30 Ağustos 2010 Pazartesi

Kutlu Olsun...

30 Ağustos 1922 tarihi, Türk ulusunu esir etmek isteyen emperyalist güçlere karşı kadınıyla çocuğuyla, ordusuyla topyekün verdiği bir savaşın ve ulusal benliğini kurtardığı, kanımızın son damlasını akıtmadan yurdumuzu bırakmayacağımızı dünyaya ispatlayan Zafer Destanı'nın yazıldığı gündür.

Bu mutlu günde, zaferi bize yaşatan
Ulu Önder ATATÜRK ve silah arkadaşlarını saygı ile anıyor ve ulusumuzun 30 Ağustos Zafer Bayramını kutluyorum.

27 Ağustos 2010 Cuma

Sukûtun Altın Olduğu An...


"Kulak duyunca kursak kabarır" diye bir söz var annemden öğrendiğim.

Çoğunlukla kendi için söylenilen kötü sözü duyan ya da öğrenen kişinin o söz sahibine karşı söyleyeceği daha kötü sözler için kendini haklı duruma getirmek ve bundan dolayı da kendini aklamak amaçlı kullandığı bir deyimdir bana göre.

İnsanız en nihayetinde, kulağımıza gelen böylesi laflara illa cevap veririz, vermek zorunda hissederiz, aksi düşünülemez, altta mı kalalım yani, cevap vermezsek kabul etmiş sayılırız, yook olmaz, diye düşünülür ya...Kimbilir, belki de haklı olarak...

Hani diyorum "kötü söz sahibine aittir" diye çok güzel ve benim de çok sevdiğim sözü hatırlayıp bazen kulak tıkasak böyle laflara, o kursağı kabartmasak da ağzımızın fermuarını sonuna kadar açmak yerine kapatmaya çalışsak...Bazen ahmaklara verilecek en iyi cevap olmaz mıydı bu ?

Sonuçta her kişi kendini bilir, öyle değil mi ?

26 Ağustos 2010 Perşembe

Reklamları İzlediniz...


Reklam işiyle uğraşanlara ayrı bir gıptayla bakıyorum ben. Görüntü, söz, müzik, konu, oyunculuk...Tamamen kollektif bir çalışma.
O nasıl bir hayal gücüdür ki ürün tanıtımı yapılırken insanı alıp götürür.
Bir perde reklamı insanı bu kadar mı dinlendirir.
Bir banka reklamı insanda bu kadar mı borç yap/kredi çek isteği uyandırır :)
Nasıl böyle bir istek uyanmasın ki, faiz oranı Ankara havaları eşliğinde oynayıp duruyor :)
Ya da bir çikolata reklamı, içine düşüp yerken boğulayım bu denizde dedirtir.
İstediği duyguyu yaşatıyor hedef kitleye bu sektör. Gül, düşün, oyna, ağla...
Eskiden bir reklam vardı, bir bankanın müdür beyi (rahmetli oldu sanırım) hamam sahneleri, of, seyrettikçe kendimden geçerdim. Sanki ben ordayım da o rahatlama hissini sonuna kadar yaşıyorum.
Bir başka bankanın reklamına da bayılırdım. Hızlandırılmış çekim, ekip neredeyse 20 değişik konuya giriyordu şekillerle, süperdi.
ATATÜRK'ün kullanıldığı reklamlara ise zaten diyecek yok. En sonuncu mesela, sigorta şirketi reklamı. Ne kadar vurucu yaşlı amcanın söyledikleri.
Yeter ki ilgi çeksin, akıllarda kalsın, hedef kitle ürünü hiç olmazsa bir kez alsın diye, ne paralar harcanıyor, kimler, neler kullanılmıyor ki...
* Sütü seven insanlar için uçuşan inekler,
* Hamarat kadınlar için her türlü temizlik malzemeleri,
* Benzersiz lezzete asla hayır diyemeyen ve bu cümleyi kurabilen 5-6 yaşlarındaki çikolata seven bebe,
* Beyazlarınızı sonsuza kadar kapatacak saç boyaları,
* Her birinizi Messi yapacak spor ayakkabıları,
* Bir miktar kullanımıyla cildinizi pürüssüz kılacak, bebek cildi gibi yapacak, güzelliğinize güzellik katacak o makyaj malzemeleri,
* Hele o şampuan reklamları yok mu, olmayan saçlara bile hacim kazandıracak...
Daha neler neler, hepsi bu sektörde
Ama benim en çok kızdığım, yiyecek reklamları.
Alamayanları düşünüyorum, özellikle de çocukları...Üzülüyorum.
..........
Bu kadar konuştum reklamlar hakkında. Bari şöyle kendimce ortaya karışık bir tanım yapayım da bitireyim bu neden yazdığımı bilmediğim yazıyı :)
HEDEF KİTLEYİ SATIN ALMA EYLEMİNE YÖNELTEN, BUNUN İÇİN HER TÜRLÜ YOLU DENEYEN, HERŞEYİ / HERKESİ KULLANAN ve HİÇ OLMAZSA MERAK UYANDIRIP BİR KEZ BARİ ALINSIN DİYE HEDEF KİTLEYE DOĞRU AKAN İLETİLER BÜTÜNÜ...
Yeter ki ürün en akılda kalıcı ve en iyi şekilde tanıtılsın, herkes herkes alsın, hatta alamayanlar bile...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Dün Gece...


