemiyor :) Çoğunlukla hatta hergün demeliyim sabahın 4'ünde kalkıp hepimizi ayağa dikiyor...Sanki normal bir saatmiş gibi hopluyor, zıplıyor, oyunlar oynuyor, tv seyrediyor...Onun cıvıltılarına bu kez Yağız Kartal uyanıyor. Haydi buyrun bakalım maaile ayaktayız ne güzel :) Tabi sonrasında da kardeşine vermemek için kendi bindiği yürüteçte uykuya yenik düşüp böyle sızıyor işte :)

Şu an benim çizdiğim görüntü de tıpkı onun görüntüsü gibi...Uyku nedir bilmeden koşturmayla geçen ve sonucunda da yorgunluktan bitap düşüren haftasonu mesaisini bitirdikten sonra bugün normal mesaiye başladım...başlamasına da masamın üzerine aynen bu şekilde sızıp kalacağım neredeyse :)

Ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar yorarlarsa yorsunlar...Hepimize herşeyi unutturan o tadları var ya...ah o doyumsuz tadları var ya...Dünyanın var malına değer...Tam da öyle işte :)

18 Kasım 2011 Cuma

Hep Birlikte "... bee" Diyelim mi...


* Parti ayrımı gözetmeksizin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir TOPBAŞ, 39 ilçe belediye başkan ve meclis üyelerini davet ederek biraraya getirmiş. Hep birlikte İstanbul'un büyük depreme hazırlanması için ne yapabileceklerini konuşmuşlar. TOPBAŞ, İstanbul'un makus kaderini değiştirmek için siyasetüstü bir anlayışla biraraya geldiklerini belirtmiş...

Şimdi tam bu noktada "... bee" demeden önce önemsiz!!! bir iki soru geliyor insanın aklına:

Soru 1- Hadi öncesini geçtim de 1999 depreminden bu yana geçen 12 yıllık süre zarfında basbas bağrılan bu olası büyük deprem ile ilgili hiç mi birşey yapmadınız da şimdi komisyonlar kurup çalışmalara henüz başlayacaksınız?

Soru 2- Siyasetüstü bir koordinasyonla İstanbul'u en kısa sürede deprem riskinden kurtarmak olan o ulvi amacınız aklınıza yeni mi geldi?

* Çin'de yoldan geçen bir minibüsü durduran polis, benzerine ancak Guinness Rekorlar Kitabı'nda rastlanacak bir görüntüyle karşılaşmış. Normalde 8 kişilik olan bu minibüs, kendini otobüs sanmış olacak ki tam 66 çocuğu taşıyabileceğini göstermiş...

* Bedelli askerlikte son düzenlemeler yapılmış ve Bakanlar Kurulu'nda imzaya açılmış. Asker, bedelli askerliğin üniversite mezunlarına uygulanmasını isterken, tasarıya göre eğitim şartı olmayacakmış...

Hükümetin hazırladığı bedelli askerlik tasarısı kriterlerini 400 bine yakın insan taşıyormuş. Bu olanaktan yararlanacak kişi sayısının ise 100 bini bulması bekleniyormuş...

Hükümet tahmini 2 milyar 500 bin TL. gelir bekliyormuş bu işten!!! Parayı da şehit yakınları ve gazilerin yararlanması için Sosyal Yardımlaşma Fonu'na aktaracakmış...

* Şikeye teşebbüs edenlere eski maddeye göre 5 ile 12 yıl arası hapis cezası öngörülürken, kulüpler "şikeye teşebbüsün" ceza olmaktan çıkarılmasını istiyormuş. Partiler reddedince 1 ile 3 arası hapis cezasında anlaşmışlar!!!

Sözkonusu değişiklik çalışmasını FİFA Tahkim Kurulu Üyesi Levent BIÇAKÇI ile birlikte hazırlayanlar dikkat çekmiş. Kimmiş peki bu beraber çalıştıkları dikkat çekici kişiler?

"vay bee" mi, "vah bee" mi, yoksa "yuh bee" mi?
Varın siz karar verin artık...

17 Kasım 2011 Perşembe

AnKARa'nın İlk KARı...

