29 Mart 2012 Perşembe

Elma Kurdu Merak Etmiş :)

Sevgili Elma Kurdu merak ettiği birkaç konudan oluşan sorular hazırlamış...Kişiye özel bir mim yapmış demek daha doğru aslında...Bana da cevaplamak düşer tabi en samimisinden :)


1-Burcun?
07 Temmuz doğumlu biri olarak tam bir Yengeç Burcu'yum ben...Doğum tarihime göre olan burcum bu tamam da bir de doğum saatine göre olan burç var değil mi? Hani Yükselen Burç denilen şey...O da Başak oluyor...Genel özelliklerini taşır mısın? diye devamında bir soru geldiğini farzederek "evet" diyorum...Her ikisi için, hem de birçoğunu...Hatta hemen hemen hepsini :)

2-En çok sevdiğin 3 arkadaşın?
Bire bir tanışıp sürekli görüştüğüm, birbirimizin herbir şeyini bildiğimiz, arkadaşlarım/dostlarım arasında Reyhan var...Bir de Funda (Renginle Renkli Hayat)...Yaşı benden epey küçük olduğu için daha çok kardeş olarak kabul ettiğim Yasemin var (Uğur Böceği)...ve Mersin'de yaşayan Belgin...Ayda yılda bir buluşsak da hiç ara vermemiş gibi kaldığımız yerden devam ederiz Harika ve Hale kardeşlerle...Hakan var bir de 21 yıllık arkadaşım/dostum...Zaman zaman beni sinirlendirip kendine bulaştıran Yücel'i de unutmayayım :)

Bir de sadece bloglarını okuyarak tanıdığım, yüzyüze görüşüp hiç tanışmadığımız halde arkadaşım olarak kabul ettiğim, onlar için birşeyler yapmaktan mutlu olacağım arkadaşlarım var...Mesela Sevgili Seçil...Onunla görüşmelerimiz bir basamak atlayarak telefonla görüşme şekline dönüştü :) Aynı şehirde olmadığımızdan tabi...Yine başka şehirde olan Sevgili Dayatılanla Yaşayan var...Sohbetinden keyif aldığım Tuba, Yekta ve tabi ki sen varsın Elma Kurdum...Bu kez bahar fotoğrafları çekeyim mi sana :)

3-En çok özlediğin yaşın?
Yaş olarak değil de dönem olarak galiba çocukluğum diyebilirim...Sorumluluklarının olmaması açısından düşünülürse bence çoğu kişi için en çok özlenen dönemdir çocukluk...Üstüne birde yaşadığımız yerin çok güzel oluşu, komşuluk ilişkileri, sonsuz güven, sınırsız sevgi ve oyunu da ekledik mi keşke hep o zamanlarda kalsaydım diyorum :)

4-Hayat felsefen?
Bu bir hayat felsefesi midir bilemiyorum ama herzaman sevdiklerimin mutluluğu ile mutlu olanlardanım...Onlar için yap(a)mayacağım şey yok gibidir...Vermekten yanayım hep...Mutluluk vermek, hediye vermek, sevgi vermek, zaman vermek, huzur vermek...Şimdiye kadar da geri dönüşümü sevgi, saygı, ilgi ve bir dediğimin iki edilmemesi şeklinde olmuştur hep...Yani her durumda ben kârlıyım :)

5-Hayattan beklentin?
Bu saatten sonra hayattan beklediğim birşey falan yok açıkçası...Sağlığım yerinde olsun, sevdiklerimle birlikte olayım...Güzel, huzurlu, mutlu bir şekilde noktamı koyayım istiyorum o kadar...Daha ne olsun değil mi :)

6-Olmasını istediğin 2 şey?
Böyle sayı sınırlaması olunca ne yazacağımı, olmasını istediğim şeylerin içinden hangisini buraya aktaracağımı bilemiyorum...Çünkü o kadar çok ki :) Ama şu sıralar en çok düşündüğüm şey kalabalıktan, trafikten, büyükşehirden sıkıldığım için yeşille mavinin bütünleştiği, sakin, şirin bir sahil kasabasında yaşamak...ve ve ve tüm zamanların olmasını istediğim şeyi ise o şirin yerde sadece kendi seçtiğim yemeklerden oluşacak ve her bir yiyeceği kendi ellerimle hazırlayacağım minik bir bahçe lokanta açmak...Bunu kesinlikle yapacağım :)

7-Bloğun hayatındaki yeri?
Burayı seviyorum...Burada olanları seviyorum...ve burada olmayı da seviyorum...Uzun süre de burada olmak istiyorum...Daha ne diyebilirim ki :)

8-Seni mutlu eden 3 şey?
Bak yine sayı ile sınırlandırılmış...O kadar çok, o kadar çok şey var ki hangi birini yazsam...Yok en iyisi yazmayayım da okuyan arkadaşlarımı 4.maddeye yönlendireyim :)

********************

Hayatta tek bir kişi bile, siz yaşadığınız için rahat
nefes alıyorsa, siz başarılı ve amacına ulaşmış bir insansınız...
Ralph Waldo EMERSON

28 Mart 2012 Çarşamba

Akşam Sefası...