Saat 23:30
Değişik kanallarda değişik programlara şöyle bir göz atıp, Surv!vor da son reklama kadar seyredildikten sonra televizyonu kapatıp odama yöneldim ki uykunun kollarına kendimi bırakayım diye.
Ama yanılmışım.
Ben kucak kucak yaparken uyku bana sırtını dönmüş koşuyor son sürat.
O önde ben arkada...

Saat 02:20
Bu uyku nasıl birşey ki kaçınca arkasından koş koş yakalanmıyor.
Kaç sayfa daha kitap okumalı ya da kaç koyunu daha çitten atlatmalı bilmiyorum ki...
İşte buyur ramazanımın olmazsa olmazı mahallemin davulcusu da en kıvrağından ritm tutmaya başladı ki ne çok severim kendilerini (bknz.)
Yok ya, davul eşliğinde oynayıp yorulmak da işe yaramadı.
Zaten uyku da iyice uzaklaştı bu sayede.
Hani diyorum ki diğer odada uyumakta olan Annespor'dan, bu odada uyumaya çalışmakta olan Küçük Halaspor'a birkaç pire transferi mi yapsak :)

Saat 03:15
Hala uyuyamıyorum. Sabah iş var, ne yapacağım ben ya...
Nerelere gitti bu gezenti uyku?

Saat 03:50
Sabahı sabah ettim nihayet de sürtük uykunun kendisinden hala bir haber alamadım. O artık kaçan bir kayıptır. Tüm aramalarıma rağmen de bulunamamıştır.

Saat 04:55
Son çare ilan verilmesine karar verilmiştir.
"Uykumu kaybettim, hükümsüzdür..."

24 Ağustos 2010 Salı

Yavru Kartal'a Göre Öpmek Demek...

"Hadi bir öpücük ver" komutunu duyar duymaz o minik gagasını sonuna kadar açmak ve hedefe doğru yönelmek,
* pençelere dikkat ! *

hedefe kilitlenip bir sonraki hamleye hazırlanmak,

minik gagasını hedefin üzerine iyice yerleştirdikten sonra öylece biraz beklemek,

son hamle olarak gagasında ne var ne yok olduğu gibi hedefe bırakmak demektir :)

ve tabi ki yaptığı bu gösterinin karşılığında ödül olarak aynı ilgiyi beklemek onun en doğal hakkıdır...

23 Ağustos 2010 Pazartesi

İlk Davet...

 

Ah benim miniklerim büyümüş de evleri olmuş da misafir kabul edip iftar davetleri yaparlarmış...

