28 Eylül 2011 Çarşamba

İyiki...İyiki...İyiki...


Tarih :   28 Eylül 1990
Saat  :   21:30

Dünyaya geliyorum sinyallerini ilk verdiğinde anneannesi ve rahmetli dedesi koşup gitmişti küçük hanımı karşılamak üzere ta Mersin'lere...Hastane odasından beni arayıp da "ismini ne koyalım?" diye sorduklarında sevdiğim iki isimdi ilk aklıma gelen..."Pelin" ya da "Selin"...Kesinlikle bunlardan biri olsun demiştim.

İsim annesi olduğum bu Küçük Hanımla benim ilk tanışmam ise doğduktan 3 ay kadar sonra olabildi ancak. Sayesinde ben de bu kez Küçük Teyze olmuştum :)

Gördüğüm anda ilk söylediğim "abla bu kabak kafalı, kepçe kulaklı birşey ya..." demek oldu :) Zira kafasında tek bir tel saçı bile olmayan, bembeyaz, hani neredeyse şeffaf görünümlü bir bebekti...Işığa tut arka tarafı gör...o kadar yani :)


O kadar akıllı, o kadar uslu bir bebekti ki bırakın ağladığını mızırdandığını bile hiç duymazdık. Evde bir bebek var mı yok mu belli bile değildi. Hatırlıyorum ablam gece boyunca sürekli keltoş kızının odasına defalarca girer çıkar, sesi hiç çıkmadığından nefes alıyor mu diye kontrol ederdi :)


İlk gördüğüm anda ona yakıştırdığım sözleri bana yuttururcasına :) yıllar geçtikçe öyle güzel bir hal aldı ki kendinden kıvırcık ve bir o kadar da çok saçlarıyla dupduru, su gibi birşey oldu. 


Her zaman ağır duruşuyla, kendinden emin, akıllı, mantıklı ve olgun davranışlarıyla hep yüzümüzü güldürdü, yüzünün hep gülmesini istediğimiz güzeller güzeli Pelinimiz...


Ömrün uzun olsun güzelliğim...
Sevdiklerinle ve sevenlerinle beraber sağlıkla, mutlulukla ve huzurla geçireceğin nice senelerin olsun...ve bütün güzellikler hayatının her döneminde, her alanında seni bulsun...Doğum günün kutlu olsun...

27 Eylül 2011 Salı

Kısa Kısa...Benden...


Abim kısa süreli bir şehir değişikliğinden sonra iki hafta önce tekrar Ankara'ya taşındı. Dakika bir gol bir, geçen hafta evine hırsız girdi. Tam onlar pencereden girmişken, aynı anda kapının açıldığını duyar duymaz kaçmışlar. Şükür ki karşılaşmamışlar, şükür ki olası kötü bir durum başımıza gelmemiş...

İki gündür dairedeki internet bağlantısında yoğun çalışmalara rağmen halâ çözülemeyen bir sorun var. Ara ara geliyor ve gidiyor. Hayatımıza ne kadar işlediyse daha önceleri ne yapıyorduk acaba diye sorup duruyorum kendi kendime. Uzun telefon görüşmeleri yaparak gidermeye çalışıyorum yokluğunu ya da doldurmaya çalışıyorum boşluğunu...

Yaz başından beri işe gelip giderken servis aracını kullanmıyorum. Kısa mesafe yol arkadaşlarımı özledim. Tekrar binmeye başlasam iyi olacak galiba...

Öğle yemeklerimi kendi getirdiğim yiyeceklerle ya da geçiştirerek hallederim neredeyse çalışmaya başladığım ilk günden beri. Bugün yemekhaneye çıktım uzun zamandan sonra. Görmek istediklerimi de istemediklerimi de gördüm. Zoraki selamlaşmalardan, hal hatır sormalardan oldum olası hiç hazetmem. İnsan bazen, bazı durumlarda hoşlanmadığı şeyleri bile yapabiliyor...