Ama öncesinde "Akşam Cefası" demek daha doğru olur galiba...Türk Sanat Müziği programı olduğundan mıydı, yoksa bizim gibi hadi gidip kulaklarımızın pasını silelim de şöyle bir sefa yapalım diyenlerin hep dün akşama denk gelmesinden miydi neydi bilemiyorum TRT'nin Bahçelievler'de bulunan stüdyosuna girebilmek için epey debelendik...Çünkü görevliler görevlerini o kadar iyi, o kadar iyi yaptılar ki ! gelen her davetliyi içeri almak yerine kapıları kapatıp bekleterek hani izdiham deniliyor ya işte öyle birşeye sebep oldular...


Müzik ziyafeti çekmeye gelmiş davetliler değildik de sanki bir teknoloji mağazasının açılışa özel indirimli ürünlerinden faydalanmak isteyenlerin kapılar açılıncaya kadar oluşturduğu insan yığını gibiydi görüntü...Neden kapıların açılmadığı yönündeki sorular ve tepkiler cevapsız kaldı o görevini layıkıyla ! yapanlar tarafından...

Neyse...Bekleyen herkes amacına ulaştı da lütfen açtırılan kapılardan girip yerlerimize oturabildik...Programın başlamasıyla birlikte hiç ara verilmeden söylenilen birbirinden güzel şarkılar biraz önce yaşanılanları unutturdu tabi...Yine çok güzeldi, yine çok keyif aldık...Ardı ardına söylenilen parçaları dinlerken 1,5 saatlik program nasıl geçti ve bitti anlamadık...

Bu arada, ilk girişte yaşadığımız sıkıntılar o güzel şarkıları dinlemeye başlayınca unutuldu dedim ama yok o kadar uzun boylu değil...Ben unutmadım...ve TRT'yi arayıp konuyla ilgili birime program öncesi bizlere yaşatılan durumla ilgili şikayetimi bildirdim...Bilemiyorum artık ne kadar ilgilenirler, önemserler mi, yoksa kulak arkası mı yaparlar...

Sonuçta ilk baştaki cefa, sonradan sefaya dönüştü...ve biz dinlediğimiz güzel parçaların bize verdiği keyfi öne çıkarıp bir sonraki programa kadar bununla yetinmeye karar verdik :)

**********

Ne demişler;
"Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmaz..." :)

27 Mart 2012 Salı

Kalenin Bedenleri...

Yar yar yar yandım...Koyverin gidenleri şinanay yavrum şinanay nay...
Candan ERÇETİN'den dinlemek için buyrunuz...

Cumartesi günü yeğenim İlknur'la birlikte alışveriş için kendimizi sokaklara attık...Selinnur'u keman kursundan alıp, kendimizi de sokaktan toplayıp soluklanmak için konuştuğumuz üzere Sevgili Yekta ve Sevgili Tuba bir de kızlara öyle pas vermese de yanağından iki makas alıp iki de öpücük kondurabildiğim Tuba'nın yakışıklı oğlu Ali Efe ile Ankara Kalesi'nde buluştuk...Güzel ve keyifle geçen sohbet eşliğinde sıcak çaylarımızı yudumladık karşılıklı...
Mekanın adı Gramofon Cafe...Ankara Kalesi'nde bulunan güzel, sevimli, mini mekanlardan birisi...Değişik köşelere yerleştirilmiş 5-6 tane gramofon var...İsmiyle müsemma...

Geçmişin bütün izleri mevcut bu mekanda...Eski televizyonlar, radyolar, ses kayıt cihazları, kasetler...Ne ararsanız var yani...Fotoğraflarını çekerken buram buram nostalji soluyorsunuz...Yani benim yaşımdakiler için böyle tabi :) Henüz 20'li yaşlarını sürenler nereden bilsin siyah-beyaz televizyonları, eski radyoları falan...

Gerçi bu kadar nostaljiye, bu kadar eskiye ait eşyalara tavandaki şu ışıklandırma olmamış ama neyse...O kadarı da kusur kalsın :)
Bir ara müziğin sesi o kadar yüksek geldi ki, birbirimize sesimizi duyurabilmek için neredeyse bağıra bağıra konuşmak zorunda kaldık...Garsonu çağırıp "acaba sesini biraz kısabilir miyiz?" diye sorduğumuzda "olmaz ki...kısılmaz...şu gramofonu açtık şimdi...ses oradan geliyor" diye masamızın dibindeki aleti gösterdi...Hani şu üstte sarı olan var ya işte onu...Farklı köşelerdekini açarak herkesi aynı oranda rahatsız ediyorlar demek ki :))