Onlar evde hazırlık telaşını yaşarken, ben de "ne hediye alsam acaba" telaşına düştüm :)
İlk kez gidiliyor, eli boş gitmek olmaz tabi de maşallah hiçbir şeyleri de eksik değil ki.
Ne yapayım, azımı çoğa, küçük hediyemi büyüğe saysınlar dedim ve bir çift çerçeveyi armağan olarak götürdüm.
Çok da güzel, çok da şık oldu.


'Evsahibi" olarak, "evli" olarak, "karı-koca" olarak, "eş" olarak ilk davetlerini Cuma günü gerçekleştirdiler en kusursuzundan...
Dışarılara kadar çıkıp karşılama, özlemle sarıp sarmalama, hiçbir şeyin eksik edilmediği özenle kurulmuş masa, hizmet, hürmet, ikram, güleryüz, tatlı sohbet...Daha ne olsun.
Her ikinizi de kocaman alkışlıyor ve çook teşekkür ediyoruz canlarım benim :)

Yuvanız her daim mutlu, sofralarınız her daim bereketli olsun inşaallah...
 
Gelinciğimizin anne, baba, kızkardeş, teyze kızı ve eşinin de Ankara'ya kadar gelip yemeğe katılması gecenin sürprizi oldu...Güzel oldu, harika oldu, hatta süper oldu :)

20 Ağustos 2010 Cuma

Kız mı, Erkek mi...

Kaç zamandır öğrensek mi öğrenmesek mi, aman öğrenmeyelim, sürpriz olsun diye diye en sonunda dün ani bir kararla "hadi öğrenelim" diyen kardeşim ve gelinimiz akşam arayıp haberi verince yine havalara uçtuk.
Sürpriz olsun dedikleri için, "bilsek de ona göre hazırlık yapsak" isteğimizi dile getirmedik hiç ama meraktan da ölüyorduk ne yalan söyleyeyim.

Acaba minik bir hanımefendi mi, yoksa bir beyefendi mi gelecek diye artık tahmin yapmaya gerek kalmadı.

Küçük Abimizin (bknz.) bir kız kardeşi mi, yoksa bir erkek kardeşi mi olacağı sorusu cevabını buldu nihayet.

Annesinin minik bir kız çocuğu istemesine karşılık, Allah biliyor ya, "önce sağlığı yerinde olsun, sonra erkek olsun" :) diye ettiğim dualarım kabul oldu kendi adıma :))
Yiğit Beyimizin dünyaya gelişinden duyduğumuz mutluluğun  (bknz.) aynısını kısa bir süre sonra tekrar yaşayacak olmaktan dolayı ayrıca mutluyuz.

Evet, bir Yavru Kartal daha geliyor dünyamıza hayırlısıyla inşaallah.

İyi ki Doğdun Güzellik...

15 Ağustos Pazar günü 28.doğumgünüydü.
Mesaj çektim kutladım, yetmedi.
Pazartesi günü daireye geldim, öptüm kutladım, yetmedi.
Dün gittim hediye aldım kutladım, yine yetmedi.
Ramazan ayındayız pasta börek olmaz malum, hadi akşam bir yerlere gidelim desek, iftar saati geç, olmaz malum...Ne yapayım senin gönlünü hoş tutmak için hadi söyle dedim ve o her zamanki bilmiş tavrıyla ağzındaki baklayı çıkarıverdi :)
"Ama abla, yeğenlerinle ilgili herşeyi bloğunda yazıyor yayınlıyorsun, bak doğum günüm geldi geçti, tek satır bile yazmadın, niye benimle ilgili birşey yazmıyorsun" diye diye başımın etini yiyen, sitemleri bitmek bilmeyen, kıskançlığı başa bela :) son 1 yıldır çalıştığım ofisteki yardımcım, elim ayağım, gözüm kulağım, herşeyim, bir dediğimi iki etmeyen güzel kuzum
Doğum günün kutlu olsun.
Sevdiklerinle ve sevenlerinle geçireceğin mutlu, huzurlu ve sağlıklı güzel günlerin olsun...

19 Ağustos 2010 Perşembe

Söyle Bakalım, Niye Yoksun...

