30 Aralık 2011 Cuma

Bir Yeni Mesajınız Var...

Bana, sana, ona...Bize, size, tüm sevdiklerimize...Ülkemize ve ve ve tabi ki dünyamıza daha çok sevgi, daha çok mutluluk, daha çok huzur ve ve ve gerçek barışı getirsin yeniyıl...

23 Aralık 2011 Cuma

Kısa Kısa...Yağız Kartal 2011

İkizleri olan bir arkadaşım var işyerinde...Çocuklardan biriyle ilgilenirken diğerini öteliyor gibi hissettiğini, bir diğeriyle ilgilenirken de öbürünü öteliyor gibi hissettiğini söyler sürekli...Bundan dolayı da arada kaldığından, her ikisine de yeterli olmadığını düşünüp üzüldüğünden bahseder...

Henüz kendi minik Yiğit Kartal, Yağız Kartal'ın ailemize gelişiyle minik bir kardeş sahibi olup "küçük abi" unvanını aldı...Ama her ikisi arasındaki 1,5 yıllık fark onları ikiz gibi de yaptı...ve tıpkı arkadaşımın hissettikleri bizde de hasıl oldu...Yiğit'le ilgilenince Yağız'ı öteliyor, Yağız'la ilgilenince (ki bu abisi varken pek mümkün olmuyor) Yiğit öteleniyor sanki...

Burada yani blogda da durum aynı durum :) Dün Yiğit Kartal'ın bazı şeylerini paylaştım ya, bugün de Yağız Kartal için aynı şeyi yapmam lazım diye işi gücü bırakıp yazmaya başladım :) İleriyi düşünüp "niye benim için yazmadın diye sormasından korktum..." ne yalan söyleyim :))


*İlk dişini birkaç gün önce zorlu geçen bir süreçten sonra çıkardı nihayet...Güldüğü zaman parlayan bir incimiz var artık :))

*Emekleyen bebeği seyretmeye ailecek bayılırız biz...Yiğit hiç emeklememişti ama Yağız bundan bizi mahrum bırakmadı :) Birkaç aydır emekliyor ve onu seyretmesi o kadar keyifli ki...Hele kafasını önüne iyice eğip bir gidişi var...Geçenlerde nasıl hız aldı ve nasıl kendinden geçtiyse kapıya tosladı :))

*O isteyip de kucağımıza almadığımız zaman önce gözlerini dikip manalı manalı bakıyor...Sonra dudaklarını aşağıya doğru indiriyor ve öyle bir ağlıyor, gözlerinden boncuk boncuk öyle bir döküyor ki, dışarıdan gören biri etini falan kopardığımızı zanneder :))

*Kendi yatağı haricinde hiçbir yerde yatmıyor...Daha doğrusu derin uykuya geçemiyor ve sürekli huzursuzlanıp mızırdıyor...Yerini arıyor, ne bilirse daha şimdiden :))

*O kadar güleryüzlü ki...Bazen farkında olmadan yaptığımız herhangi bir hareket onun çok hoşuna gidiyor ve yüksek sesle acayip kahkahalar atıyor...Hem de öyle böyle değil...Kendisine doğru konuşarak gelen herkese ağzını ayıra ayıra gülüyor :))

*Oynaması için önüne koyduğumuz oyuncakları eline alıp önce bakıyor, sonra tek tek başının üzerinden aşırtarak arkaya atıyor...Ama çoğunlukla da kafasına denk geliyor :) Sonra da gözlerimizin içine bakarak ağlıyor...hem de bas bas bağırarak :))

*Yiğit neyle ilgileniyorsa ya da elinde ne varsa o da onu istiyor...O vermiyor, o ısrarla istiyor...Sonuçta Yiğit bağırıyor, Yağız ağlıyor...Ortalık bir anda savaş alanına dönüyor :))

----------

Aslında bebeklerin/çocukların her bir hareketine, davranışına sayfalar dolusu yazı yazılır...Ama birlikte geçireceğimiz çok yıllarımız var daha inşaAllah...Onun için şimdilik bu kadar yeter diyorum...Devamı da gelecek nasıl olsa...Kestik :))

İnsanlar, çocuklarını birşeyler vaadettikleri için değil, kendilerinin olduğu için severler...
HALIFAX

22 Aralık 2011 Perşembe

Kısa Kısa...Yiğit Kartal 2011

Çocuklar büyüyüp elden avuçtan çıkınca biz büyüklerin yaptığı şey hep aynı sanırım...Benim oğlan şunu yapardı, benim kız bunu söylerdi der dururuz :) Hatta okul biter, her biri kazık kadar olur da yine de bebeklerle ilgili her sohbette illa kendi evlatlarımızın da o yaşlarda neyi nasıl söylediğini, neyi nasıl yaptığını anlatmadan duramayız...Kimse inkar etmesin, bu böyle...Kesin :))

Şimdi ben de anne yarısı bir hala, hem de en küçüğünden bir hala olarak buraya not düşmek adına Yiğit Kartal'ın birkaç huyunu ve bazı davranışlarını yazayım dedim :)


*Henüz tam konuşamasa da özellikle hareketlerle destekleyerek istediği herşeyi anlatıyor...Söylenilenlerin ise hepsini kelimesi kelimesine anlıyor...Anlamadığı birşey olursa iki elini yanlara doğru, gözlerini de soru sorar gibi açıyor, kafasını hafifçe sağa sola sallıyor...Babası "benim oğlum Türkçe'yi konuşamıyor ama çok güzel anlıyor" diyor :))

*Babasına olan düşkünlüğü had safhada...Onun olduğu bir ortamda kimselere gitmiyor...varsa yoksa babası...Bazen o kadar bunaltıcı oluyor ki abartmıyorum lavaboya bile göndermiyor...Daha olmadı gidip kapısında bazen ağlayarak, bazen güya konuşarak bekliyor :))

*Ayakkabılarını kendisi giyiyor...Asla yardım kabul etmiyor...ve enteresandır genelde çocuklar ters giyer ya sağı sola, solu sağa...Bizim oğlanda bu hiç olmuyor :))

*Birkaç ay öncesine kadar yemek yedirmek için gezmediğimiz park bahçe, çıkmadığımız kapı pencere kalmazken şu sıralar masaya oturup hiçbir yardım almadan gayet güzel yiyor...

*Küçük Halası gibi bazı konularda takıntılı ya da titiz ya da düzenli olacağı sanki şimdiden belli gibi...Mesela yemeğini yerken bizi bıktıracak şekilde her lokmada ağzını siliyor...Giydiği uzun kollu bir tişörtün/kazağın kollarını sadece ellerini yıkayacağı zaman yukarı çekiyor, sonrasında hemen düzeltiyor...Çorapları hep aynı hizada, olaki oyun oynarken biri aşağıya kaydı, oyunu bırakıyor ve onu yukarı çekiyor :))

*Çöp kamyonlarını ve büyük iş makinalarını acayip seviyor...Gece geç saatte alınmasına rağmen çöp kamyonunun sesini ve o dönen sarı ışığını hissettiği anda aşağıya iniyoruz...Saat önemli değil, sokak sokak gezerek onları seyrediyoruz :)) Kış geldiği için artık çıkmıyoruz tabi...Ama geçen gün denk geldim de işçiler "abla epeydir görünmüyordun, merak ettik, iyisin değil mi, ufaklık nasıl" diye sordular :))

*En çok benim ve kendi adını söylerken hoşuma gidiyor...Bana sadece AU diyor :) Kendi ismini soranlara ise elini göğsüne götürüp "ben YİT" diyor :))...Son zamanlarda benimle hiç dışarı çıkmıyor olmasına ise üzülüyorum...Artık sebebi evden dışarı çıkmak istememesi mi, yoksa evde annesiyle kardeşini başbaşa bırakmak istememesi mi bilemiyorum :))