Öğrencilere verilen performans ödevleri her defasında beni hayrete düşürüyor...Aslında öğrenciye değil de velisine verilen bir ödev bu bence...ve sanırım herkesçe...
Selinnur'un da bu seferki ödev konusu şekilleri, renkleri gibi birtakım özellikleri ile doğal taşlar...Hazır gelmişiz buraya onu da aradan çıkaralım diye birkaç poz da onun için aldık...
Ankara Kalesi'ndeki o havadan ayrılıp tekrar Kızılay'a, kalabalığın içindeki boğucu havaya geldik...ki yarım bıraktığımız alışverişi tamamlayalım diye...Tamamladık da :)

Velhâsıl alışveriş, gezme, tozma, dostlar, keyif, sohbet derken hepsi birarada diyebileceğimiz güzel bir gün geçirdik...Tekrarını da dileyerek tabi :)
**********
Tebdil-i mekanda ferahlık vardır...

23 Mart 2012 Cuma

Sınav Sorusu...Nasıl Ama?


Aynı evi paylaşan ve aynı üniversitenin aynı bölümünde okuyan 4 kız arkadaş, bir gece önce diğer arkadaşlarıyla birlikte eğlencenin dozunu fazlaca kaçırdıkları için sabah ilk derste yapılacak olan sınava geç kalırlar...Sınava yetişememe bahanesi olarak da ağız birliği yapıp hocalarına okula gelmek için bindikleri belediye otobüsünün tekerinin patladığını söylemeye karar verirler...

Sınav bitene kadar da kapıda hocalarını beklemeye başlarlar...Sınav bitip diğer öğrenciler sınıfı tamamen boşalttıktan sonra masasında kağıtları düzeltmekte olan hocanın yanına giderler hemen...ve hep bir ağızdan aynı şeyi söylerler karar verdikleri gibi...ve "hocam lütfen bizi ayrıca sınava alın, çok da iyi hazırlanmıştık, lütfen hocam" diye de ısrar ederler...

Öğrencilerinin çabasını ve ısrarlarını gören hoca "tamam" der..."Madem sizin dışınızda gelişen bir olay nedeniyle geç kaldınız...O zaman ben de sizi haftaya bugün tekrar sınava alacağım" der...

Kızlar mutlu tabi...Hocayı kandırdıklarını ve durumu kurtardıklarını düşünerek diğer derslerine girerler gün boyu...

Neyse...Bir hafta geçmiş, sınav günü gelmiştir...Sınıfa girdiğinde bu 4 öğrencisinin hazır beklediğini gören hoca kızlara boş birer kağıt verir, isimlerini yazmalarını ister...ve ekler "size sözlü olarak sadece tek bir soru soracağım ve siz elinizdeki kağıda 15 saniye içinde cevabı yazacaksınız...Ona göre de değerlendirme yapacağım"...
??? !!! ???
Kızlar şaşkınlıklarını üzerlerinden atamadan soru gelir:
"Belediye otobüsünün patlayan tekeri hangisiydi?" !!!

********************
Hayatın her anı, bir karar zamanıdır...
Karl BARTH

21 Mart 2012 Çarşamba

Demiş ki...Daha Doğrusu Sormuş ki...

Onun tarafından gönderilmiş bir mimim daha var cevaplanmayı bekleyen...Aslında o mimleri sevmez(di)...Ama ne demiş kendi yayınında: "bulunulan ortama ayak uydurmak gerek..."
Tabi önce kim olduğunu söylemeliyim değil mi? 

Hey! Senden bahsediyorum Sevgili Domatessuyu :)


Mim konusu değişik değil...Aslında bir konusu bile yok bana göre :)
Galiba birkaç soruda karşındakini az biraz tanımak için hazırlanmış...
Artık ne kadar faydası olursa...
Hep söylüyorum...Yine de mimleri seviyorum ben...
Hani düşünmediğim konular da değil...
Aslında çoğumuzun düşündüğünden de eminim...
Neymiş peki bunlar?

1- Hayatınız bir filme çekilecek olsa adı ne olurdu? Film müziği olarak hangi şarkıyı/melodiyi seçerdiniz?

*/* Dizi film olmasını isterdim...Her bölümün adı renklerden oluşan bir dizi film...Pembe, sarı, yeşil, mavi, kırmızı, siyah, gri, turuncu, beyaz, mor...ve buraya yazmadığım bütün renkler...Her renk hayatımın bir kesitini anlatmalı...Ayrılıklar, mutluluklar, üzüntüler, sevinçler, ölümler, sevgiler, acılar, iş, ev, aile, arkadaş, dost...Hepsine uygun bir renk, her renge uygun bir hikaye mevcut nasıl olsa :)
Film müziği de o kesite ve renge uygun olmalı...Kimi zaman ağır, kimi zaman hafif...Bazen arabesk, bazen eller havaya...Bir bakmışsın yerinde durdurmuyor, bir de bakmışsın vurdun mu yere yapıştırıyor :)

2- Birşeyleri değiştirme gücünüz olsaydı neyi/neleri değiştirirdiniz?