Son iki senedir sessiz ve olabildiğince sakin devam eden işyeri hayatım beni iyice rahatlığa alıştırdı. Bu rahatlık yoğun tempoya alışkın bünyeye zaman zaman zarar verirken, ruhu ziyadesiyle dinlendiriyor...

Ankara'da güneş bir görünüp bir kaybolurken, kapalı havaları da sevdiğime iyice kanaat getirdim. Zira çoğu insanı bunaltan, karartan bu havalardan öyle olumsuz yönde hiç etkilemezken, sanki beni daha da canlandırıyor diye düşünmekteyim...

Hiçbir işlem yapmadığım halde hemen hemen her bankadan, kapısının önünden geçmediğim halde hemen hemen her mağazadan cep telefonuma gelen reklam içerikli mesajlar artık iyice sinirimi bozuyor. Kayıtlar da bile görünmesine izin vermediğim numaralarımı kim, nereden, nasıl alıyor merak ediyorum...

İhlal ettiklerim olsa da genel olarak kurallara uyarım. Özellikle trafikle ilgili olanlara. Işığın kendisine yanmasını beklemeden elinde iki çocukla karşıya geçmeye çalışan genç anneye çattım sabah. Oralı bile olmadı. Hadi kendi canını bırak da çocuklarının canı da onun için önem arz etmiyor demekki. Arkadaşlarım birgün dayak yiyeceksin elalemi yola, hizaya sokmak isterken diyor...

Eskiden arkadaşlarımdan gelen buluşma tekliflerine ikiletmeden katılır, eve girmek istemezdim. Biliyorum benimle vakit geçirmekten inanılmaz keyif alıyorlar ama son birkaç yıldır evden dışarı çıkmak istemiyor canım. Yaşlandığımın delaletlerinden sanırım. Onları kırmadan red cevabı verirken bildirdiğim mazeretler geçerliliğini yitirdi. Aradıklarında ne desem artık diye düşünüyorum...

Koca bir yazı sadece bir kitapla geçirdim. Şu aralar okuma isteği yok içimde niyeyse. Kendime de yazarlarına da ne kadar ayıp ettiğimin farkındayım. En kısa sürede kitapçıya uğramalı, tavsiye edilen ve notları tutulan kitapları almalıyım. Hiç olmazsa telafisini kışın yapabilirim diye düşünüyorum, umuyorum...

Bu kadar...Şimdilik...

23 Eylül 2011 Cuma

Ankara Grisi...


Soğuk bir Ankara akşamıydı, hatırlıyorum...
Yalnızdım ve biraz da sarhoştum...
Gri bir rengi vardı havanın,
ve kaldırım taşları bozuktu.
Hava mı yoksa içim miydi soğuk olan...
Bir türlü anlayamamıştım..

Niçin ya da nereye yürüyordum...
Onu bile bilmiyordum...Ama arıyordum...
Kaybedilmiş duyguları, hayatımın rengini arıyordum...
Soğuk bir Ankara akşamıydı hatırlıyorum...
Yalnızdım hem de yapayalnızdım...

Mehmet MURAT

21 Eylül 2011 Çarşamba

Bloglara Ayrılmasak...MİM...


Yine çoktan seçmeli iki aynı, bir farklı konu ve yine seçim yapması güç bir durum...Beni bu güç durumda bırakanlar ise işte onlar...
Sevgili Yasemin, Sevgili Zeliha ve Sevgili Ayşegül :)

İtiraf etmeliyim ki blog yazarı arkadaşlarımın bu tür yazılarında ismimi görmek çok hoşuma gidiyor...Lakin ben işte şuradaki yazımda da belirttiğim gibi pek sevmiyorum böyle ayrım yapmayı...Çünkü her bloğun ve yazarının bana yakın ya da uzak, soğuk ya da sıcak, iyi ya da kötü gelen yazıları, düşünceleri var normal olarak...