*TRT Çocuk kanalında hergün üç kez mi, beş kez mi yayınlanan çizgifilm Peppee'nin hastası, sanırım birçok çocuk da öyle...Ama gel gör ki onun yüzünden bazı huyları değişti bizim oğlanın...Mesela küsmeyi öğrendi...Tıpkı onun gibi kollarını göğsünde bağlıyor, kafayı yukarı dikiyor, dudağı sarkıtıyor, gözleri düşürüyor ve gidip kendini odaya kapatıyor ve kendi keyfi isteyene kadar da gelmiyor :))

*Hareketlerinin ayarı mı desem, yoksa kıvamı/şiddeti/sertliği mi desem...Tam tutturamadığından kardeşi Yağız Kartal ara sıra boğulma tehlikesi geçiriyor :)) Zira sarılıyorum derken bebeciğin canını almak ister gibi boğazını sıkıyor :)) Annelerinin halini ise eminim düşünebiliyorsunuzdur...Her an yanlarında, her an tetikte :))

----------

Açılırsam daha da kimse susturamaz beni...Onun için şimdilik bu kadar yeter diyorum...Devamı da gelir nasıl olsa...Kestik :))

Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir...Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir...
M.Kemal ATATÜRK

21 Aralık 2011 Çarşamba

Kısa Kısa...Kendim bile Kendime Garip Geldim :)

Garip ya da tuhaf...hatta ilginç...ya da acayip...dediğiniz alışkanlıklarınız, huylarınız, davranışlarınız var mı? Benim var :) Aklıma gelmişken bir düşüneyim bakayım neler barındırıyor bu bünye, bu kafa dedim kendi kendime...


Mesela;

Eğer iki kişi olarak yürüyorsak, yanımda bulunan kişiyi muhakkak sol tarafıma alırım. Diğer taraf tersime gelir...ve eğer üç kişi olarak yürüyorsak muhakkak ortada olurum...Niyeyse :)

Birşeyler almak ya da bakmak için gittiğim mağazada eğer görevli peşimden ayrılmıyorsa, her elimi attığım ürünün yanında bitiveriyorsa alacağım varsa da almaz, o dükkandan hemen ayrılırım...

Güneş ışığının yoğun olduğu pencere önünde oturan birine bakarsam, karışık desenli halıların bulunduğu bir evde oturursam, minik minik bibloların ya da başka objelerin çokça olduğu bir yerde bulunursam, eşyalarla dolu kalabalık ve dağınık bir ortamdaysam...önce mide bulantısı sonra da şiddetli başağrısı çekerim...

Yemek yapmak terapi gibi birşey benim için...Ne yapacağına karar ver, sonra git malzemeleri al...ya da eldeki malzemelere bak, ona göre ne yapacağına karar ver...Kolay ve keyifli bir iş bana göre...Bunda garip olan ne var ki demeyin...Bana değil de anneme ya da ben mutfaktayken yanımda olan bir başka kişiye garip gelen şey şu ki; mutfaktaki terapim başlamışken yanımda kimsecikleri istemem ben :) Yalnız olayım, pişireyim, taşırayım...Herşeyi hazırlayıp ikrama hazır hale getireyim...Yani mümkünse terapimi tek başıma alayım :)

Saçlarımda henüz beyaz olmamasından mıdır nedir bilemiyorum, bugüne kadar hiç boya yaptırmadım...Saç şeklimi, rengini değiştirmeyi hiç düşünmedim...Günümüzde 13-14'lü yaşlara kadar inen bu saçıyla başıyla sürekli oynama hali bu yaşa kadar (ki 42 oluyor bu yaş) hiç değişiklik yapmamış biri olarak benim değil de birkaç arkadaşımın garibine gidiyor...Bilmiyorlar ki mümkünse herşey benimsediğim ilk haliyle ve şekliyle kalsın istiyorum :)

Siz hiç size sipariş edilen birşeyi alıp götürdüğünüzde ücretini ödemek istediklerinde utanır mısınız? İşte ben utanırım :) Kardeşim, abim, ablam, yengem, arkadaşım her kim olursa olsun onlar tarafından bana sipariş edilen şeyi hiç ikiletmem, ne yapar eder alır götürürüm...Çıkarıp ücretini ödemek istediklerinde ise o kadar utanır, o kadar utanırım ki zaten hediye vermeyi ziyadesiyle seven ben "hediyem olarak kabul edin" derim :)

Evde kullanılan alet edevat, makina teçhizatlardan biri eğer bozulmuşsa vay benim halime...Yaptırana kadar öyle huzursuz olurum ki uykularım kaçar, neredeyse kafayı bozarım :)

Tv seyrederken özellikle bir tartışma programı...hele de siyasiler varsa...Onlar konuştukça sanki ben karşılarındaymışım gibi söyledikleri herbir cümleye cevap verir halde oluyorum...Hatta bazen o kadar sinirleniyorum ki ses tonuma ne kadar engel olamıyorsam annem uyarır artık "ne bağırıyon, sanki seni duyan mı var" diye :) Bu huyumu ilerleyen yaşla beraber birkaç yıl önce edindim :))

----------

Mim gibi birşey oldu bu değil mi? Yazmak isterseniz keyifle okurum ama ben daha fazla devam edemeyeceğim...Zira düşündükçe gördüm ki kendime bile garip gelen ne çok huyum husum varmış benim :)) Yaz yaz bitmez gibi geldi bana...Kestik :))

Aslında hiçbir  şey iyi veya kötü değildir...Herşey bizim onlar hakkında ne düşündüğümüze bağlıdır...
                            William SHAKESPEARE

20 Aralık 2011 Salı

Fiyatı mı? Değeri mi?


Avrupa'nın ünlü sanat merkezlerinden birinde çocuğun biri vitrinde çok hoş bir tablo görür...Tablonun bedeli oldukça yüksektir...

Çocuk bu tabloyu abisine doğumgünü hediyesi olarak almayı ister ve kendince bir iş bulup biriktirdiği tüm para ile galeriye gider...Şanslıdır, tablo halâ satılmamıştır...

İçeri girer...Tabloyu bir süre yakından izledikten sonra resmi yapan sanatçıyı bulur ve: "Abimin doğumgünü için bu resmi satın almak istiyorum...Tüm param da bu kadar" der...

Ressam bir süre düşündükten sonra resmi paketler ve çocuğa satar...Çocuk paketini alır ve teşekkür ederek çıkar...

Galeride ressamın arkadaşları da vardır ve şaşkın şaşkın sorarlar: "Sen ne yaptın? O resmin değeri milyonlar ederdi. Neden bu kadar komik bir rakama sattın?"

Ressam cevap verir: "Evet...Ben bu resme milyonlarını verecek bir sürü insan bulabilirdim...Peki söyler misiniz tüm servetini bu resme verecek kaç kişi bulabilirdim?"

Sözün Özü: "Günümüzde insanlar herşeyin fiyatını biliyor, fakat hiçbir şeyin değerini bilmiyor..." Oscar WILDE

19 Aralık 2011 Pazartesi

Türkü Söylemek Lazım...

TRT'de çalışan birkaç tane arkadaşım var...Sağolsunlar beni düşünüp ara ara bazı müzik programlarına davetiye getirirler...Kaç kez niyetlenmemize rağmen programların hep haftaiçi olması nedeniyle bir türlü gidememiştik...Türk Sanat Müziği dinleyelim, kendi kendimize meşkedelim, dinlenelim diye "Akşam Sefası"na gitmek istedik ama davetiyelerin bana geldiği günün akşamı olunca iş çıkışı yetişemeyeceğimiz için biz de Cuma günü yapılan Türkü Şöleni'ne katıldık...