Kış ha geldi, ha gelecek...Kar ha yağdı, ha yağacak derken nihayet Ankara'nın şehir merkezine ilk kar dün akşam düştü...Gelişine hazırlık olsun diye de önce yağmuru gönderdi, ardından bir iki bir iki derken kendisi de geliverdi...


Öyle kış mevsimine yakışır lapalığını üzerimize bulaştırmadı gerçi ama olsun...bu kadarını görmek bile beni mutlu etti :)

Gerçi çok değil daha bu Mart ayında çektiğimiz çileyi düşününce ve korkarım ilerleyen aylarda aynı şeyler kuvvetle muhtemel başımıza gelince yine böyle mutlu olur muyum bilemiyorum...Büyükşehir Belediyesi büyüklüğünü unutup küçük hesaplar yaptığından mıydı neydi...Bize çektirdiklerini ve sonrasında kendi kendimizi nasıl da mutlu ettiğimizi şuradaki yazımda anlatmıştım...

Bugün durumlar nasıl mı?

Daha büyüklerini toplamak için küçük stresini de hırsını da dün akşam bir nebze olsun atıp gittiğinden olsa gerek önceki birkaç güne kıyasla daha yumuşak...

Şehir sisli puslu...Gökyüzü olabildiğince gri...Merak etmeyin beklediğinize değecek bir kış yaşatacağım sizlere der gibi :)

15 Kasım 2011 Salı

Güvercinim Süt Beyaz...

Öyle evimde kedi, köpek, kuş gibi canlıları besleyen biri değilim...ki böyle birşeyi yapabileceğimi de hiç aklım kesmez...Olsa olsa yazın bir iki sinek olur ki onlar da bir an evvel bulundukları mekanı terketsinler isterim :)
Tabi evimde hayvan beslemiyor olmam demek, onları sevmiyorum demek değil asla...



İşyerimde ise durum biraz farklı...Hemen hemen hergün şu fotoğrafta gördüğünüz güvercinlere ne yedirsem acep diye düşünür dururum...Bugün kısmetlerinde evden getirdiğim ve özenle ufaladığım bayat ekmek içleri vardı. Daha elimi pencereden uzatmıştım ki hepsi birden hızla üşüştü pencere denizliklerine...Aşağıya düşürmemek için itina gösteriyorum...Zira mağaza sahipleri çok kızıyorlar bu işe...Haklı olarak...Gerçi bizim kurumun o denizlik denilen kısmı epey geniş...Rahatça serpiştiriyorum mönüyü önlerine...

Geçen gün oturduğum apartmanda da aynı şeyi yaptım ama aşağıya inmemiştim. Hani balkondan söyle serpiştireyim de kısmeti olan yer nasıl olsa dedim. Yan apartmandan komşu gördü. Birşey demedi gerçi ama ben yine de biraz utandım. Sanki elimde bir çöp var da çöp kutusunun kapağını açmaya üşenmişim, onun için kimse görmeden aşağıya salıvermişim gibi hissettirdi bana...Gayet güzel bir amaca hizmet ettiğimi düşündüğümden bu utanç duyma konusu pek fazla uzayıp kötü etki bırakmadı bünyemde...Ama komşumun hakkımda ne hissettiği konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim...

Fotoğraftaki grili, siyahlı güvercinlere bakıp da yazımın başlığıyla "ne alaka" demenizi istemem...Bugün dilime dolanan türküdür buna sebep...Çoğumuzun da bildiğini düşünerek birlikte söyleyelim diyorum...Haydi elleeeer...

Güvercinim süt beyaz
Yine geldi bahar yaz
Kurban olam Allahım da
Seveni sevene yaz...

devamı için buradan buyrun lütfen:
http://www.izlesene.com/video/fatih-gurgun-belkis-akkale-guvercinim-sut-beyaz/2320401

11 Kasım 2011 Cuma

Kısa Kısa...Kurban Bayramı 2011...

Bayram sabahlarının ilk kahvaltısını yıllardır olduğu gibi bu sene de babaevinde ve birlikte yaptık. Ailemizin minik üyeleri Yiğit Kartal ve Yağız Kartal'la soframız daha da bir şenlendi...