*/* Aslında bu soruya sosyal içerikli birçok şey yazılabilir...Ama ben bunların hiçbirini yazmayacağım...Çünkü insan olan her yerde bazı olumsuzluklar da eksik olmayacağından uğraşmaya bile değmez diye düşünüyorum...Bak yazarken aklıma geldi...Bence "insan"ı değiştirmeli...Yani şu ara hepimizin mumla aradığı...Hatta unuttuğu şeyi...

3- Sizi en çok etkileyen sinema sahnesi/sahneleri hangisidir?

*/* Gerçek yaşamları konu alan her filmi etkilenerek izliyorum...Bunların içinde ilk aklıma gelen ise Nobel ödüllü matematikçi John NASH'in hayat öyküsünden uyarlanan "Akıl Oyunları" (A Beautiful Mind) adlı sinema filmi...Sahneleri değil, tamamı :)

4- Şu sıralar ilgiyle takip ettiğiniz dizi/diziler var mı?

*/* Olmaz olur mu hiç...Hatta o dizilere göre zamanımızı ayarlıyoruz neredeyse...Millet olarak uyumayı seviyoruz ne de olsa :) Kâh Fatmagül'ün suçunu arıyoruz, kâh Kuzey ve Güney'den esen rüzgarlara kapılıyoruz...Bir bakıyorum Muhteşem bir Yüzyıl'a gitmişiz...Sonra Öyle Bir Geçer ki Zaman diyerek o yüzyıla el sallamışız...Bazen de hiçbir şey olmamış gibi davranıp Suskunlar'da kalmışız...

5- Yaşadığınız şehirde 1 günlüğüne sizden başka kimse olmasa ve o gün sadece size tahsis edilse ne yapardınız?

*/* Kalabalığa, trafiğe, yoğunluğa alışkın bünye böyle birşeyle karşılaşsa ne yapar diye epey düşündüm...Birşey de bulamadım açıkçası...Hangi birşeyi düşünsem İ.Melih GÖKÇEK karşıma dikildi durdu :) Hani illa birşey yap diyorsanız arabaya atlayıp son sürat bütün caddelerde turlayayım bari :)

Domatessuyu'na Notumdur: Kaç gündür bana uğramadığının farkındayım bilesin...Bak mimini de cevapladım en özenlisinden...e bir bakıverirsin artık değil mi :)

19 Mart 2012 Pazartesi

Öylesine...



Tamamen kendimi iyi hissetmek için çektim bu fotoğrafları...Dün akşamdan beri zonklayan kafam, ağrıyan boğazım, kalkmayan elim kolum nedeniyle keyifsiz başladığım haftamın ilk gününün biraz hareketlenmesi için...

Bahar da gelmiş, bak çiçekler de açmış, hadi kıpır kıpır olalım da şenlenelim demiyorum yani bu haldeyken...Gerçi onlara bakarken kendimi iyi hissetmedim de değil hani...Toprağına, yaprağına kendi ellerimle baktığımdan olsa gerek renkleri, görüntüsü, duruşu tebessüm etmemi sağladı sağlamasına da uzun süreli bir etki yapmadı bünyeye...

Kendi ellerimle bakıyorum derken de sanki birşey yapıyormuşum gibi oldu...Yok aslında hiçbir şey yapmıyorum...Sadece arada sırada su veriyorum ona...O da mecburen...Madem aynı odayı paylaşıyoruz, suyumuzu neden paylaşmayalım değil mi? Yoksa ilgi alanıma girmez öyle çiçek, börtü böcekle uğraşmak...


Odama gelenler suratımı görünce duvara çarpmış gibi hissediyorlar kendilerini eminim...Her an kavgaya hazır gibi, ne söylerlerse saldıracak gibi durduğumun farkındayım...Ama yok öyle birşey tabi ki...Sadece bugün kimse gelip gitmesin, telefon çalmasın, soru sorulmasın, hiç iş olmasın, biran evvel akşam olsun da evime ışınlanayım istiyorum o kadar...Çok şey mi istiyorum sanki?

Ne demiş Puplilius SYRUS "Konuşmadığım için değil, konuştuğum için pişman olurum"...İşte ben de böylesi zamanlarımda çok sinirli olduğumdan genellikle konuşmamayı tercih ederim...ki karşı tarafı kırmayayım, sonunda da bir pişmanlık yaşamayayım diye...Bazen bu bile yanlış anlaşılabiliyor ya neyse...Ama durum bu...

Bir de söylemeden edemiycem...Şu anda evinde olup ayağını uzatarak oturan ya da canı istediği an kanepeye uzanan arkadaşlar...Hepiniz tarafımdan kıskanılıyorsunuz bilesiniz...

16 Mart 2012 Cuma

Bak Dostum...