Hatırlar mısınız TRT'nin tek kanal olduğu dönemlerde yine televizyondan verilirdi böyle mini konserler...Hani seslendiren sanatçı elini sinek kovalıyormuş gibi bir sağa bir sola kaideli kaideli sallardı :) Arkasındaki koroda bulunan sanatçılar da aynı kuaförden çıkmış kalıp gibi saçlarla önlük gibi aynı kiyafetleri giyer, ellerini böğürlerine bağlar, hiç kıpırdamadan hem sopa yutmuş gibi durur, hem de yüz ifadelerinden işkence çekiyormuş hissini verirlerdi :)) Ha bir de çoğu belli bir yaşın üzerinde olurdu da "iki daha çığırsak da evimize gidip yatsak artık..." der gibilerdi :)

Şimdilerde ise bu görüntüden eser yok...Hatta epeydir yok, ne güzel...Işıltılı pırıltılı, şıkır şıkır giysilerle filinta gibi delikanlılar, fıstık gibi kızlar hoplaya zıplaya, güle oynaya söylüyorlar parçaları...Görevleri icabı bunu yapmış olsalar bile keyif aldıkları her hallerinden belli oluyor...Öyle güçlü sesleri var, öyle güzel seslendiriyorlar ki parçaları, alkışlarla eşlik etme, kendi kendine mırıldanma şeklinde seyirciye de yansıyor bu durum...

TRT'nin hakkını yememek lazım...Bana göre onlarca televizyon kanalının içinde özellikle bu konuda halâ en iyi eğitim kurumlarından biri...

Dinledik, çok beğendik, hep beraber söyledik...Kendimizce çok eğlendik, çok keyif aldık...ve bundan sonraki programlar için gelecek olan davetleri geri çevirmeme, TRT stüdyolarını herzaman varlığımızla onurlandırma kararı aldık :))

16 Aralık 2011 Cuma

Dilekler, Hayaller, İstekler...

Yeni yıl geliyor ya hani...Hepimizin istekleri de bu yeni kapıdan sırayla içeri girmek için bekliyor...Konuyla ilgili bir mim daha dolaşıyor ortalıkta...Galiba çoğumuzun genel isteği aynı...Özellerde biraz biraz farklılıklar olabiliyor doğal olarak...

Yüreğimdeki Yağmurlar, Fragile,  Karton Siper ve Laliberteye bloglarının sahibi arkadaşlarım, yeniyılda olmasını istediğim 12 şeyi yazmamı istemiş bu mimle...ve 12 kişiye de göndermem gerektiğini belirtmişler...


Kendilerine çok teşekkür ederek ve hiç vakit kaybetmeyerek, hazır bütün isteklerim aklımdayken hemen cevaplamak istedim ben de :)

*1-Hem kendim, hem ailem, hem de tüm sevdiklerim ve sevdiklerimin sevdikleri hep sağlıklı olsunlar...

*2-Kendimle ilgili hem aileme, hem de tüm sevdiklerime güzel haberler vereyim...Onlardan hep güzel haberler alayım...

*3-Hem ülkemde, hem de tüm dünyada acı, üzücü ve kötü olayların/konuların hepsi bir daha yaşanmamak üzere bitsin ve gelmemek üzere gitsin...

*4-Hem ülkemin, hem de ülke insanımın işsizlik, geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı, insanca yaşama, sağlık, eğitim gibi daha birçok konuda hiçbir sıkıntısı kalmasın...

*5-Paraya bağlı olarak yapmak istediklerimi gerçekleştirebilmem için milli piyangonun bu seneki yılbaşı çekilişinde en büyük ikramiye bana çıksın...

*6-Çıkan bu parayla yıllardır hep hayalini kurduğum ve yapmayı çok istediğim, gerekli bütün malzeme ve cihazlarıyla birlikte rahmetli babamın adına bir hastane odasının tefrişini yapayım/yaptırayım...

*7-Hem büyükşehirden, hem de büyükşehir hengamesinden, kalabalığından sıkıldığım için planını epeydir yaptığım, yeşilin ve mavinin bol olduğu şirin bir sahil kasabasında yaşamaya devam etme kararımı artık ertelemeyip bir an evvel uygulamaya geçireyim...

*8-Aldığım kökten değişikliklerle ilgili kararlarımı uygularken hiç zorlanmayayım...

*9-Yıllardır dilimden hiç düşürmediğim, sadece kendi seçtiğim yemeklerden oluşacak ve her bir yiyeceği kendi ellerimle hazırlayacağım, gelen kişilerin kendini evinde yemek yiyormuş gibi hissedeceği minik bir lokanta açma isteğimi, gitmeyi düşündüğüm şirin sahil kasabasında gerçekleştireyim...

*10-Sevdiklerimin bütün mutluluklarını göreyim...Her birine ayrı ayrı şahit olayım...ve onların mutluluğuyla ben de mutlu olayım...

*11-Etrafımda hep ailem, dostlarım, sevdiklerim olsun...Hiç yalnız kalmayayım...Hiç yalnız bırakmayayım...

*12-Hem kendim, hem ailem, hem de tüm sevdiklerim hep iyilerle, doğrularla, dürüstlerle karşılaşsın...Hiçbirimizi üzecek, kıracak, huzursuz ve mutsuz edecek hiçbir şey olmasın...
--------------------
Ben de bu mimi isteklerini, hayallerini ve dileklerini öğrenmek istediğim Turuncu Masallar, Balıkçı Kahvesi, Ben Kuşlardan da Küçüktüm, Bir Mucizem Var, Bulunmaz Hint Kumaşı, Cep Aynası, Değirmenden Mektup Var, Dürr-i Yekta, Efe ile Hayat, Hayattan İzler, Tuba Can ve Uğur Böceği bloglarının sahibi arkadaşlarıma sevgilerimle birlikte gönderiyorum...Cevap vermeme, sessiz kalma haklarını kullansalar bile :))

15 Aralık 2011 Perşembe

Daha İyi Anla(t)mak...

Newyork'ta bir köprü üzerinde dilenen kör bir dilenci birgün bir şairin dikkatini çeker...Dilencinin boynunda asılı bir tabela vardır...

Şair, dilenciye günlük kazancının ne kadar olduğunu sorar...Dilenci de sekiz-on dolar civarında olduğunu söyler...Bunun üzerine şair, dilencinin boynuna asılı tabelayı ters çevirerek birşeyler yazar ve:

"Şimdi buraya senin kazancını arttıracak birşeyler karaladım...Bir hafta sonra yanına geldiğimde bana sonucu söylersin..." der ve oradan ayrılır...

Şair bir hafta sonra dilencinin yanına uğrayıp kendini tanıtınca, dilenci:

"Bayım size ne kadar teşekkür etsem azdır...Bir haftada kazancım ikiye katlandı...Çok merak ediyorum tabelaya neler yazdınız?"

Bunun üzerine şair gülümser ve:

"Tabelada doğuştan körüm, yardım edin..." yazıyordu. Bense "bahar gelecek, ama ben yine göremeyeceğim..." diye yazdım der.

Kıssadan Hisse: Önemli olan, anlatılmak istenen şeyi en iyi şekilde anlatmak olduğuna göre herşeyin daha iyi anlatılabileceği bir yol vardır...Yeter ki onu bulmaya, uygulamaya ve ufkumuzu bu doğrultuda genişletmeye uğraşalım...

14 Aralık 2011 Çarşamba

Vazgeçme(me)k...


Geçmiş olmasına rağmen üzerimde bıraktığı kırgınlığı bir türlü atamadığım hastalık yüzünden uyanamadım...Bu yüzden de sabah mesaiye biraz geç başladım...

Odama çıkmak için asansör beklerken çalışanlardan bir hanım arkadaş ve yanında oğlu giriş yaptı kapıdan...Her zaman o kadar mutsuz bir ifadesi var ki bu hanımın etkilenmemek elde değil...

Tek kelimelik selamlaşmadan sonra bana doğru dönüp elindeki bir tomar evrakı göstererek "bıktım artık, isyanlardayım..." dedi. Doğal olarak ben de "hayırdır, ne oldu ki..." dedim. Fiziksel olarak son derece sağlıklı görünen ama görüntü olarak zihinsel engelli olduğu belli olan oğlunun hastane/rapor/ilaç ile ilgili kırtasiye işlerine koşturmaktan bitap düştüğünü söyledi..."Herşeye ben koşturuyorum...Çocuğu bırakacak yer de yok...Canımdan bezdim artık" dedi...Hak vermemek elde değil...