Bayramın diğer günleri büyükten küçüğe doğru sıralamasıyla diğer kardeş evlerini ziyaret etmekle geçti. Bizde öyle kısa bayram ziyaretleri olmaz. Öğleden sonra gider, gecenin bir vaktine kadar birlikte zaman geçiririz...

Gelen ziyaretçilerin her geçen senede biraz daha azaldığını görmek insanı üzüyor. Gerçi biz de bu bayram kimseye ziyarete gitmedik ama yine de bekliyor insan kapının zili ansızın gelen misafirler tarafından çalınsın diye...

Bayram harçlığı verme durumları ailemizde aynen devam ediyor. Bu bayram bütün harçlıklar Yavru Kartallar'a gitti doğal olarak. Bayramlarda en küçük olmanın en avantajlı yanı da bu olsa gerek...

Yiğit Kartal, büyüklerinin elini geçtiğimiz Ramazan Bayramı'nda öpmeye başlamıştı ama önce alnına koyuyor, sonra öpüyordu. Bu bayram olayı tamamen kavramış kuzum. Önce elini uzatarak yaklaşıyor, ona uzatılan eli tutuyor ve o pamuk dudaklarıyla minicik bir öpücük kondurup alnına götürüyor. Sonra da o tadına doyulmaz yanaklarını uzatıyor. Hem bize göstermek, hem de fotoğrafını çekebilelim diye babaannesinin elini defalarca öptü. O kadar tatlı ve o kadar güzel yapıyor ki, değil bayram harçlığı hepimiz varımızı yoğumuzu ona versek yeridir...


Her bayram olduğu gibi bu bayramda da çocuklar için çeşit çeşit şeker aldım. Hani ışıldayan gözlerle gelirler de onlara ikram ederim diye. Ama eskiden olduğu gibi ne sokaklar, ne de apartmanlar şeker toplayan çocuk sesleriyle yankılanmadı. Kapıma gelen tek bir çocuğa da onlarcası gelmiş gibi birçok şeker verdim. Giderken  "dikkatli ol ve sakın kimsenin evine girme, tamam mı..." diye de tembihledim. Biz büyükler olarak çocuklarımıza "güven" duygusunu nasıl vereceğimizi düşündüm ve her türlü değerimizin yerle bir olduğu, her türlü kötü düşüncenin ve hareketin tavan yaptığı günümüzde, böyle bir tembihte bulunmaktan dolayı üzüntü ve utanç duydum...

Uzun bayram tatillerini hiç sevmeyen, ancak dokuz günlük tatillere de ziyadesiyle alışkın bir bünye olarak haftasonuna iki gün kala işe başlamak tuhafıma gitti. Perşembe gününü Pazartesi gibi yaşadım. Bu hesaba göre bugün de Salı olmalı sanki. Çoğumuzda da öyle olmuştur diye düşünüyorum...

Önümüzdeki senelerin bayramlarını da yine tüm sevdiklerimle sağlıklı bir şekilde geçirmek en büyük dileğim...Hepimizin ortak isteğinin de bu yönde olduğu kesin...

Bu arada yayınlanma tarih ve saatine dikkatinizi çekerim...
11.11.11 / 11:11  :)

10 Kasım 2011 Perşembe

ATATÜRK'ü An(la)mak...


"Herhangi bir tehlike anında ben ortaya çıktımsa beni bir Türk anası doğurmadı mı? Türk anaları daha Mustafa Kemaller doğurmayacak mı?
Feyz milletindir, benim değildir..."
M.Kemal ATATÜRK

Atatürk'ü an(la)mak, onu sadece birtakım süslü sözlerle övmek değil, onun fikir ve düşüncelerini eyleme geçirebilmektir.

4 Kasım 2011 Cuma

Halâ İstiyorum...

Ne istediğimi şurada belirtmiştim...Daha doğrusu isteklerimi...Halâ da istiyorum işte başlıkta dediğim gibi...En çok da bayramlarda böyle hissediyorum...Galiba herkes gibi...