Cahil ile dost olma !
İlim bilmez, irfan bilmez, söz bilmez...Üzülürsün.

Saygısızla dost olma !
Usûl bilmez, adap bilmez, sınır bilmez...Üzülürsün.

Açgözlü ile dost olma !
İkram bilmez, kural bilmez, doymak bilmez...Üzülürsün.

Görgüsüzle dost olma !
Yol bilmez, yordam bilmez, kural bilmez...Üzülürsün.

Kibirliyle dost olma !
Hal bilmez, ahval bilmez, gönül bilmez...Üzülürsün.

Ukalayla dost olma !
Çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur...Üzülürsün.

Namertle dost olma !
Mertlik bilmez, yürek bilmez, dost bilmez...Üzülürsün.

İlim bil, irfan bil, söz bil...
İkram bil, kural bil, doyum bil...
Usûl bil, adap bil, sınır bil...
Yol bil, yordam bil...
Hal bil, ahval bil, gönül bil...
Çok konuşma, boş konuşma, kem konuşma...
Mert ol, yürekli ol...
Kimsenin umudunu kırma...
Sen seni bil...Ömrünce o yeter sana...

13 Mart 2012 Salı

Mahkeme Kadıya Mülk Değil...(3)...Gereği Düşünüldü...


Mahkemenin ağırlığına yakışır kalabalığı, bu kalabalığın da tamamını kurum çalışanlarının oluşturduğunu görünce, bütün bir geceyi bilinmezlikten kaynaklı korku, merak ve heyecan içerisinde uykusuz geçirmeme rağmen gözlerim birden açıldı...Mutlu olmuştum...Evet evet...Korkum, merakım, heyecanım, hepsi birden yerini rahatlamayla gelen mutluluğa bırakmıştı...Yalnız değildim...

Beni gören arkadaşlarımdan birkaçı yanıma gelerek "seni niye çağırdılar?" diye sorunca "yahu öğrenemedim ki! konuyu bir anlasam rahatlayacam...Ailece perişan olduk...Dün müfettiş çağırdı, bugün de burası...Siz söyleyin burada neler oluyor?" dedim...

"Yüksel" dedi bir diğeri..."Yüksel'in davası bu"..."ne Yüksel'i, ne davası, ayrıca bizlerle ne alakası var ki?" diyebildim..."Sen bilmiyor musun? Yapılan genel teftişte açığa çıktı ki Yüksel zimmetine para geçirmiş...Neredeyse 1 senedir de hapiste...Onun mutemet olarak görevlendirildiği her spor organizasyonunda görevli bulunan kişileri tek tek çağırıyorlar ve o göreve gidip gitmediği, görev parasını alıp almadığı soruluyor...Demek ki sen de görevliler listesinde varmışsın ki çağırmışlar"...Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım...

"Yuh!" dedim ya "yani ben bütün bunları tanık olduğum için mi yaşamıştım...yani sizler gibi tanık olarak buradayım öyle mi?...Bilgisine başvurulacak bir tanığım sadece...Tanık olarak davet edilmek böyleyse acaba sanık falan olsam ne yapılırdı? Polis marifetiyle aranılmak, kimsenin birşey söylememesi...Hey Allahım ya resmen kabir azabı çektim ben dünden beri yaa...Annem perperişan oldu...Bu nasıl bir işmiş arkadaş" dedim kimlik tespiti için yanıma gelen sivil polise kimliğimi teslim ederken...

Fakat mahkeme de gerçekten ağırmış hani...09:00'da diktiler hepimizi oraya...Sırası gelenlerin ismi okunuyor, içeri giriyor ve çıkmıyor(muş)...Ağır ağır ilerleyen saatler nedeniyle ağırlaşan bedenim neredeyse kendini olduğu yere bırakacak hale geldi...Benim çağırıldığım esnada saat 13:00'tü ve bu süre zarfında ayakta aç, susuz bekledik yeminler olsun...

Neyse...Yaptığı işin ağırlığını yüzünden ve bembeyaz olmuş saçlarından gördüğüm Ağır Ceza Reisi'nin bana çektiği hafif bir zılgıttan sonra en doğrusundan, en düzgününden bütün soruları cevaplayarak ifademi verdim...Jandarmalar arasındaki Yüksel'i ve halini, dinleyiciler arasındaki ailesini ve hallerini gördüğümde hissettiklerimi, üzüntümü uzun uzadıya anlatamayacağım...Zira annesi ile karısını gördüğüm anda "ah Yüksel, sen nasıl böyle birşey yaparsın da onları bu hale getirirsin?" diye düşündüm sadece...

Karar: Falan tarihinde, falan falan işleri yaparak, filan kadar parayı zimmetine geçiren Yüksel'in, falan sene hapis cezasına çarptırılmasına...İçeride kaldığı süreler bu süreden çıkartıldıktan sonra kalan süre kadar hapis cezasını da çektikten sonra tahliye edilmesine...Ancak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na göre 6 aydan fazla ceza aldığından memuriyetine son verilmesine (emekliliğine 1 yıl kalmıştı) ve tüm yasal haklarının elinden alınmasına...