Bizler tek bir çatı altında farklı odaları olan ve sahip olduğumuz o odaları istediğimiz gibi döşeyen, kullanan kişileriz...ve ben hangi kapıyı çalsam farklı güzellikte ya da özellikte bir konuyla karşılaşıyorum.

Herhangi bir kategorilendirme yapmadan, emek veren tüm arkadaşlarımı ziyaret etmekten, okumaktan, yorumlamaktan çok büyük keyif aldığımı söylemeliyim...

Ölmeden önce mutlaka yapmak istediklerim değil de kısmet olursa yapmayı düşündüklerim var ki onları da yaz yaz bitmez Yasemincim...

Bir mim konusunu daha kazasız, hasarsız atlatırken, mim gönderen ya da mimleme yapan mı demeliyim acaba :) arkadaşlarıma teşekkür ediyor, her üçünü de sevgiyle kucaklıyorum...

19 Eylül 2011 Pazartesi

Haftasonunun İcmali...Haftabaşının Günceli...

Tatil dönüşü el kol kalkmaz bir vaziyette olunca eve de hiç el atmamıştım iki haftadır. Annem de ben de huzursuz oluruz öyle rutin aralıklarla temizlik yapmadığımız zaman...Haydi bakalım geçen hafta kendini akladın pakladın bu hafta da yaşadığın yuvan için aynı şeyi yap dedim ve Cumartesi sabah halıları yıkamaya gönderip dip köşe bir güzel temizlik yaptım.


Yapmasına daaa...Mini bir iş girişimi nedeniyle üç yıl gibi kısa bir süre geçici ikamet değişikliği yaparak Ankara'dan ayrılan en büyüğümüz, babamızdan sonra yerine koyup köşesine oturttuğumuz Sevgili Abimizin geçen hafta tekrar aynı semtte yakınımızda bir yere taşınmasıyla annemin aklına dank etti ve "Abin içli çöreği çok sever...Hadi ara da öğleden sonra gelsinler yapayım...Yusuf'la Gelincik de gelsin...Yavru Kartallar olmadan ortam olmaz bizde...Oldu mu tam olsun onlar da gelsin" dedi ve bir anda evimiz bayram yerine döndü.

Ah be annem...Oğulcuğun için yapacağın çörekli, gözlemeli hoşgeldin karşılamanı benim temizlikten önce yapaydın ya ne vardı... :)


Annem diye söylemiyorum ama en iyi yaptığı şeyler listesinde en üst sırayı alır içli çörek...Ispanaklı, patlıcanlı, domatesli, soğanlı...Hatta isteyene yumurtalı ya da şekerli...O kadar yani :)

İçine bolca sevgisini katıp kendi yoğurduğu hamuruyla herşeyi kendi hazırlar, kendi pişirir...Bize ise her zamanki gibi sadece afiyetle yemek kalır :)

Pişirilen çörekler, içilen çaylar kahveler, yenilen kuruyemişler dondurmalar derken, üstüne bir de Yaradana kurban Yavru Kartallar'ın el atmadığı ayak basmadığı hiçbir köşe kalmayınca ev eskisinden daha beter oldu...Kısaca dandini diyeyim ben o görüntüye :)


Bir önceki günün bünyeye zarar o çok hareketliliğinden dolayı yorgun olan bedenim haydi Bismillah diyerek Pazar günü tekrar koyuldu temizliğin dibine dibine vurmaya...Yine el değmedik yer bırakmadan hem de :)

Akşam olunca arkadaş oğlunun ilk mürüvvetini görme eğlencesine katıldım ki halay bile çektim yorgunluk falan dinlemeden...Ne demişler "düğüne giden oynar" değil mi :)


Haftasonum özet olarak böyle geçerken haftabaşının gündemindeki iki konuya da değinmeden geçmeyim diyorum...

Malum mini mini küçükler, çalışkan büyükler 2011-2012 eğitim ve öğretim yılının ilk gününü yaşıyor bugün. Hayırlı ve uğurlu olmasını, hepsinin hedeflerindeki güzelliklere ulaşmalarını diliyor, umuyorum.

ve diğer konu ise yine Ulus Meydanı'nda yapılan törenden anladığım, öğrendiğim ya da hatırladığım diyelim daha doğru olur...Gaziler Günü...

