30 Ocak 2011 Pazar

Fotoğrafın Dili...Öykü Atölyesi


YARIM KALANLARA DAİR...

Ağır adımlarla uzaklaşırken sen,
Ardından bakakalırken ben...
Nasıl da geç kalmışım sana
Nasıl da hoyratça harcamışım vaktimi...
Henüz söylenmemiş sözlerim vardı benim
Zamanla anlatırım, tek tek söylerim dediğim...
ve şimdi
Mühürlü bir yürek gibi hiç açılmayacak mektuplarım,
Boşa geçmiş bir zaman, boşuna geçireceğim bir hayat kaldı ellerimde...

Aynur (Küçük Hala)

27 Ocak 2011 Perşembe

Müşterek Paydalar...


Cam kenarındayım, orta kapının biraz ilerisinde. Öyle boş gözlerle kısa yolculuğumda bana eşlik eden yol arkadaşlarımı gözlemliyorum kendimce.

İlk gözüme takılan ortadaki boşlukta ayakta giden iki genç. Yüz ifadelerine ve konuşmalarındaki sertliğe bakınca tartıştıklarını, el kol hareketlerine bakınca parmaklarındaki alyanslardan nişanlı olduklarını anlıyorum. Konu belli...Kıskançlık...

Çarprazımda ağlamaya başlayan bebeğin sesiyle gözlerimi o tarafa kaydırıyorum. Sıcaktan bunalmış olmalı diye düşünüyorum. Anne ilgili, avutmaya çalışıyor can paresini. Biraz önce yanlarından ayrıldığım Yiğit ve Yağız gözlerimin önüne geliyor bir an...İçim sıcacık oluyor, gülümsüyorum...

Yine aynı tarafta oturan iki kadın iştahlı iştahlı sohbet ediyor, bol kahkaha eşliğinde. Biraz rahatsızlık verseler de ne hoş diyorum, böyle içten gülebiliyorlar.

Bir sonraki durakta göbeğini tutarak basamakları çıkan hamile kadına bir genç yer veriyor hemen. Aferin diyorum içimden. Anne adayı ise beklemekten yorulmuş sanki. Yavrusunu karnında değil de artık kucağında taşımak istediği her halinden belli...Yeni can, yeni hayat...

Montlarının önünü kapatmamış, gömleklerinin yarı kısmı pantolonlarının dışında, kravatlarını iyice gevşetmiş üç lise öğrencisi biniyor, ellerinde kitapları, öyle umursamaz tavırlarıyla...Okuldaki kızlardan konuşup sesli sesli gülüşüyorlar. Tebessüm ediyorum ben de kendi kendime. Okul bitip hedeflerinize ulaşamadığınız zaman yine böyle gülebilecek misiniz hayata karşı diyorum içimden, onların adına yine onların geleceklerinden endişe duyarak...

Arkamdaki koltukta anne-kız tartışması yaşanıyor. İstediği marka kot pantolonu almayan annesine kızıyor kızı. Hayat gailesinden bihaber olan kıza annesi anlatıyor, ama kızı anlamıyor, anlamak istemiyor. Ben anlıyorum...Çok pahalı, bir pantolona bu kadar para verilmez...

Yanımda oturan genç adamın cep telefonunun sesiyle irkiliyorum. Sağol abi, sağol diyor, sesi titreyerek kapatıyor. Ses tonundan belli, düşünceli ve üzgün. İster istemez merak ediyorum. Onun durumu diğerlerininki gibi açık değil. Derken telefonu tekrar çalıyor. Sabah şehir dışından geldim, işlemleri bitirdim, yarın öğlen defnedeceğiz diyor. Titreyen sesi boğulurken bir eli gözlerine gidiyor, evet ağlıyor, sessizce...Sonraki telefondan anlıyorum, babasıymış vefat eden. Artık sesli iç çekişlerle ağlıyor. Belli ki her gelen telefon zaten taze olan acısını iyice tazeliyor. İçimden babasına rahmet diliyorum. Üzülüyorum. Kendi yaşadıklarım aklıma geliyor. (bknz.) Gözlerim doluyor...