********************

Biraz önce telefonum çaldı...Arayan Başmüfettiş İlhami Bey...Onu tanıyorum...Çok kere gördüm...Onu diğer müfettişlerden ayıran sempatik tavırları var...

"Buyrun İlhami Bey" dedim..."Aynur Hanım, bir konu hakkında bazı sorularım olacak" dedi...ve ben konuşmasının devamını getirmesine izin vermeden "bakın İlhami Bey, bana bu cümleyle başlayan konuşma 10 yıl kadar önce bir kez daha yapılmıştı ve biz maaile kalp krizi geçirmiştik" dedim gülerek...O da "gerçekten mi?" diye sordu...Ben de "ah öyle bir gerçek ki, halâ ilk günkü gibi hatırlarım" dedim...Karşılıklı güldük...

Şimdiki konu ise yan odada oturan müdire arkadaşıma telefonda ağır hakaretler eden kurum çalışanı bir beyefendinin! teftişlik olan sözleri, tavrı, yaptıkları...Konu mahkemelik olur mu bilmem ama ben yine bir müfettişle karşı karşıyayım :)...hem de en sakininden :)

12 Mart 2012 Pazartesi

Mahkeme Kadıya Mülk Değil...(2)


Hafif aralık olan kapıyı tıklatıp içeri girdim...Bilgisayarında birşeyler yazan, "buyrun Aynur Hanım, şöyle geçin" diyen Murat Bey'i aynı binada olmamıza rağmen daha önce görmediğime hayret ettim...Kurumların denetim birimi olan teftiş kurulları bünyesinde müfettişleri barındırır ve onlar diğer memurlardan izole edilmiş bir iş yaşamı sürdürürler...Özellikle diğer çalışanlarla pek muhatap olmazlar...Bu açıdan düşünüldüğünde Murat Bey'i hiç görmemiş olmam normaldi...Bir de yaş ya da kıdem farkı gözetmeksizin birbirlerine hep "üstat" diye hitap ederler...

Eğer bir müfettiş sizi arayıp da "bir konu hakkında bazı sorularım olacak, sizi buraya bekliyorum" demişse, o işte kesin bir bit yeniği var demektir...Yani bir soruşturma için çağrılıyorsunuz anlamına gelmektedir...Bunu bildiğimden, aklım da ayrıca bir sonraki gün 4.Ağır Ceza Mahkemesi'nde olduğu söylenilen, ama ne olduğunu bilmediğim duruşmada olduğundan depreşen heyecanım/korkum titreme nöbetleri geçirmeme sebep oldu...

Hem de öyle böyle değil...Hani zangır zangır denilir ya, işte öyle titriyorum...Kendime hakim olamıyorum...Halimi gören Murat Bey "Aynur Hanım lütfen sakin olun...Size birkaç soru soracağım o kadar..." dedi...ve ardından bana bir bardak su ikram etti...

Masasında duran klasörde aradığı şeyi bulana kadar geçen birkaç dakikalık zaman içinde kafamdan onlarca konu geçti...Ama hiçbirinde benimle ilgili kötü birşey olma ihtimali yoktu...Yoktu biliyorum, yoktu...Ben bu düşünceler içindeyken bana doğru uzattığı kağıda bakmamı istedi Murat Bey...Elime alıp inceledim...İçinde benim ismim ve imzamın da bulunduğu 15-20 kişilik görevli listesi için düzenlenmiş bir bordroydu bu...Karate Federasyonu'nun İstanbul'da yapılan bir spor organizasyonunda görev alıp almadığımı, elimde tuttuğum kağıttaki imzanın bana ait olup olmadığını, ismimin yanında yazılı olan para miktarını alıp almadığımı sorduğu anda ne için olabileceğini konusunda bir tahminim olduğundan aslında biraz rahatlamıştım...Bütün sorularına "evet görev aldım, evet imza bana ait, evet o miktarı aldım" şeklinde cevap verdim...

Onun sorularından, benim cevaplarımdan oluşan bir tutanak hazırlayıp uzattı ve "lütfen okuyup imzalayınız Aynur Hanım" dedi...Bir solukta okudum...Ama imzalama kısmı o kadar çabuk olmadı...Zira ellerim halâ titriyordu...Ben oradan çıkmak için zaman biran evvel geçsin derken, uzadıkça uzuyordu sanki...Neyse...Yamuk yumuk imzalayıp Murat Bey'in odasından ayrıldım...

Kendi odama geldiğimde aklım halâ yarınki duruşmada olduğundan ve iş yapacak halim de kalmadığımdan telefonla Ankara Adliyesi'nin numarasını öğrenip tuşladım ve 4.Ağır Ceza'nın kalemini bağlattım...Amacım duruşmanın konusunu öğrenmekti...Telefona çıkan hanım sistemin arızalı olduğunu ve duruşma konularını göremediklerini söyleyince "desenize uykusuz bir gece beni bekliyor" dedim ve telefonu kapattım...