Bugünlerimizi böyle rahat, refah ve ferah içinde yaşamamız için canlarını ortaya koyan, ülkemizin sessiz kahramanları şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi de saygıyla anıyorum...

16 Eylül 2011 Cuma

İyi Geceler...

Evet farkındayım...İyi geceler dilemek için birazcık erken bir saat ama olsun...



Uykusuzluk çeken tüm blogcanlara gelsin Kartal Kardeşlerin bu güzel ve insanı rahatlatan görüntüleri :))

15 Eylül 2011 Perşembe

Kahve Altı...

Sabah kahvelerini içmeden önce mutlaka birşeyler atıştıran eski topraklar diye bahsettiğimiz dedelerimiz/ebelerimiz "kahveden önce yenilen" anlamında kullanırmış bu kelimeyi...Sonraları ise Türk Dil Bilimcilerinin "ünlü erimesi" dediği şey olmuş ve söylenmesi daha kolay bir kelime olarak yerleşmiş/geçmiş dilimize "KAHVALTI"...


Evet...Bizim de hafta içi mesaiye başlamadan önce yardımcım Sevgili Yasemin'le her ne yoğunlukta olursak olalım asla taviz vermeden ve hiç aksatmadan yaptığımız en güzel yeme içme eylemidir kahvaltı. Mönümüz o günkü ağız tadımıza ve can isteğimize göre değişir tabi ki...

Beni tanıyanlar iyi bilirler, sevmem ben öyle yavan sofra...illa çeşit bol olacak ve illa karnımdan önce gözlerim doyacak :) Hiç üşenmeden de hazırlarım, yaparım saat kaç olursa olsun. Aslında benim en keyif aldığım yemekten çok hazırlayıp yedirmek galiba...Bugünkü mönümüzü oluşturan ve yazıyı yazmadan önce mini masamızda yenmek için bekleyen çeşitler ise işyeri için fena sayılmaz değil mi :)

Biraz geç oldu ama bugünkü yazıma konu oluşturan bol köpüklü Türk kahvem de geldi. Şimdi onu höpürdetirken iki lafın belini kırmak, hatta o da yavan olmasın yanında bir de tellendirmek lazım gelir :))

13 Eylül 2011 Salı

Sefamız Oldu...

Efendim ne desem, nerden başlasam, ne şekil anlatsam bilemiyorum. Kim çıkardıysa, günümüze kadar taşınmasında kimlerin katkısı olduysa tek kelimeyle harika bir iş yapmışlar bence...

Yıllardır yanımdaki yöremdeki tüm eş, dost, akrabalarıma söylüyorum "ne olur giderken bana da haber verin de ben de takılayım size, bir göreyim, şuranın tadına hiç olmazsa bir kez olsun ben de bakayım" diye. Ama nerdeee...

Sanki onlar götürmediler de ben gidemedim mi :) Fundacım sağolsun...Birbirimize yoldaş olduk da her ikimizin de en çok istediği şeylerden birini daha birlikte gerçekleştirme fırsatını bulduk.
Cuma günü verilen kararla Pazartesi günü yani dün öğleden sonra daireden firar edip soluğumuzu işte burada aldık :)


Detaylı bilgi almak isteyenler buyrunuz lütfen...


Tarihi bir hamammış burası...AB projesi kapsamında yenilenmiş ve yeni/modern eklemeler de yapılmış. Eski halini bilmediğimden benim için artık gördüğüm bu hali geçerli...ve en önemlisi tabi ki temizliği ve çalışanlarının güleryüzlü olması...