Nişanlılar hala tartışıyor, bebeğin mızırdanmaları kesilmiyor, kadınlar iştahla gülmeye devam ediyor, liseli gençler okuldaki kızlardan bahsediyor. Yanımdaki adam ise tamamen bırakmış gözyaşlarını, daha çok ağlıyor. Ben sessizce kalkıyorum, belli belirsiz bir sesle "başınız sağolsun" diyorum.

Bir tane dünyada yaşayan bir dünya insanın hayatında yaptığım kısa yolculuğu tamamlıyor, içimdeki garip duyguyla beraber kendime ait dünyamdaki yolculuğuma devam ediyorum. Kimbilir daha kimleri hangi duraklarda bırakacağım...Kimbilir ben hangi durakta ineceğim...

24 Ocak 2011 Pazartesi

En Miniğimiz Yağız Kartal artık Ele Avuca Geliyor :))



Tabi...İki aylık olmasına şurda ne kaldı :)
Keyifle, mutlulukla izliyoruz büyüdüğünü.



Hem henüz birşey anlamadığı için, hem de abisi Yiğit Kartal'ın yüzünden onunla öyle pek fazla ilgilenemiyoruz...Şimdilik tabi :)
Daha sonra biliyoruz ki o da iki ayağımızı bir papuca sokacak...



Bakalım hızla büyüyen iki canavarla ilerleyen zamanlarda nasıl başa çıkılacak :)



20 Ocak 2011 Perşembe

Mesele, Sorunu Tatlı Tatlı Konuşarak Çözme Meselesi...Bangır Bangır Bağırarak Değil...



Hiç istemediğim, o kadar özen gösterdiğim halde bazen, bazı konu/olayların tam merkezinde oluyorum. Hatta öyle figüran da değil, başrol oyuncusu olarak...

İnsan ilişkilerine kendimce en üst seviyede dikkat etmeme rağmen, kendinden bihaber birinin, yine ne yaşına, ne de başına yakışmayacak bir davranışına maruz kalıyorum.
Aslında bu defalarca oluyor da her seferinde geçiştiriyorum, elden geldiğince...

Ama bu kez öyle olmadı, olamadı.
An geldi ki olmadık bir sözü duyan kulağım kursağımı kabarttı.
İşte öyle zamanlarda kendim bile kendimi tanıyamıyorum. Karnımdan konuşmayı bilmediğim için patlıyorum bir volkan misali. Tıpkı dün yaşadığım bir konu/olay gibi...

Konusu itibariyle bana göre incir çekirdeğini doldurmayan, fakat davranış olarak hiçbir genişliğe sığdıramayacağım bir olay yaşadım ki evlere şenlik.

Kalbindekini, beynindekini dile getirme becerisine sahip olamayan insanlar oldukça karşınızda, hele hele de ilkokul bebelerinin öğretmenine arkadaşını şikayet etmesi gibi konunun üst makamda yankı bulması tepemin tasını attıran asıl durum işte.
Beni şirazeden çıkartan...
Yoksa yanlışlıklar olur, yanlış anlatmalar ya da anlamalar olur, kabulümdür. Herşey konuşarak bir sonuca varır, öyle ya da böyle hallolur.

Sabır oranımı sıfırlayan, ama sinir katsayımı sonu bol sıfırlı bir sayıyla çarpıp tavan yaptıran kişi ve davranışı karşısında fokurdamaya başlayan içimdeki volkan, an geldi püskürüverdi sinirden titreyen elim ayağım ve hızla yükselen ses tonum eşliğinde...Hiç tasvip etmediğim bir durumu işte ben yapmıştım sonunda, bu kendini bilmez hatun yüzünden...

Konuyu baştan alıp tekrar tekrar anlatmama rağmen dediğinden şaşmayan bu kişi, sabır taşımı tuzla buz ederek dağıttı, saçtı herbir tarafa.

Hani derler ya hep "sen ne kadar anlatırsan anlat, karşı tarafın anlayabildiği kadarsın..." diye. Gerçekten öyle, aynen aynennn öyle işte...

Hep söylerim...Özellikle kamuda çalışacak insanları geçirdikleri bilumum sınavlardan önce insan ilişkileri, iletişim, konuşma, anlama ve anlatma yeteneği gibi konularda gerçek bir sınava tabi tutmaları gerekir diye...Ama nerdeeee!