Yarın nelerle karşılaşacağım acaba diye diye uykusuz geçen bir gecenin ardından sabahı sabah ettim...ve annemin "beni habersiz bırakma, bak zaten çok kötüyüm, haydi hayırlısı kızım" tembih ve dualarıyla evden çıktım...ve saat 09:00 olmadan 4.Ağır Ceza Mahkemesi'nin önüne geldim...
                                                                                                                     ./..
Mahkeme Kadıya Mülk Değil...(1)

9 Mart 2012 Cuma

Mahkeme Kadıya Mülk Değil...(1)



Odaya girdiğim anda arkadaşım sanki beklediğim bir telefonmuş da müjdesini veriyormuş gibi "seni Teftiş Kurulu Başkanlığı'ndan Başmüfettiş Murat Bey aradı" dedi...Teftiş ve müfettiş lafını duymamla birlikte yüreğim ağzıma gelerek orada atmaya başladı...Bıraktığı boşluktan ise öyle bir sızı girdi ki ta ayak parmaklarımın ucundan çıktı..."Beni mi? Niye aramış ki? Not falan bırakmadı mı?" diye sordum korku-heyecan karışımı bir ses tonuyla..."Yok, telefonunu bıraktı, hemen aramanı söyledi" dedi...

Masama gelip numarayı tuşladım..."Murat Bey merhaba, ben Aynur...Beni aramışsınız, buyrun" dedim..."Bir konu hakkında bazı sorularım olacak, sizi buraya bekliyorum" dedi...Bet beniz atması, gözlerdeki ferin sönmesi, içteki sızının şiddetini arttırırken sesin kısılmasıyla birlikte "peki geliyorum" dedim...ve telefonu kapattım...

Tam ayağa kalkmıştım ki telefonum tekrar çaldı...Açtım...Bu kez arayan yeğenim İlknur'du..."Aynur Abla, ben size geldim, komşunuz aradı...Seni Dikmen Polis Karakolu'ndan arıyorlarmış...Bıraktıkları telefondan hemen aramanı söylemişler" dedi...Arkasından da ekledi "anneannem fenalaştı...Kızıma acaba birşey mi oldu da söylemiyorlar, başına bir iş mi geldi, ya da kaza mı geçirdi diyor sürekli" (Kadıncağıza birşey de söylememişler ki...O da kafasında kurmuş da kurmuş...Ta ki benim sesimi duyup iyi olduğumu anlayana kadar)

Neyse...Bu kez de verilen diğer numarayı tuşladım..."İyi çalışmalar, ben Aynur...Karakolunuzdan bir polis memuru beni arıyormuş, buyrun" dedim..."Aynur Hanım, yarın 4.Ağır Ceza Mahkemesi'nde duruşmanız var...Saat 09:00'da sizi oraya bekliyoruz" dedi...O an ruhumu teslim ediyorum sandım :)

İlk müjdeyi veren arkadaşım koşup yanıma geldi...O, elimden düşen telefonu kapatırken, odaya henüz giren bir diğeri "abla, abla, ne oldu abla, bi sakin ol abla, anneye mi birşey oldu, dur bi abla, sakin ol abla" diyordu...Kolonya, su derken az biraz kendime gelmiştim..."Müfettiş, karakol, polis, ağır ceza...Aman Yarabbim ne oluyor böyle" dedim...İyice toparlanıp bir bardak su içtikten sonra Teftiş Kurulu Başkanlığı'na gittim...
                                                                                                                     ./..

7 Mart 2012 Çarşamba

Hayata Çocuk Gözüyle Bakma(ma)k...



Zengin adam birgün oğlunu bir köye götürdü...Çok fakir bir ailenin evinde iki gün geçirdiler...Bu yolculuğun tek bir amacı vardı..."İnsanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek..."

Köyden ayrılıp yaşadıkları kente gelirken baba ile oğul arasında şu konuşma geçti:
İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?
Evet...
Ne öğrendin peki?
Şunu öğrendim: 
Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa üç...Bizim bahçemizde çok büyük bir havuzumuz var, onlarınsa sürekli akan ve sonu olmayan bir dereleri...Bizim birkaç halımız var, onlarınsa yemyeşil ve gözalabildiğince uzanan çimenleri...Bizim görüş alanımız karşı apartmana kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar...

Zengin! baba bu sözler karşısında söyleyecek birşey bulamadı...ve oğlu ekledi: "Teşekkürler baba...Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!..."

********************

Peki siz...Hayata hiç bu açıdan baktınız mı?
"Hayır" mı dediniz?
O zaman hayata biraz da çocukça bakabilmek dileğiyle...

1 Mart 2012 Perşembe

MİMleri Sevdiğimi Söylemiştim...Değil mi?