Funda "Aynur Abla, giriş ücreti 18 TL. ve sonrasında yaptıracağımız her işlem için de ayrı bir ücret alınıyor." deyince ben de "biraz pahalı gibi ama olsun...e madem öyle biz de parmaklarımız buruş buruş olana kadar, hatta perde ayaklı olana kadar suyla oynarız." dedim ve dediğimi de yaptım :))

Fakat ne yalan söyleyim girdiğimiz ilk andan itibaren "oh oh ne iyi yaptık...ne iyi ettik de geldik...oh sefamız olsun" demeden kendimizi alamadık.

Sevdiklerimle beraber olduğum her türlü ortama, yaptığım her türlü paylaşıma evet...evet olmasına da son zamanlarda özellikle kendim için yaptığım en keyifli, en dinlendirici, en rahatlatıcı aktiviteyi gerçekleştirdim dersem yalan söylemiş olmam herhalde :)

Tadını da aldım, yolunu yordamını da öğrendim nasıl olsa...Fırsatını bulduğum her an benim yolum düşer artık oralara... :)

12 Eylül 2011 Pazartesi

Keyif Bu Olmalı :))






Bu gününüz dünden, bu haftanız bir öncekinden çok daha güzel geçsin...

9 Eylül 2011 Cuma

Gençlik Başta Duman...


Bir önceki akşam iş çıkışı yine bindim belediye otobüsüne ve sanki benim için her daim ayrılmış olan en arka köşedeki koltuğuma kuruldum. Benden iki durak sonra binen resimdeki şu üç çılgın çıtır bir anda otobüsü tiz konuşmalarıyla çınlattı. Belli ki erkek arkadaşları var ve belli ki bir sorun da var...Galiba buluşamamışlar mı ne...ama öyle keyifliler ki alıp götürdüler beni lise yıllarıma...

Biz de samimi üç kız arkadaş başka bir arkadaşımızın evine ders çalışmaya gitmek için bindik belediye otobüsüne ve en arkada ayakta duruyoruz. Benimle aynı jenerasyonda olanlar sanırım daha iyi bilir...Eskiden evlere ders çalışmaya, kütüphanelere dönem ödevleri hazırlanmaya gidilirdi. İşte biz de o gün okuldan sonra bir arkadaşımızın evine gidiyoruz.

Gençlik işte...Herşey gülmek için bahane oluyor...Tıpkı o gün bize olduğu gibi...a diyoruz gülüyoruz, b diyoruz gülüyoruz. Hatta gülmek ne, krize giriyoruz. Etrafı rahatsız etmemeye çabalarken çıkardığımız sesleri de varın siz düşünün artık :)

Neyse...En arkada ayakta biz böyle lay lay lom vaziyetteyken hemen önümüzdeki koltukta bir anne ve 5-6 yaşlarında bir kız çocuğu oturuyor, ama minik kız yönünü bize dönmüş, sürekli izlemekte...Annesi ise ara ara bize sinirli bakışlar fırlatmakta...Belli ki kınıyor bizi...Hatta annelerimizi...Nasıl kız çocuğu yetiştirmiş bunların anaları mı diyor artık neyse :)

Biraz yol aldıktan sonra anne farkediyor ki kızı gözlerini kırpmadan bize bakıyor, kafasını tutup öne doğru öyle bir çeviriyor ki "Dön kız, sen de onlar gibi olursun Allah muhafaza..." diyor ve birkaç birşey daha geveliyor ağzının içinde :) Bizim bunu duyduktan sonra aslında kendimize çeki düzen verip daha üsturuplu olmamız gerekiyor değil mi? Fakat biz ne yapıyoruz peki? Susuyor muyuz...Hayır :) Üstüne daha da fazla gülmeye başlıyoruz. Ama dedim ya herşeye gülmeye programlanmış gibi oluyor insan o yaşta...

********************

Gelelim fotoğraftaki şu üç çıtır gence...Bıcır bıcır konuşuyorlar hiç susmamacasına ve yüksek sesle...Dünya onların da umurunda değil belli...Otobüs sakinlerinin çoğunun yorgun, sinirli ve kınar gibi bakışlarının tam aksine ben gülümseyerek izliyorum onları...Tıpkı yıllar önce bizi izleyen o minik kız çocuğu gibi...