Bu hanımın eşi birkaç sene önce yaşamına son vermişti...İlk duyduğumda "adam kimbilir nasıl bir ruh hali içindeydi ki böyle bir sonu kendine yakıştırmış...Yoksa kim hayatından vazgeçmek ister" demiştim...

Engelli çocuğuyla bir başına oradan oraya koşturan, annelik görevini yapmaya çalışan, her zorluğu tek başına göğüsleyen ve tüm bunları yapabilmek için kendi dünyasından neredeyse vazgeçmiş bu arkadaşın halini görünce eşinin geride bıraktıklarını hiç düşünmeden kolay yolu seçerek kendini kurtardığını düşündüm kızgınlıkla...

Sonra yıllarca aynı birimde çalıştığım, o dönemlerde çok samimi olduğum, onun tarafından uygulanan ve nedenini halâ bilmediğim bir konuşmama durumu yaşadığım bir diğer hanım arkadaşım geldi aklıma...

Onun eşi de birkaç sene önce yine aynı yolu seçerek aynı sonu yaşamıştı...ve bu arkadaşım da tıpkı diğeri gibi aynı zorluklarla başetmeye çalışmıştı...Onun da bir oğlu var...Fakat bu kez engele takılan kendisi olmuştu...

Olayı öğrendiği andan itibaren "neden" sorusuna bir cevap bulamamış, eşinin bu şekilde gidişinde hep kendini suçlamış, sonucunda da uzunca bir süre devam eden tedavi sürecinden sonra hem biz arkadaşlarının, hem de kardeşlerinin sayesinde tekrar normal hayatına dönebilmişti...En azından görüntü olarak öyleydi...Ama yakından şahit olduğumuz için biliyoruz ki bundan sonraki hayatı hiç eskisi gibi olamadı...Arkadaşımın o halini gördükçe aynı şeyi düşünmüştüm tıpkı şimdi düşündüğüm gibi...Onun eşi de geride bıraktıklarını hiç düşünmeden kolay yolu seçerek kendini kurtarmıştı...

********************

Böylesi iki örnekte en vazgeçilmezimiz olan hayatımızdan vazgeçmek bir tercih midir? Yoksa vazgeçmek, geride bıraktıklarını düşünmeyip vız gelir diyerek en kolay yolla son noktayı koymak mıdır?

Bence vazgeçmek; umudunu kaybetmiş, inancını yitirmiş, kendine olan güveni sarsılmış insanların en kolayı seçmesi...Hem de ne kendini, ne de geride bıraktıklarını hiç düşünmeden...

ve diliyorum ki sebebi her ne olursa olsun hiçbir kimse bu noktaya gelip böylesi bir vazgeçmeyi yaşamasın ve yaşatmasın...

Umut, inanç, güven...
Bu üçü varsa, hayatınız güzeldir...(bknz.)

13 Aralık 2011 Salı

Çay-Kahve Bahane...

Mutfakla aram hep çok iyi olmuştur...Lezzetini az çok tahmin edebildiğim, malzeme ve yapılışı açısından beni zorlamayan her türlü tarifi not eder, ilk fırsatta da hemen denerim...Tadarım ve herkesin de tadmasını sağlarım :)

Hem yemek bloglarını, hem de bloglarda yapılan etkinlikleri bu nedenle ilgiyle takip edenlerdenim...Yemek bloğu olmadığım için katılmak gibi bir düşüncem de olmamıştı şimdiye kadar ama geçenlerde Yeşil Mutfaktan Tarifler bloğunun sahibi Sevgili Özlem evsahipliğini yapacağı etkinliğe davet edince bir değişiklik yapayım ve ben de katılayım dedim :)

Yemek bloglarını dolaşırken daha önce rastladığım ve kesinlikle yapılmalı diyerek not ettiğim bu tarifi ilk denememden sonra dün akşam yine yaptım ve hem yapımı, hem de malzemeleri açısından oldukça pratik olan bu lezzeti sizlerle de paylaşmak istedim...Nasıl? Görüntüsü güzel değil mi? Tadı da nefis inanın...Çay saatlerinizin vazgeçilmezleri arasına gireceğini düşünerek hemen denemenizi tavsiye ediyor, tarifimi Sevgili Özlem'in etkinliğine gönderiyorum :)

Tarifimizin adı "Kaşar Peynirli Poğaça"

Malzemeler:
1 subardağı sıvıyağ
1 subardağı yoğurt
1 subardağı rendelenmiş kaşar peyniri
2 yumurta (üzeri için birinin sarısı ayrılacak)
2 paket hamur kabartma tozu
Un (5 subardağı kadar)
Tuz
Üzeri için çörekotu veya susam

Yapılışı:
Tüm malzemeleri karıştırarak ele yapışmayacak şekilde yumuşak bir hamur elde ediyoruz. Küçük parçalar alarak yuvarlak yapıyoruz. Yağlanmış ya da pişirme kâğıdı serilmiş tepsiye biraz seyrekçe diziyoruz. Üzerine yumurta sarısı sürüyor, arzuya göre çörekotu veya susam serpiyoruz. Önceden ısıtılmış fırında alt üst kızarana kadar pişiriyoruz.

Bu kadar...Sizce de çok kolay değil mi?
Afiyet olsun :)

12 Aralık 2011 Pazartesi

Sizin Evinizin Herşeyi Olabilir...

Ama benim evimin herşeyi değil burası...Hatta hiçbir şeyi değil...

Bir kez daha anladım ki ihtiyacım olan birşeyi almak için alışveriş merkezleri benim tercih edeceğim bir yer değil...Böyle güruh halinde herkesin aynı yöne giderek, aslında almak için değil de işte ben de gittim, gördüm demek içinmiş gibi dolaştığı o büyük AVM denilen yerler var ya...İşte oralardan bahsediyorum...


Hani fikir edineyim diye baktığım, elime aldığım herşey sanki ordan burdan toplanmış da getirilmiş gibi...Bir halıya bakıyorum, bir de fiyatına..."Ben bunu kapımda paspas olarak bile kullanmam" diyorum hem yüzümdeki ifadeyle, hem de sözlerimle...Mesela kumaşlarına bakıyorum, dikişlerine falan...Ne arz edersek muhakkak talep olur diye bu kadar da baştan savma, özensiz, uyduruk eşya konur mu ya...

Işıklandırmalarla herşey o kadar güzel görünüyor ki hepsi birden al beni al beni diye bağırıyor...Ama yok...Bilmem kaç m2'lik alana yayılmış bu yerde ben bunu da kullanabilirim diyeceğim hiçbir eşyaya ya da ihtiyaç malzemesine rastlamadım dersem abartmış olmam herhalde...Hani şu sosyete pazarı denilen yerler vardır ya...Toplasan 2 kez gitmişimdir işte bu büyük alışveriş merkezlerine de 2 kez gittiğim gibi...İşte oralarda da birşey bulamam ben...Millet nasıl bulur eder bilemiyorum ama ben çorap bile almam oralardan...

Almak için değil ama özellikle küçük alanların en iyi şekilde nasıl değerlendirilebileceği konusunda çok güzel fikirler verdiğini ve bu yönde faydalı bir yer olduğunu itiraf etmeliyim...Bence satış yeri olarak değil de dekorasyon danışmanlık merkezi olarak hizmet verseler çok daha faydalı olabilirlerdi diye düşünüyorum...

Alışveriş dediğin klasik olacak arkadaş...Halıyı halı, mobilyayı mobilya mağazasından, bardak cıncık boncuk işlerini züccaciyeden alacaksın...

Halı mağazasına girdiğinde içerideki o koku tokat gibi çarpacak yüzüne...Tamam diyeceksin o anda "tam yerine geldim" diyeceksin...Mobilyaların o kokusu var ya...Onu öyle bir alacaksın ki, evine getirip yerleştirdiğinde bile vernik kokusu günlerce çıkmayacak....