Şu an durum nasıl mı?

Hala çok sinirliyim ve konu benim cephemde ve benim içimde hala hallolmadı.
İşin işleyişi açısından bana mutlak ve muhakkak suretle hergün uğraması gereken, benimle istese de istemese de muhatap olmak zorunda olan bu hatunun işlerini yokuşa sürerek biraz burnunu sürtecem.

Ta ki hırsım ve sinirim geçene kadar...

17 Ocak 2011 Pazartesi

Her Çocuk gibi...

Bizim Küçük Bey'in de mutfakta bulunan her bir şeyi karıp katması meşhur.
Evde sessizlik olduğu anda acaba Yiğit nerede ki diye dolanmamız sonucu buluyoruz yerini...Her zamanki gibi mutfakta ya tencere tavaları indiriyordur yerinden ya da görüldüğü gibi keyfini çıkartıyordur başka malzemelerin:))


İnsan böyle bir manzarayla karşılaşınca "amanın, ne yaptın sen bacaksız" demekten başka bir cümle kuramıyor...Tabi bir de pörtletilen gözlerle ağzı açık bir vaziyette "ah nasıl temizlenecek burası şimdi" diye düşünmeden de edemiyor :))

  

Karşılaşılan vahim durum karşısında dövünsek de "ee madem olan olmuş varsın tadını çıkarsın" diyoruz, elden birşey gelmez vaziyette :))

13 Ocak 2011 Perşembe

Kahvenin Değil, Çayın Hatırı...


Merhaba Aynur Abla, nasılsın? dedi.

Merhaba, teşekkür ederim de...???

Hatırlayamadın değil mi? dedi.

Çok özür dilerim ama...hatırlayamadım maalesef dedim.

Ben Veli dedi.

???

3 sene önce, üniversite son sınıf öğrencisiyken staj yapmıştık arkadaşlarla dedi.

Evet, staj yapan birçok öğrenci oldu ve üniversiteler dönemler halinde 10'ar 15'er stajyer öğrenci gönderiyordu, o kadar çoktunuz ki...dedim.

Geldiğimde senin odana gelmiştim ilk olarak...Sabahtı, yoldan da gelmiştim dedi.

Evet, genelde başka şehirlerdeki üniversitelerden geliyordu stajyerler dedim.

Staj dosyalarımızda olması gereken dokümanları eksiksiz hazırlayıp vermiştin hepimize dedi.
..........
eee, şimdi ne yapıyorsun Veli?

KPSS'ye girdim okul bitince...Kazandım ve ben de burda işe başladım ve ...........birimindeyim abla.

Öyle mi...Çok sevindim...Hayırlı olsun.

Sağol abla. İşe başlayınca da senin şimdi nerde olduğunu sordum eski çalışanlara.

Hayırdır, bir sıkıntı mı var?

Yok abla. Seni sordum, çünkü staj için geldiğimizde bize çok yardımcı olmuştun, gelir gelmez de önce çay ikram etmiştin. O çay o kadar iyi gelmişti ki unutmadım. Sadece bir çaydı deme sakın abla. Benim için çok önemli bu. Diğer birimlerde bizimle böyle ilgilenen olmadı. Gidince aileme de anlattım seni. Hakkını helal et ablacım.

Ne demek Velicim, bunu böyle düşünmen yeterli, sağol...Bir isteğin, bir sıkıntın olursa ya da ne zaman istersen çekinmeden gel olur  mu? Yerimi biliyorsun.

Sen de sağol, bir emrin olursa her zaman beklerim ve nerede olursam olayım koşar gelirim abla.
..........

10 Ocak 2011 Pazartesi

KELİME OYUNLARI "Televizyon"...


PAZARTESİ günü; Ezel'in ilginç ve bir o kadar da garip olan intikam oyunlarından sıyrılıp birden bire polisiye roman kahramanı oluyor ve Behzat Ç. ile birlikte yaşadığım şehrin sokaklarında vuku bulan birçok vakayı çözüyorum...