Hazır bugün kendimi biraz daha iyi hissederken ve arayı da daha fazla açmadan Sevgili Esra ile Sevgili Emine'nin konuları/soruları aynı olan mimlerine cevap vereyim istedim...Kafamın içi halâ bulanık olduğundan hani diyorum eğer hoşlarına gitmezse kusuruma bakmasınlar...Bakmayın olur mu?...ya da bence siz Yavru Kartallar'ımın şu gördüğünüz bebeklik hallerine bakın...Bebeklik mi dedim ben?...Evet evet öyle dedim...Zira her ikisi de delikanlı olma yolunda hızla ilerliyorlar :)


* İlk sorumuz "en sevdiğimiz", "en hoşlandığımız" şeylerle ilgili...

Yelpazesi o kadar geniş bir konu ki nereden başlasam, neleri desem, içine hangilerini katsam bilemedim...Galiba duruma, döneme ve içinde bulunduğumuz şartlara göre değişiklik arzediyor bu "en"ler...Mesela şu anda o kadar yorgun ve bitap durumdayım ki en sevdiğim şeyin yatağım olduğunu düşünüyorum...Aynı zamanda o kadar acıktım ki bütün yemekler gözümün önüne geliyor ve hepsi birden enlerim arasına giriveriyor...Ama öyle bir konu var ki bu sıralamada yerini en üstte tutuyor her daim...Hepimiz için geçerli olan bu konu, yine hepimizin tahmin ettiği üzere "sevdiklerimiz ve onlarla ilgili herşey" :)

* Hayatımızın da neredeyse üst sıralarını işgal eden bilgisayarda vaktimi nasıl geçirdiğim merak konusu olmuş ikinci soruda...

Okey oynamayı çok severim ben...Özellikle haftasonları kardeşler, yeğenler toplaştığımızda hemen otururuz masa başına...Kahvehane kültürüm de epey iyidir :) Daha önce çalıştığım birimde her öğlen ekibimizle kahveye giderdik okey oynamaya...Sonra her birimiz bir yerlere dağıldık, ayrıldık...ve ben bu kez internet üzerinden oynamaya başladım...Halâ da oynarım zaman zaman...Ama bloglara sardırdığımdan beri bilgisayar başı zamanımı en çok onları okumaya ayırıyorum...ve yorumlamaya...Çoğu blog yazarı arkadaşımın aksine hemen hemen yazılan her yazıya yorum yazmayı, fikrimi söylemeyi, fikirlerini almayı seviyorum...Zaten bunları yapmak demek bilgisayar başında epey zaman geçirmek demek değil mi? Bunun dışında e-postalarımı okurum hepimiz gibi...Merak ettiğim herhangi birşey varsa ya da kafama takılan, onu arar bulurum kendimi ikna edinceye kadar...Rutin sayılabilecek şeyleri ise hiç söylemiyorum...Bankacılık işlemleri gibi :)

* Konu seçimi ya da beğenisi kişiye göre değişiklik göstereceği için kesinlikle izleyin diyebileceğim bir film/sinema yok...Zaten bu konuda öneride bulunacak kadar bilgi sahibi de değilim açıkçası...Ama benim severek izlediğim, tekrar izlediğimde bile ilk aldığım keyfi/tadı aldığım birkaç tane film var...Yeşil Yol, Kelebek, Gönül Yarası, Vizontele, Babam ve Oğlum, Selvi Boylum Al Yazmalım gibi...

* Şu sıralar en çok dinlediğim şarkı diye birşey yok benim için...Çünkü ben hiçbir şarkı/türkü ya da melodiyi başa sarıp sarıp dinleyen biri değilim...Ayrıca kafa patlatıp beyni zonklatan, yürek çatlatıp ruhu hortlatan cinsten olmadığı sürece denk geldiğim her müziği dinliyorum...Herkes gibi benim de sevdiğim yorumcular var tabi...Onları dinlemekten hiç bıkmam...Fatih Erkoç, İlhan İrem, Onur Akın, Deniz Seki, Burcu Güneş, Cansu Koç, Nilüfer, Yeşim Salkım, Zerrin Özer, Nazan Öncel gibi...

* "Şu sıralar almak istediğiniz şeyler listesinde neler var acaba?"...Galiba bir hanıma sorulacak en son soru bu olmalıydı :) Hani say say bitmez diyeceğimiz cinsten bu listede neler yokki...Ev aksesuarlarından kendi aksesuarlarıma, küçük ev eşyalarından büyük bir eve kadar herşey mevcut o listede...Ama her daim listebaşı olan şey ise hediye vermek için hep almak...

Sevgi ile yaşayan her insan, hayatta mutlaka güzel bir eser bırakır...diye güzel bir sözle, güzel arkadaşlarımın gönderdiği bu güzel mimi burada noktalıyorum arkadaşlar...Sevgiyle...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...