Yani diyorum ki "alırsan al, almazsan banane!" tarzında elemanların olduğu hiçbir yer bana göre değil...O dükkanda/mağazada müşteriyi adam yerine koyup velinimetim gelmiş diyerek güleryüzle karşılayan birileri olacak muhakkak...Bunu bilir, bunu söylerim :)

9 Aralık 2011 Cuma

Cana Can Katar...Pişirince Bir Köye Yeter...

Tabi ki aşureden bahsediyorum...Âşık Muhlis DENİZER'in dizelerini kullanarak...

Bu yayını ise aşurenin tarifini ya da faydalarını ya da neden aşure yaparız? sorunuzun cevabını bulmanız için değil sadece "ben yaptım..." demek için yapıyorum :))

Gerçi sahiplenme duygumun fazlasıyla geliştiğini gösterdiğim bu durumu yeğenim İlknur okuyunca epey sitem edecek ama olsun...Yine de söylüyorum "ben yaptım..." :)))

Geçen gün telefonla arayıp benden büyükçe bir tencere/kazan isteyerek aşure yapacağını söyleyen, ama bunu söylemekteki asıl amacı "yardıma ihtiyacım varrrr..." sinyallerini vermek olan ve ses tonuyla da bunu hissettiren :) evli ve bir çocuk annesi yeğenciğimle beraber daldık mutfağa...

Daldık dalmasına da...Malzemelerin her biri bir tarafta, kimi meyveler doğranmış, kimi bakliyatlar yumuşasın diye suya salınmış...Araya bir de akşam yemeği faslı girince savaş alanından farkı kalmayan ve benim bodoslama daldığım bu mutfakta boğuluyordum az daha :))

İlknur kuzum bu satırları okuduğunda gülerek "Aynur Abla yaaaa..." diyeceğini biliyorum...Ancak sevgili kocanın da beni gördüğü ilk anda onun kanayan yarasına parmak bastığım için, doğruları dosdoğru söylediğim için herzaman olduğu gibi "ver elini öpeyim ablam yaaaa..." diyeceğini de biliyorum :)))

Ama sen de şunu bil: O dağınık ortam nedeniyle geçirdiğim fenalık sonucu başıma giren ağrıyı kendi ellerimle yaptığım ve tadına doyamadığım aşureyi şifa niyetine yiyerek anca kesebildim :)) 

Neyse uzatmayayım...Şu nerdeydi, bu nerdeydi, şunu koyduk mu, bunu ilave ettik mi diye diye bir köye yeter dediğimiz aşuremizi pişirdik elbirliğiyle...Hem görüntüsüyle, hem de tadıyla nefis olduğunu söylemeden edemeyeceğim doğrusu :)

Paylaştıkça çoğalan, bereketi konusunda aksini düşünmediğimiz bu harika lezzeti apartman sakinlerine dağıtım işini ise bir diğer yeğenim, yani İlknur'un kardeşi Ömer üstlendi fotoğrafta da görüleceği üzere...

Sonuç olarak annemsiz yaptığımız bu ilk aşure için kendimize 10 üzerinden 10 verdik ki karşılıklı oturup kahvelerimizi içerken "oldu oldu, çok güzel oldu...valla yaptık, çok da güzel pişirdik, hallettik heheyyyttt..." dedik sürekli...Hani böyle sırıtan suratlarla...e kolay değil tabi savaş alanından alnının akıyla çıkmış komutanlarız ne de olsa :))

Bereketi hanelerimize de yayılsın inşaAllah...

Tanıştırma Amaçlı Not: İlknur benim büyük ablamın büyük kızıdır...Gerçi başka kızı yok ama büyük çocuğudur diye düzelteyim...Ömer benim büyük ablamın küçük oğludur...yani İlknur'un en küçük erkek kardeşidir...

Bilgilendirme Amaçlı Not: Yeğenlerimin hepsi bana "abla" der...Nedeni şudur: İlk yeğenim İlknur yeni yeni konuşmaya başladığında mahalledeki çocuklardan kapıp bana bu unvanı layık görmüştür :) Ondan sonra gelen yeğen ordusu da birbirlerinden duydukları için bana böyle hitap etmişler, beni hala ya da teyze olarak görmemişlerdir...Hala ya da teyze olarak tanıştırmak zorunda kaldıklarında hepsinin söylediği şey aynıdır: "Aynur Abla ya, sanki senden değil de yabancı birinden bahsediyor muşuz gibi oldu..." :)

8 Aralık 2011 Perşembe

İkisi Bir Arada...Ödül ve Mim...


Uzun bir aradan sonra ikisi bir yerde olan ödül ve mim Dürr-i YektaŞehirler Arası Aşk, Ben Kuşlardan da Küçüktüm ve Beyaz Kedi-Sil Baştan Başlamak Gerek Bazen bloglarından geldi...Güzel arkadaşlarıma çok teşekkür ediyor, her birine ayrı ayrı sevgilerimi gönderiyorum...

Mim konusu; hakkımdaki gerçekleri 7 maddede toplayıp yazmakmış...7 değil 77 madde olsa yine de yetmeyecek ama aklıma gelenleri hemen sıralayayım :)

1-Çoğu kişi gibi ben de hem ailemin her bir ferdine, hem de diğer tüm sevdiklerime ayrı ayrı düşkünümdür. Her birinin her bir konusuyla inceden inceye ilgilenir, üzerime düşen birşey varsa ki kesin vardır :) onların söylemesine fırsat vermeden hemen yaparım...Yeğenlerime olan düşkünlüğüm ise kendi annelerine bile güvenemeyecek şekilde had safhadadır...O kadar yani :)

2-Yıllar önce TRT'nin açmış olduğu spikerlik sınavının yazılı, mikrofonla metin/haber okuma ve konuşma etaplarını kazanmış, ancak hani o genel deyimle torpilim olmadığından mülakat sınavında elenmiştim...Yani demem o ki güzel konuşurum...Konuşma üslubu, ses tonu, konuşurken düzgün bir Türkçe ile anlaşılabilir ve doğru konuşmak benim için çok önemlidir...İyi bir dinleyiciyimdir...Kendini ifade edemeyen, mıy mıy mıy konuşan tiplere tahammülüm yoktur...Asla emir kipiyle konuşmam, bana konuşulmasına ise hiç dayanamam :)

3-Hem ev, hem mutfak, hem de dışarıda yapılması gereken her türlü işte çok becerikliyimdir...Yapmam gereken ya da benden yapılması istenilen her konuyu görev kabul ederim ve sonuçlandırıncaya kadar peşini bırakmam...Bu konuda hiç mütevazı olamayacağım...Uçan da kaçan da elimden kurtulamaz :)

4-Düzen ve temizlik en çok önem verdiğim konuların başında gelir...Dağınık ortamlardan hiç hoşlanmam...Hoşlanmadığım gibi o kalabalık görüntü beni daraltır...Hatta sinyallerini hiç kesmeyen migrenimi daha da bir tetikler ve sonucunda da başıma ağrılar girer :)

5-Aldığım kıyafetlerin bana uygun olup olmadığına dikkat ederim...Herkesin fiziğine göre seçim yapması gerektiğini hep vurgularım...Giydiğim bütün kıyafetlerde renk-desen-model uyumu benim için önemli olup, ayakkabı-çanta-makyaj bütünlüğüne de ayrıca dikkat ederim...Aynı kıyafeti üstüste iki gün giymem :)

6-Toplu taşıma araçlarına binmeyi sevmesem de bazen işe ya da bir yere gidip gelirken kullanmak zorunda olduğum zamanlar oluyor doğal olarak...Eğer ayakta gidiyorsam ve bir kişi kibarlık edip bana yer vermişse işte o anda sıkıntılı durumum başlamış demektir...Çünkü koltuktan kalkan kişinin yerine hemen oturamam ben...Aynı durum genel kullanılan tuvaletlerde de geçerlidir...Çıkan kişinin ardından hemen giremem...Bu gibi durumlarda mide bulantıma engel olamam :)

7-Organizasyon konusunda iyiyimdir...Yapılması gerekenleri, sırasını, nasıl olacağını kendimce bir düzen içerisinde önce kafamda, sonra uygulamada çok güzel hallederim...Dahil olan herkesin de buna uymasını sağlarım...Aksaklıklar, eksiklikler ya da uymayanlar olursa da çok sinirlenirim...ve beni tanıyanlar iyi bilirler ki o sinirlerimin zıpladığı anlarda kimse yanımda yöremde olmamalıdır...Sebep olanlar nasibini bolca alır :)

Daha yeni ısınmaya başlamıştım ama baktım sürem dolmuş :) Başta da dediğim gibi 7 değil 77 madde olmalıymış aslında...