SALI günü; taşkın bir su misali, önüne kattığı birçok şeyi hoyratça sürükleyen zamanın nasıl geçtiğini düşünüyor, geride bıraktığı iyi-kötü bütün izlere bakarak "öyle bir geçer zaman ki" diyorum...

ÇARŞAMBA günü; döküle döküle bir yığın haline gelen yaprakların artık dalında kalanlarını sayıyor olmamızın verdiği hüzünle raflarında komedinin dizili olduğu dükkana şöyle bir uğrayıp, güleriz ağlanacak halimize diyerek herkes için ortaya karışık minik gülücüklerden oluşan bir sepet hazırlıyorum.

PERŞEMBE günü; Fatmagül'ün suçunun ne olduğunu bulmaya çalışıyor, asıl suçluları bulup cezalarını kesmesi için görev günü Pazartesi, görev yeri de Ankara olan Behzat Ç. Amirimin İstanbul'da bir Perşembe gününe tayininin alınması gerektiğini düşünüyorum...

CUMA günü; haftanın yorgunluğunu atmak ve biraz da temiz hava almak için geçerken Hanım Ağa'nın çiftliğine şöyle bir uğruyor, günümüzde en büyük güç kabul edilen paranın hırs, cahillik ve sonradan görmelikle birleşerek bir insanı nasıl bir hale büründürdüğünü dehşet içinde izliyorum...

CUMARTESİ günü; Kavak yellerinin esintisiyle bir o yana, bir bu yana savrulan gençlere bakıyor, başlarından geçen türlü türlü olaylar nedeniyle kız çocuğu olamadan her biri küçük birer kadın olan dört kızkardeşin sonu ne olacak diye soruyorum...

PAZAR günü; yaşanılan bütün olayları ve yaşayan bütün kişileri magazinel yönüyle ele alıyor, başka hayatların içine girmiş olmanın verdiği o dayanılmaz yorgunlukla "ama benim de bir hayatım var" deyip kendimi kendime bırakıyor ve dinlenmeye çekiliyorum...

..........
Nereye gidiyoruz böyle...
Gerçekten çok merak ediyorum...


*.* "Başka Hayatlardan Yansıyanlar" başlığı ile daha önceden yayınlamış olduğum bu yazım, Öykü Atölyesi'nin "Televizyon" konulu kelimesi için tekrar yayınlanmıştır.

Gülümsetti...Ödül...


Bilmediklerimizi bildiren, bildiklerimizi hatırlatan ve herşeyi içinden geldiği için yapan İÇİMDEN GELDİĞİ GİBİ gülümsetti bu defa beni.
Mutlu oldum :)
Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Ben de bu güzel ödülü kabul buyururlarsa eğer 10 blog yazarı arkadaşıma takdim etmek istiyor, herkese sevgilerimi gönderiyorum :)


Yüzümüzden gülümseme, hayatımızdan neşe eksik olmasın...

9 Ocak 2011 Pazar

Haftasonları(m)...


Haftasonunun o hafifleten rahatlığı ve bu rahatlığın sonunda hissedilen o dayanılmaz yorgunlukla geçiyor şu kış günleri.
İnsan hiç rahatlıktan yorulur mu?..İnanın yorulur...Daha doğrusu ben yoruluyorum bazen.
Yapacak bir iş olmadığı vakit otur otur nereye kadar diyor insan zaman zaman. Hatta ben çoğu zaman...
e böyle olunca da ona sardır, buna daldır yapıyorum.
Önce mutfağa giriyor yemek bloglarını gezerken tarifleri kafama yatan lezzetleri deniyorum, eldeki mevcut malzemelerle. Sonra elde kumanda uzun oturuş modunda dolaşıyorum kanal kanal. Bir sonraki hamle, elde epeydir sürünen kitabın yapraklarını tartaklamak oluyor ki böyle durumlarda zaten okuduğumdan da birşey anlamaz şeklinde koyuyorum yerine nadide eseri. Yorgunluğum kat be kat artar vaziyete gelince telefon trafiğini başlatıyorum ki vücut yorgunluğuma bir de kafa yorgunluğunu ekleyeyim diye...
Belki de sesini duymak haricinde konusu itibariyle incir çekirdeğini doldurmayan, yürek tüketen, kafa zonklatan hele o telefon görüşmeleri yok mu, sonunda "ne gereği vardı şimdi" dedirten...