Şöyle eskiden olduğu gibi her bayram gelin, damat, torun, evlat sıraya geçip babamın elini öpmeyi ne çok isterdim...Sonra da ilk bayram gününün kahvaltısını hep birlikte yapmayı...Hep isteyeceğim de...Olmayacağını bile bile :(

**********

Bayramınızı kutluyor, tüm sevdiklerinizle birlikte sağlık, mutluluk ve kayıplarınız olmadan geçireceğiniz nice güzel bayramlar diliyorum...










Fotoğraf mı? Hiiiç...Dün akşam çektim, öylesine işte...
Bir yanda batarken yine de ışıklarını saçmaya devam eden güneş...Bir yanda ise sahte ışıklar...Öte yanda kalabalıklar, beri tarafta yalnız insanlar...
Hayat gibi...Öylesine işte...

2 Kasım 2011 Çarşamba

Öğleden Sonra...Dün...

Öğleden sonramı şenlendiren ciğerparem düşmüş yollara da Küçük Halasını ziyarete gelmiş...Babacığıyla beraber...
İş falan görür mü benim gözüm o kapıdan girdiği anda...Sevinçten sevindirik oldum da dört döndüm etrafında...Eskisi gibi yanıma pek yanaşmasa da bir iki temas, öpücük derken köprüyü kuruyoruz işte :)

Gerçi babası yanında olduğu zaman asla ve kat'a kimsecikleri gözü görmese de, sadece onun ekseninde dolanıp dursa da olsun ben onu görüyorum ya, o da yeter bana...Benimki de laf mı yani "öğleden sonramı şenlendirdi" diyorum. Halbuki o(nlar) doğduğu günden itibaren hayatımızı şenlendirdi...Delikanlıma bakar mısınız lütfen :) Oy ben seni Yaradana kurban...


Hani istedim ki oda oda gezdireyim, mesai arkadaşlarımın da gününü şenlendireyim...Ama nerdeee...Artık ne yapmak istediğine kendi karar verdiğinden hadi götüreyim falan diyemiyoruz...Öyle paket gibi taşı, sonra nereye istersen oraya koy diye birşey yok...Küçük Beyimiz ne isterse o olacak artık...


Belli bir süre sonra sıkıldı çocuk haklı olarak...Baktı ki oyuncak yok, oynayacak/oyalanacak birşey de yok...Bir iki dergi karıştırdı sanki gerçekten ilgileniyormuş, ciddi ciddi okuyormuş gibi :) Sonra ondan da sıkıldı ve geçti Yasemin'in bilgisayarının başına...

Bebekliğinden beri meraklarının en başında geliyor zaten bilgisayar...Öyle de güzel, öyle de dikkatli hareket ediyor ki...Önce klavyede parmaklarını dolaştırıyor tıkır tıkır, sonra mouse ile tık tık birşeyler yaparken dikkatli dikkatli ekrana bakıyor :) Hani zannedersin gerçekten bir iş çıkaracak ortaya :) Gerçi çok değil, bu gidişle az bir zaman sonra eminim onu da yapacak :)








Geldiydi, oynadıydı, öptüydü, kokladıydı derken bir de baktım zaman su gibi akıp gitmiş...Zaten o(nlar) varken bırak su gibi akmayı, ışık hızıyla geçiyor zaman ve ben hep yanımda olsunlar istiyorum...Her yerde, her daim, her zaman...
Yasemincim bu not sana canım: "Bir aya kadar geldin geldin...Bu süre zarfında eğer gelmeyeceksen sakın demedi deme...Bak benim yeni elaman hazır görüldüğü üzere"  :))

1 Kasım 2011 Salı

Kısa Kısa...Benden ve Herşeyden...


Çalışma hayatımın gidişatı benim cephemden aynı durağanlıkla devam ediyor. Sessiz, sakin ve bir o kadar da huzurlu...Keyfimi bozmasınlar, kimse bana dokunmasın da yüz değil, bin yaşasınlar modundayım...Zira kimseye laf anlatacak ne enerjim, ne de gücüm var.

Küçük mutlulukları çoğaltıp çoğaltıp ruhumda zaman zaman oluşan çatlaklara sıva yapıyorum. Arada sızıntılar olsa da, eskiden yeni olmaz sözünü bilsem de, yeni bina inşaa etmekten yeğdir deyip usta kıvamında hareket ederek, sürekli amelelik yapmaktan sıyrılıyorum...