7 Aralık 2011 Çarşamba

Mutlu Edin...Hem Kendinizi Hem de Onları...


Onları hiç unutmadık aslında...Nasıl unuturuz?
Onlar bizim savaşçı, yürekli lösemili çocuklarımız...

**********

Yaz bitti, okullar açıldı, bayramlar geldi geçti...derken Van depremi en onmaz yerimizden vurdu...Çok üzüldük, ağladık, kendimiz gidemesek de yüreğimizi kuş edip yolladık.
Kar taneleri sadece bembeyaz çadırların üzerine değil, içimize yağdı gecelerce...Yine de buz kesmedi kalbimiz...Hepimiz elimizden geleni yaptık onlar için...Yapıyoruz da...

Öte yandan sevgimizin sıcaklığına alıştırdığımız, yolumuzu gözleyen çocuklarımız var LÖSEV'de...
Bu yılbaşı sevdiklerimiz için hediye paketleri hazırlarken lösemili çocuklarımıza da bir tebessüm daha hediye edelim mi? Ne dersiniz?
Onlar bir tek kalemle, bir kitapla, bir çift çorap ya da çamaşırla bile öyle mutlu oluyorlar ki...Aslında hediyemizin sevgimiz, duamız, yumuşacık şefkatimiz olduğunu biliyorlar çünkü...
Dedim ya; Onları hiç unutmadık aslında...Nasıl unuturuz? Onlar bizim lösemili çocuklarımız...

**********

Eğer siz de çocuklarımız için bir yeniyıl hediyesi düşünürseniz, gönderilerinizi isterseniz Bulut Gölgesi bloğunun sahibesi Sevgili Tülin Hanım'a, isterseniz LÖSEV'in Reşit Galip Caddesi İlkadım Sokak No:14 06700 G.O.P/ANKARA adresine yollayabilirsiniz...

Hatta Ankara'daysanız, hem kendinizi hem de onları mutlu etmek ve hediyenizle birlikte sevginizi de kendiniz iletmek istiyorsanız lütfen Tülin Hanım'la irtibata geçiniz...

* Hediyelerinizi 20 Aralık tarihinde elimizde olacak şekilde göndermenizi rica ediyoruz...

* Tülin Hanım'a ait olan bu yazıyı kendisinin izniyle aynen yayınladım :)

5 Aralık 2011 Pazartesi

En Miniğimiz için Mini Parti...


En miniğimiz Yağız Kartal'ın ailemize katılışının 1. yılını her iki tarafın aile üyeleriyle beraber Cumartesi günü kutladık. Epey kalabalık olmamız ve en çok çocuklarla ilgilenmemiz nedeniyle sohbet etmek için pek fırsat bulamadık...Ama böyle güzel bir konu için birlikte olmaktan dolayı çokça keyif aldık...


Önce iki kişilik, ardından Yiğit Kartal'ın gelişiyle üç derken, Yağız Kartal'ın da yerini almasıyla onlar artık dört kişilik güzel bir aile...


Mini partimize mini konserle katılan prensesimiz Selinnur henüz yolun başında olmasına rağmen gördük ki epey yol katetmiş keman konusunda...Yüreğimizin en baş köşesine koyduğumuz kuzularımız için "Mavi Boncuk" şarkısını o çaldı, biz söyledik hep beraber :)









Onlar için elinden gelen herşeyi yapan, ömrüm olduğu sürece de yapmaya devam edecek olan ben Küçük Hala, anda kalsın anılarda yeralsın diye Yağız Kartalımla bir iki fotoğraf çektirdim şöyle gözlerden uzak köşelerde...Yiğit Kartalıma yakalanıp onun o "neden beni kucağına almadın?" der gibi sorgulayan bakışlarına hedef olmayayım diye :)

İyi ki doğmuş ve iyi ki biz onun ailesi olmuşuz...


Düğün pastasını da hep beraber keseriz ve hep beraber böyle güzel, mutlu pozlar veririz inşaAllah...
Sağlıkla, mutlulukla, huzurla...

3 Aralık 2011 Cumartesi

Kuzumuz Bugün 1 Yaşında...Yağız Kartal...

Geleceğini haber alıp, ailemize katılacağı günü sabırsızlıkla beklemeye başladıktan sonra, tam 1 yıl önce bugün (bknz.)  kucağımıza yerleşiverdi Yağız Kartalımız...

Mutluluk, huzur, sevinç ve başarılarının yaşı gibi sürekli artacağı sağlıklı bir ömür diliyorum kuzumuza...


Yüce Rabbim tüm evlatları sağlıkla anne, baba ve tüm sevdiklerine bağışlasın inşaAllah...



2 Aralık 2011 Cuma

Dişi Peri...


60'lı yaşlarda evli bir çift evliliklerinin 35. yılını sakin, güzel, romantik bir mekanda kutlamaktadırlar. Aniden karşılarında zarif ve güzel bir peri belirir ve şöyle der:

"Bu kadar uzun bir süre örnek bir çift olmanız ve hep birbirinize sevgiyle yaklaşıp sadık kalmanız nedeniyle her ikinizin de birer dileğini yerine getireceğim..."

"Ah, ben sevgili kocamla tüm dünyayı görebileceğimiz uzun bir seyahat yapmayı istiyorum" der kadın...Sevgi dolu gözlerle kocasına bakarak...

Peri sihirli değneğini şöyle bir sallar ve gerekli her türlü hazırlığın yapıldığını gösteren belgeler kadının eline geliverir...

Sıra kendisine gelince adam biraz düşünür ve:
"Evet...der. Tüm bunlar harika ve çok romantik. Ama böyle bir fırsat insanın ömrü boyunca sadece bir kez eline geçer ve artık ömrümüzün sonuna yaklaştık...Kusura bakma hayatım ama benim dileğim benden 30 yaş daha genç bir karım olması..."

Hem kadın, hem de peri oldukça büyük bir hayal kırıklığı içine düşseler de dileğin yerine getirilmesi gereklidir...

Bunun üzerine peri değneğini yine şöyle bir sallar veeee adam 92 yaşına gelir :))

*Erkekler her durumdan kendilerine göre pay çıkaracak kadar akıllı olabilirler...Fakat periler dişidir :)))

1 Aralık 2011 Perşembe

Hiçlik Makamı...


Nasreddin Hoca'ya sormuşlar:
- Kimsin ?

"Hiç" demiş Hoca...Hiç kimseyim...

Dudak büküp önemsemediklerini görünce bu kez Hoca sormuş:
- Sen kimsin ?

"Mutasarrıf" demiş adam...Kabara kabara...

- Sonra ne olacaksın ? diye sormuş Nasreddin Hoca...

"Herhalde vali olurum" diye cevaplamış adam...

- Daha sonra ? diye üstelemiş Hoca...

"Vezir" demiş adam...

- Daha daha sonra ne olacaksın ?

"Bir ihtimal sadrazam olabilirim..."

- Peki ondan sonra ?

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: "Hiç..."

- Daha niye kabarıyorsun be adam...Ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: Hiçlik makamında...  !!!

30 Kasım 2011 Çarşamba

Kısa Kısa...Kasım'da Yolculuk...