Sonunda üzülen de üzen de ben olunca geri dönüş yapabiliyorum hiç olmazsa...Sorgularken söylediklerimi titreyip kendime geliyorum...Yani demem o ki öyle ya da böyle dengeliyorum işte bir şekilde :)
Ya da ben öyle olduğunu zannedip kendimi kandırıyorum...


Yerini de yapmış oluyorum bir sonraki konuşmaya kadar...Devranı döndürmek için :)
Mutluluğa mutluluk katan, ayakları yerden kesen sözleri duyunca "hah, tamam işte, böyle olmalı her daim" diyorum, dedirtiyorum...
Sonuç:
"Tabi ki mutluyum, huzurluyum, iyiyim..."



6 Ocak 2011 Perşembe

Mutluluk Nedeni...Ödül :)


Sevgili RUHGEZGİNİ ve Sevgili CEPAYNASI yeni yılın bu güzel ilk ödülüyle sımsıcak gülümsetti beni...
Mutlu oldum :)
Her ikisine de ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum.
Ben de bu defa kural ihlali yapmayarak bu güzel ödülü kabul buyururlarsa eğer 10 blog yazarı arkadaşıma takdim etmek istiyor, herkese sevgilerimi gönderiyorum :)


Yüzlerimizden gülümseme, hayatımızdan neşe eksik olmasın...

5 Ocak 2011 Çarşamba

Yeni Yılların Değişmeyen Hediyesi...Tabi ki ZAM...

 
 İşyeri servisimi yarım saat fazla uyumak için kaçırınca toplu taşıma aracıyla geldim doğal olarak. Ankara'da yaşayanlar bilir tam bilet ücretinin 1.85 TL. olduğunu. Ben de 2,0 TL. uzattım bekliyorum ki paranın üstünü alayım. Hani yeni girilen yılın ilk günü hediye gibi hemen hemen herşeye zam geldiği (bknz.) hepimizce malumdur da demek ki duymamışım ya da atlamışım yeni tarife tam bilet uygulamasının 2,0 TL.'ye çıktığını. Neyse bu sayede öğrenmiş oldum hem taşıma ücretlerinin hem de yarım saatlik uykumun bedelinin bu kadar olduğunu...

Başka şehirlerde de aynı tür uygulama var mı bilemiyorum ama, Ankara'da belli saatlerde 65 yaş üstü büyüklerimize yıllık belli bir miktar alınan ücret haricinde tamamen bedavadır toplu taşıma araçlarından Belediye Otobüsü dediğimiz kırmızı taşıtlar. Onların da çoğu sağolsunlar bir durakta iner ekmek alır, sonra tekrar binerler iki durak sonra iner oradaki parka uğrarlar. Hatta otobüs arkadaşlıkları, yoldaşlıkları kuranlar bile var aralarında. Gerçi uygulama güzel, sözüm de yok, faydalansınlar tabi ki bu nimetten...Yani demem o ki, onlara bedava olan saatlerde pek mümkün değildir sıkış sıkış binip kısa yolculuğunuzu tamamlamak.

Ama öğrenciye indirimli olsa da yüksektir Ankara'da yol ücretleri. Hele hele ailesinin yaşadığı yer dışında ise burası çocuk harçlığını olduğu gibi neredeyse belediyeye yatırır bana göre. Bunun yanına ev kirası ya da yurt parası, cebine az biraz harçlık derken nasıl zorluk çektiklerini düşünürüm çoğu zaman...Sonra da bekleriz ki çocuklarımız kitap alsın okusun, sinemaya, tiyatroya gitsin, sosyal faaliyetlerde bulunsun ki kendini geliştirsin, sonra ekonomi gelişsin, daha sonra ülke gelişsin...Yani yine demem o ki, acaba büyüklerimiz için yapılan bu uygulamadan öğrenci gençlerimiz de faydalansa daha iyi olmaz mı?