İlkini şurada anlattığım yeni bir sefaya ihtiyacım var. Yine Funda'yla beraber gitmek istiyorum. Henüz bu düşüncemi ona söylemedim ama söylediğimde kabul edeceğini biliyorum...

Büyüdükçe Yiğit Kartal'ın huyu da iyice değişmeye başladı. Aslında ne istediğini biliyor artık demek daha doğru olur. Mesela ben gezmeye götürmek istediğimde önce kafasını sağa sola sallayarak yarım yamalak konuşmasıyla önce "hayır" diyor. Israr ettiğimde "giiit" diye bağırıyor ve beni elleriyle itiyor. Onunla gezmek için her fırsatı değerlendirmek isteyen ben daha da ısrarcı olduğumda bu kez ağlıyor. Halbuki çocuk gelmek istemiyor işte ağlatana kadar niye zorluyorum bilemiyorum. Onunla zaman geçirme konusunda bu kadar bencil olmamam gerektiğini artık daha iyi anlıyorum...

Yemek yapmak, yemek ve yedirmek en çok sevdiğim şeylerin başında geliyor. Evde hiç yemek olmasa bile çeşitli lezzetlerle donatılmış bir sofradan aldığım keyfi sadece ekmek yiyerek de alabilirim. Pilav ve makarna haricinde ekmeksiz yediğim hiçbir yiyeceğin tadını alamadığım gibi, onsuz bir sofra da düşünemiyorum Sevgili Reyhan. Hamurişiyle de aram yokki ekmek olmazsa onun yerine pasta/börek yiyeyim...Şükür ki bu kadar ekmek ve yemek yediğim halde yine de kilo almıyorum...

Akşam oturmalarının da, gece uykularının da tadı iyice geldi diye düşünüyorum. Kış mevsiminin belki de en çok sevdiğim yanı bu olsa gerek...Sonradan kat kaloriferine dönüştürdüğümüz evimizin eski sobalı hallerini özlüyorum çokça...Bir de rahmetli babamın o sobanın üzerinde bizim için pişirdiği kestaneleri ve hep birlikte geçirdiğimiz kış akşamlarını...Geçmişe duyulan özleme nostalji denildiğini biliyorum...

Başka bir bedende olsam nasıl olurum diye hiç düşünmemiştim. Ama nedense erkek olmayı hep istemişimdir. Sanki erkek olunca herşeyi yapabilirmişim gibi...Sanırım erkek demek güç demek benim gözümde...Eğer bir günlüğüne erkek olacak olsaydım şöyle ağız tadıyla, yumruk yumruğa, ağız burun dağılacak şekilde, kafa göz bırakmadan kavga etmek isterdim Sevgili Nurgül. Galiba gücümü bir günlüğüne böyle kullanmak isterdim. Yok aslında öyle şiddet yanlısı falan değilim ama isterdim işte...

Sıkça yaptığım birşeydir fotoğraf albümlerimize bakmak...Her birini ilk kez görüyormuşum gibi incelemek...Parmaklarımla tek tek üzerinden geçmek...Aslında bu bana göre hissetmek...Gidenlere üzülürken kalanlarla yola devam ediyoruz hep sağlık dileyerek...En son ne zaman bakmıştım acaba bak hatırlamıyorum. Hatırlamadığıma göre "sıkça" lafımı da yedim afiyetle...Demek ki son zamanlarda ihmal etmişim onları. Galiba bu akşam elime alıp tekrar ziyaretlerine gitmeliyim...

Halâ okuma isteği yok içimde...Farkındayım kendime de yazarlarına da ısrarla ayıp etmeye devam ediyorum. Koca bir yazı sadece bir kitapla geçiren ben, bu ayıbı kışın telafi etmeyi düşünüyorum demiştim. Kış geldiğine göre artık bu düşüncemi hayata geçirmek için harekete geçmeliyim. Hatta geç bile kaldığımı biliyorum...

Bu kadar...Şimdilik...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...