Aynı ayda/günde daha önceden neler yaşandığını, neler yapıldığını merak eder misiniz hiç? Ben ederim...Arasıra da olsa şöyle bir bakarım...Belli başlı, bilindik konular haricinde aklımda da kalmaz çoğu :)


Geçmiş tarihlerde Kasım ayında neler olmuş diye bir gözatayım dedim... Gün be gün kayıtlara düşülmüş o kadar çok şey var ki hepsini buraya aktaramayacağıma göre ben de kendimce bir liste oluşturdum :)
Hatırlamak için şöyle bir bakmak isterseniz buyrunuz:

1869 Süveyş Kanalı açıldı.
1918 Musul, Türk topraklarından ayrıldı.
1918 Birinci Dünya Savaşı sona erdi.
1922 Osmanlı saltanatı, TBMM kararıyla sona erdi.
1925 Şapka giyilmesi hakkında kanun kabul edildi.
1927 Ankara Zafer Anıtı açıldı.
1928 Yeni Türk harfleri kabul edildi.
1934 Mustafa Kemal'e ATATÜRK soyadı verildi.
1934 İsmet Paşa İNÖNÜ soyadını aldı.
1934 Lakap ve unvanlar kaldırıldı.
1938 Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Kurtuluş Savaşı'nın önderi ve ilk
         Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, Dolmabahçe Sarayı'nda
         saat 09:05'de öldü.
1938 ATATÜRK'ün naaşı İstanbul'dan Ankara'ya götürüldü.
1938 ATATÜRK'ün naaşı Ankara Etnoğrafya Müzesi'ndeki geçici kabrine
         kondu.
1946 UNESCO kuruldu.
1956 Orta Doğu Teknik Üniversitesi kuruldu.
1963 Kennedy öldürüldü.
1973 Anadolu Üniversitesi kuruldu.
1981 ATATÜRK'ün Başöğretmenliğe kabul tarihi olan 24 Kasım günü
         Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya başlandı.
1983 12 Eylül'den sonra kurulan partilerin katıldığı ilk genel seçim yapıldı.
         Anavatan Partisi (ANAP) 211 milletvekili ile tek başına iktidar oldu.
1983 Atatürk Barajı'nın temeli atıldı.
1983 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi.
1985 Demokratik Sol Parti (DSP) kuruldu.
1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edildi.
1993 Galatasaray, İngiltere'nin Manchester United takımını eleyerek,
         Şampiyonlar Ligi'ne katılan ilk Türkiye takımı oldu.
1996 Şans oyunu olan Sayısal Loto Türkiye'de başladı.
1996 Susurluk olayını başlatan kaza meydana geldi.
1998 PKK'nın başı Abdullah ÖCALAN Roma'da yakalandı.
1998 Danıştay, 10 aylık hapis cezası kesinleşince İstanbul Büyükşehir
         Belediye Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ı başkanlıktan düşürdü.
1999 Düzce'de 7,2 büyüklüğünde deprem oldu.
2008 Amerika'nın 44. başkanı Barack OBAMA oldu.
2010 Tarihi Haydarpaşa Garı'nda yangın çıktı.

********************

Uzun tarihler arasındaki kısa yolculuğumuzu yakın tarihimizi altın harflerle yazan Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün sözleriyle tamamlamak istiyorum...

"Evvela millete tarihini, asil bir millete mensup bulunduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu öğretmeliyiz..."

"Tarih, hayal mahsulü olamaz..."


* Bu arada sizlerin de dikkatini çekti mi? Benim masamdaki takvimde Kasım ayı 31 gün :))

28 Kasım 2011 Pazartesi

Üçü Bir Arada...Olmalı...


Köy sakinleri yağmur duasına çıkmışlardı. Bütün köy ahalisi toplandı.
İçlerinden birinde şemsiye vardı.
Bu inançtır...

Babalar bebeklerini havaya hoplatır, çocuklar gülmekten bayılır. Yere düşeceklerini akıllarına bile getirmezler.
Çünkü babası onu tutacaktır.
Bu güvendir...

Yatağımıza girerken, yarın uyanıp yaşamaya devam edeceğimize dair garantimiz yoktur.
Ama yine de ertesi güne dair planlar yaparız.
Bu ümittir...

ve bu üçü varsa, hayatınız güzeldir...

23 Kasım 2011 Çarşamba

Hayati...

Tamam herşey için çok gerekli ve vazgeçilmez bir madde olduğunu biliyorum...Canlıların yaşaması için hayati bir öneme sahip olduğunu da...ve bu nedenle biyologların suya "yaşam sıvısı" dediğini de biliyorum...



Bildiğim şu üç önemli bilgi bile bana hergün su içmem için gerekli itici gücü yapmıyor...Yapmıyor işte...Hani bardak bardak olmasa da gün içerisinde hiç olmazsa yudum yudum içeyim diye dikiyorum gözümün önüne 1,5 litrelik şişeyi...ama yok...Gördüğüm halde bile yönümü öte tarafa çeviriyorum :)

O sıcak yaz günlerinde şöyle kana kana içtiğim bir iki gün haricinde hiç sulu günüm olmuyor benim...olamıyor...Halbuki nasıl da özeniyorum suyu öyle içenlere...Hele içerken gırtlaktan gelen gurk gurk sesleri var ya...o bile hoşuma gidiyor :)

Hayat memat meselesi bu diyerek kendimi öyle zorluyorum, öyle zorluyorum ki bu kez de midem bulanıyor...Hatta boğazıma duruyor..."hadi canım, su boğaza durur mu" demeyin...Vallahi boğazıma duruyor...O yudumu gönderene kadar da sanırsın bir kaşık suda boğuluyorum :)

Hadi diyorum hiç olmazsa güzellik için zorlayayım kendimi...Daha da ilerleyen yaşlarda kimse buruş buruş olmak istemez değil mi :)...Ama bu bile en ufak bir etkilenme yapmıyor bende...Nafile...Kesinlikle anladım ki su içme özürlüyüm ben...Artık böyle diyorum kendime...

Gerçi kendimce mantıklı bir açıklamasını da buldum ben bu durumun...Galiba ben su ihtiyacımı deri altından alarak karşılıyorum...Hergün uzun saatler duş altında kalarak :) Vücut için gerekli olan su miktarını böyle alıyor ve tüm hücrelerime gönderiyorum diye düşünüyorum :)

Ne yani olamaz mı? İlla ağız yoluyla alınacak diye bir kural mı var? Benim vücudum kendi kendine böyle bir sistem geliştirmiş olamaz mı :)

Hadi sorularıma "evet, aslında olabilir..." diye bir cevap verin de rahatlayayım...Hadi ama...Gerçi "hayır, böyle birşey olamaz..." deseniz de yapacak birşey yok...Halâ su içemiyorum ben :(

Yaşam Sıvısı hakkında detaylı bilgi için buyrunuz...

21 Kasım 2011 Pazartesi

Haftasonu Mesaisi...

Annem geçen hafta Eskişehir'de oturan ablamın yanına gidince, ben de bu haftasonu Kartallarımla dolu dolu iki gün geçireyim diye kalktım onlara gittim...Hem de nasıl doluydu...Hatta dolup da taştı demek daha doğru olur :)

Cuma akşamı başladı aslında bu mesai...Haftasonu da geceli gündüzlü tam gaz devam etti...

Her ikisi de aynı anda uyanık olduğunda halimizin nice olduğunu tahmin etmek sanırım hiç de zor olmasagerek...Ne koyduğumuz yerde iki dakika duruyorlar, ne de evin ayak basmadık hiçbir yerini bırakmıyorlar...