"Hepiniz çok şeker görünüyorsunuz, gözlükleriniz de ayrıca çok hoşuma gitti...Bir fotoğrafınızı çeksem olur mu?" diye sorduğumda verecekleri pozu ayarlarken attıkları çığlıklarla ve kahkahalarla aynı anda birçok göz de arkaya doğru çevriliyor :) ve beni de ortak ediyorlar yine yıllar öncesindeki gibi kınayan bakışlara...

Kendi kendime ama onları muhatap alarak "yahu siz hiç mi genç olmadınız ya da genç olduğunuzda hiç mi başkalarına tuhaf gelen bir davranışta bulunmadınız?, tamam kabul, az biraz rahatsız ediyorlar ama genç işte onlar, kanları kaynıyor ve hala başlarında dumanları tütüyor" diyorum. İnmek üzere kapıya yanaşırken bu üç güzel kıza teşekkür ederek onlarla diğerlerini bırakıp basamaktan aşağı iniyorum.

Hatta onlara bir de el sallıyorum. Aslında onları değil de galiba liseye yeni başlamış Aynur'u uğurluyorum...Zira benim başımdaki o duman dağılalı bir hayli zaman oldu...

6 Eylül 2011 Salı

Şeker Tadında...



Deniz, kum, güneş + temiz hava, üstüne bir de bol gıda...Tüm gün bunların hepsini aynı anda bünyede barındırmaya herkes tatil diyor ama ben "dinlence" demeyi daha çok seviyorum. İlk iki hecenin birleşmesiyle oluşan o emredici söz var ya, işte onu:"dinlen" :))


Dinlen işte o kadar söylüyorum der gibi :) Gerçi, aslında ve hatta yorgunluk tavan yapıyor da insan yuvaya dönünce anlıyor bunu. Hele bir de gece yarısı eve darın düşüp, hemen ertesi gün işe başlamışsa...Ama o bıraktığı tad yok mu...ah o tad, keyif, rahatlatıcı duygu yok mu...İşte ondandır tırım tırım tırmanarak, o kadar yolu teperek gidiyoruz denize, iyot kokusuna, yeşilliğe...ve ben onun için imreniyorum deniz kenarında veya yakınında yaşayan insanlara...


Aile fertleriyle yapılan her türlü faaliyetten hoşlanan ben, bayram tatilini de ailenin çekirdeğiyle yaptım. İyi de yaptım, çok da güzel yaptım. Ha araya bir de yardımcım Sevgili Yasemin'i serpiştirdim. Nasıl olsa o da aileden artık. Benim enerjime, hareketliliğime yetişemese de eh işte öğrenecek yavaş yavaş bulunduğu her ortamdan keyif almayı ya da keyif alacak birşey bulmayı :)


Tad demişken, bol gıda demişken yol kenarında satılan şu harika tadları da görüntülemeden ve burada yayınlamadan edemedim...Tadına baktıktan sonra elbette :)


Fotoğraf makinası elime geçince ki hiç bırakmıyorum :) börtüyü böceği, toprağı çiçeği, geceyi gündüzü, herşeyi ama herşeyi karelere hapsetmek istiyorum ve yapıyorum da :))
Sonra da bakıyorum "vay be, şu görüntüye bakın, anca bu kadar profesyonel çekim yapılabilir" diye kendi kendime övgüler yağdırıyorum :))
Ama ama ama haksız da sayılmam değil mi? Şu günbatımı karelerine bir bakar mısınız lütfen :)



Evet...Bir bayramımız daha şeker tadında, ama tıpkı şeker gibi çabucak eridi ve geçti gitti...
Rabbim hepimize tüm sevdiklerimizle beraber nice nice bayramlar göstersin inşaAllah...Tabi ki sağlıkla...


Sizi bilmem ama ben şimdiden beklemeye başladım bile :))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...