Hani hep çok önemlidir bizler için eş, dost, akraba ziyaretleri yapmak. Onları bu ziyaretlerimizle mutlu etmek...Hatta ziyarete gittiğimiz haneye yarım elma gönül alma babında minik bir hediye almak...Şimdi kaba taslak bir hesap yapınca iki kişi, iki vesaitle bir yere gitmeye kalksa, ziyaretini tamamladıktan sonra tekrar evine dönse sadece yol parası 16,0 TL. olacak. Dedik ya minik bir hediye ya da beraber yenilecek bir tatlı veya hadi meyve diyelim azımızı çoğa saysınlar diyerek 20 TL. de ona verilse, etti mi sana 36,0 TL.
Bir de bizim gibi Ankara'da birçok ziyaret bekleyen akraba olduğu düşünülürse sormadan edemiyor insan nasıl olacak aradaki bağları güçlendirmek için, hatırlamak ve hatırlanmak için yapmamız gereken ziyaretler...

Kime sorsak, derdimizi kime anlatsak, ne yapsak, ne etsek de vatandaşa hizmet için gelmiş/getirilmişlere sesimizi duyursak...Biliyor musunuz bilmiyorum ama durum bu şekil, bu şekil desek, elinizi cebimizden çekin artık desek.

Gerçi bilenler bilmemezlikten geliyor, bilmesi gerekenler bilmiyormuş gibi yapıyor, bildiğini bildiklerimiz de halden anlamıyor ve devran böylece dönüp duruyor...

3 Ocak 2011 Pazartesi

Kabul et artık Aynur...Bak emeklilik zamanın gelmiş...Zorlama daha... :))


Valla zamanı geldi bence. Neredeyse böyle olma yolundayım :)
Yeni yılın ilk çalışma gününe başladım, başlamasına da öfleye pöfleye de bir hal oldum.
Zaten bir + daha eklenmiş hem yaşıma, hem de hizmet yılıma.
e yeter diyorum kendi kendime artık...Gerçi ben böyle söylerken de arkadaşlarım "daha dur sen ya, ne gitmesi, ne emekliliği, gitmesi gerekenler var öncelikle, sana ne oluyor?" diyorlar sağolsunlar.
Hoş, daha emekliliğin dolmasına da var epey bir zaman.
İşyeri huzurum her daim alâ, çok şükür. Sağlıkla geçirelim bugünleri yeter.
Başka ne istenir ki zaten.
Ama nerede duracağını da bilmeli insan değil mi?

Yeni işe başlayan mesai arkadaşlarımın arkamdan "aha bu da dinazorlardan" demesini de istemem doğrusu :))

1 Ocak 2011 Cumartesi

Hoşgeldin Hoşgelmesine de...


Yükün çok ağır 2011...

Daha daha eski yıllardan toplayarak getirip senin önüne koyduğumuz kabul olmamış dileklerimiz, cevap bulmamış beklentilerimiz, yerine gelmemiş isteklerimiz var bizim.

Hepimiz alacağımızı almak için sıradayız bak. Önce benim isteğimi ver, önce benim dileğimi gerçekleştir diye daha geldiğinin dakikasında yakana yapıştırdık ellerimizi.

Geçmiş yılların borçları devretti sana...Nasıl ödeyeceksin bakalım bunları?

İşin çok zor 2011...

Kimleri düze çıkarıp, kimleri tepetaklak edeceksin acaba sen de diğer yıldaşların gibi?
Kimler defolup gitmen için dört gözle beklerken, kimler ne iyi etti de geldi diyecek?
Giderken arkasından teneke çalınanlardan mı, yoksa gözyaşları içinde uğurlanılanlardan mı olacaksın acaba?
Gelişini karşıladığımız gibi mi olacak gidişin?

Vaadlerde bulunup yapacaklarına değil, yaşattıklarına ve yaptıklarına bakacağız tabi ki senin mizanını çıkartmak için ve tabi ki sana keseceğiz geçmiş yıllardan da katlanarak gelen sonu kötü bitmiş her türlü kötü olayın faturasını.
Borcun zaten çok, ödeyebilecek misin 2011...

Hoşgeldin hoş gelmesine de acaba hoşlar getirecek misin herkese?

Sana yükleyeceğimiz her türlü manayı kabul etmeye hazır mısın 2011...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...