Hele Yağız Kartal :) emeklemeye başladığı günden itibaren aman Allahım...Gözümüzü üstünden ayırdığımız saniye pıt pıt pıt her yere girip çıkmak istiyor...ama her yere :) O kadar sinirli ki, yönünü gitmesi gereken yerlere çevirdiğimizde ise ağlayarak kıyameti koparıyor :)

Bazen durup dururken, bazen de aynı oyuncak için birbirlerine girip bir anda ağlamalarıyla ortalığı savaş alanına çeviriyorlar...Sonuç olarak bu iki minik canavarın iki ayağımızı bir papuca sokmadığı bir zaman dilimi yok gibi sanki :)

Yiğit Kartal'ın ise uyku düzeni o kadar ilginç ki...Canı ne zaman isterse yatıp uyuyor, ne zaman isterse de kalkıp dolanıyor...Uyku saatin geldi hadi gel yatalım falan asla dinlemiyor :) Çoğunlukla hatta hergün demeliyim sabahın 4'ünde kalkıp hepimizi ayağa dikiyor...Sanki normal bir saatmiş gibi hopluyor, zıplıyor, oyunlar oynuyor, tv seyrediyor...Onun cıvıltılarına bu kez Yağız Kartal uyanıyor. Haydi buyrun bakalım maaile ayaktayız ne güzel :) Tabi sonrasında da kardeşine vermemek için kendi bindiği yürüteçte uykuya yenik düşüp böyle sızıyor işte :)

Şu an benim çizdiğim görüntü de tıpkı onun görüntüsü gibi...Uyku nedir bilmeden koşturmayla geçen ve sonucunda da yorgunluktan bitap düşüren haftasonu mesaisini bitirdikten sonra bugün normal mesaiye başladım...başlamasına da masamın üzerine aynen bu şekilde sızıp kalacağım neredeyse :)

Ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar yorarlarsa yorsunlar...Hepimize herşeyi unutturan o tadları var ya...ah o doyumsuz tadları var ya...Dünyanın var malına değer...Tam da öyle işte :)

18 Kasım 2011 Cuma

Hep Birlikte "... bee" Diyelim mi...


* Parti ayrımı gözetmeksizin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir TOPBAŞ, 39 ilçe belediye başkan ve meclis üyelerini davet ederek biraraya getirmiş. Hep birlikte İstanbul'un büyük depreme hazırlanması için ne yapabileceklerini konuşmuşlar. TOPBAŞ, İstanbul'un makus kaderini değiştirmek için siyasetüstü bir anlayışla biraraya geldiklerini belirtmiş...

Şimdi tam bu noktada "... bee" demeden önce önemsiz!!! bir iki soru geliyor insanın aklına:

Soru 1- Hadi öncesini geçtim de 1999 depreminden bu yana geçen 12 yıllık süre zarfında basbas bağrılan bu olası büyük deprem ile ilgili hiç mi birşey yapmadınız da şimdi komisyonlar kurup çalışmalara henüz başlayacaksınız?

Soru 2- Siyasetüstü bir koordinasyonla İstanbul'u en kısa sürede deprem riskinden kurtarmak olan o ulvi amacınız aklınıza yeni mi geldi?

* Çin'de yoldan geçen bir minibüsü durduran polis, benzerine ancak Guinness Rekorlar Kitabı'nda rastlanacak bir görüntüyle karşılaşmış. Normalde 8 kişilik olan bu minibüs, kendini otobüs sanmış olacak ki tam 66 çocuğu taşıyabileceğini göstermiş...

* Bedelli askerlikte son düzenlemeler yapılmış ve Bakanlar Kurulu'nda imzaya açılmış. Asker, bedelli askerliğin üniversite mezunlarına uygulanmasını isterken, tasarıya göre eğitim şartı olmayacakmış...

Hükümetin hazırladığı bedelli askerlik tasarısı kriterlerini 400 bine yakın insan taşıyormuş. Bu olanaktan yararlanacak kişi sayısının ise 100 bini bulması bekleniyormuş...

Hükümet tahmini 2 milyar 500 bin TL. gelir bekliyormuş bu işten!!! Parayı da şehit yakınları ve gazilerin yararlanması için Sosyal Yardımlaşma Fonu'na aktaracakmış...

* Şikeye teşebbüs edenlere eski maddeye göre 5 ile 12 yıl arası hapis cezası öngörülürken, kulüpler "şikeye teşebbüsün" ceza olmaktan çıkarılmasını istiyormuş. Partiler reddedince 1 ile 3 arası hapis cezasında anlaşmışlar!!!

Sözkonusu değişiklik çalışmasını FİFA Tahkim Kurulu Üyesi Levent BIÇAKÇI ile birlikte hazırlayanlar dikkat çekmiş. Kimmiş peki bu beraber çalıştıkları dikkat çekici kişiler?

"vay bee" mi, "vah bee" mi, yoksa "yuh bee" mi?
Varın siz karar verin artık...

17 Kasım 2011 Perşembe

AnKARa'nın İlk KARı...

Kış ha geldi, ha gelecek...Kar ha yağdı, ha yağacak derken nihayet Ankara'nın şehir merkezine ilk kar dün akşam düştü...Gelişine hazırlık olsun diye de önce yağmuru gönderdi, ardından bir iki bir iki derken kendisi de geliverdi...


Öyle kış mevsimine yakışır lapalığını üzerimize bulaştırmadı gerçi ama olsun...bu kadarını görmek bile beni mutlu etti :)

Gerçi çok değil daha bu Mart ayında çektiğimiz çileyi düşününce ve korkarım ilerleyen aylarda aynı şeyler kuvvetle muhtemel başımıza gelince yine böyle mutlu olur muyum bilemiyorum...Büyükşehir Belediyesi büyüklüğünü unutup küçük hesaplar yaptığından mıydı neydi...Bize çektirdiklerini ve sonrasında kendi kendimizi nasıl da mutlu ettiğimizi şuradaki yazımda anlatmıştım...

Bugün durumlar nasıl mı?

Daha büyüklerini toplamak için küçük stresini de hırsını da dün akşam bir nebze olsun atıp gittiğinden olsa gerek önceki birkaç güne kıyasla daha yumuşak...

Şehir sisli puslu...Gökyüzü olabildiğince gri...Merak etmeyin beklediğinize değecek bir kış yaşatacağım sizlere der gibi :)

15 Kasım 2011 Salı

Güvercinim Süt Beyaz...

Öyle evimde kedi, köpek, kuş gibi canlıları besleyen biri değilim...ki böyle birşeyi yapabileceğimi de hiç aklım kesmez...Olsa olsa yazın bir iki sinek olur ki onlar da bir an evvel bulundukları mekanı terketsinler isterim :)
Tabi evimde hayvan beslemiyor olmam demek, onları sevmiyorum demek değil asla...



İşyerimde ise durum biraz farklı...Hemen hemen hergün şu fotoğrafta gördüğünüz güvercinlere ne yedirsem acep diye düşünür dururum...Bugün kısmetlerinde evden getirdiğim ve özenle ufaladığım bayat ekmek içleri vardı. Daha elimi pencereden uzatmıştım ki hepsi birden hızla üşüştü pencere denizliklerine...Aşağıya düşürmemek için itina gösteriyorum...Zira mağaza sahipleri çok kızıyorlar bu işe...Haklı olarak...Gerçi bizim kurumun o denizlik denilen kısmı epey geniş...Rahatça serpiştiriyorum mönüyü önlerine...

Geçen gün oturduğum apartmanda da aynı şeyi yaptım ama aşağıya inmemiştim. Hani balkondan söyle serpiştireyim de kısmeti olan yer nasıl olsa dedim. Yan apartmandan komşu gördü. Birşey demedi gerçi ama ben yine de biraz utandım. Sanki elimde bir çöp var da çöp kutusunun kapağını açmaya üşenmişim, onun için kimse görmeden aşağıya salıvermişim gibi hissettirdi bana...Gayet güzel bir amaca hizmet ettiğimi düşündüğümden bu utanç duyma konusu pek fazla uzayıp kötü etki bırakmadı bünyemde...Ama komşumun hakkımda ne hissettiği konusunda aynı şeyi söyleyemeyeceğim...

Fotoğraftaki grili, siyahlı güvercinlere bakıp da yazımın başlığıyla "ne alaka" demenizi istemem...Bugün dilime dolanan türküdür buna sebep...Çoğumuzun da bildiğini düşünerek birlikte söyleyelim diyorum...Haydi elleeeer...

Güvercinim süt beyaz
Yine geldi bahar yaz
Kurban olam Allahım da
Seveni sevene yaz...

devamı için buradan buyrun lütfen:
http://www.izlesene.com/video/fatih-gurgun-belkis-akkale-guvercinim-sut-beyaz/2320401
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...