Yeni sezonun başlamasıyla birlikte bizim de akşamlarımız kutuların içine girdi sanki. Gece mavisi renginde açılmasını bekleyerek birkaç bölümdür seyrediyorum programı.
Yok anacım ya, valla bu milletin tuzu kupkuru.
Adama 290.000 TL. teklif ediyor ailemizin bankacısı, bir çırpıda yokum diyor ukalaca. Sonra yemiyor tabi 108.000'lik teklife evet diyor. Karısı ise neredeyse erken doğum yapacak heyecandan. Madem kutuna gitmeyi toton yemeyecek, ne demeye reddedersin atronomik rakamı be adam.
Bir başka yarışmacı nohutlu pilav satarak geçimini sağlıyor. Feleğin sillesini çokca  yemiş garibim genç adam. Ana yok, baba yok, akraba yok. Normal şartlarda olsa oh ne güzel, tam çöpsüz üzüm denilecek biri, internet aracılığıyla buluyor şu anda evli olduğu kadını. Bu da güzel. Allah mesut bahtiyar etsin.
Neyse...Son dörtte 53.000 TL. teklif var. Bin tane yorum yapıyor kendisi de yarışmacılar da. Yok şunla şu çıkarsa bu kadar teklif alırım. Yok şöyle olursa bu kadar kazanırım. Sanki garantisi varmış gibi...
Yahu kardeşim niye zorluyorsun şansını. Geçimini sağlamak için sabahlara kadar nohutlu pilav satıyorsun işte Allah bir kapı açmış, öyle ya da böyle. Kanaat etsene işte. Ama yook, illa zorlayacak. Sonra da alacak üçün birini ve nitekim aldı da.
Yani demem o ki, madem elinizin tersiyle itebiliyorsunuz o miktarları, o zaman ne işiniz var orda. Niye çıkıp ağlak zırlak anlatıyorsunuz geçmişinizi, yaşadıklarınızı, borcunuzu harcınızı.
Biri bana deyiversin, yok mu bu işte bir tezatlık ya da ben mi anlamıyorum bilemedim...

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Rutinin Dışına Çıkmak...

Yıllardır artık rutinleşti dediğim şeyi yaparım hiç aksatmadan.
İşten çıkmadan yarım saat kadar önce yani 17:30 gibi annemi arar:
"Anne nasılsın, birşey lazım mı?" diye sorarım.
O da artık istediği ya da eksik olan şey neyse onu söyler.
Dün bu rutini bozdum ve saat 16:00 gibi annemi aradım.
Annem bir heyecanla açtı telefonu, benim sesimi duyunca da şaşırdı.
Güldüm kendi kendime.
Demek ki neymiş...Rutinin dışına çıkmak herzaman heyecan yaratırmış :)

17 Ağustos 2010 Salı

Çakma Kaptan Custo...

Belgesel programlarını çok severim. Hani anketlerdeki soruya cevap verir gibi öyle laf olsun diye değil, ciddi ciddi söylüyorum çok severim ve zevkle izlerim.

Çocukluğumun tek kanalı TRT, kanallarının arasına bir de TRT Belgesel'i eklemiş. Oh, çok da iyi etmiş. Tamam abicim iyi etmiş etmesine de ne o öyle.

Ben de bekliyorum saf saf Kaptan Custo ve ekibinin yaptığı çekimler gibi birşey çıkacak karşıma diye...

"Sonsuz Mavilik" diye bir program vardı dün gece. Hadi seyredeyim dedim. Batıklarla ilgili sualtı hikayelerini işliyorlar sözüm ona. İsmiyle o kadar tezat ki program, iki dalgıç sonsuz kirlilikte fıstık yeşili paletlerini gözümüze sokacak gibi sallaya sallaya öyle dakikalarca ilerliyorlar. Git git varamıyorlar bir türlü. Neyse geliyorlar demirden böyle merdiven gibi üzeri yosun kaplamış birşeyin yanına. Biri bir yanda öbürü öte yanda bakıyorlar öylece. Ben de bekliyorum iki satır söz duyayım da anlayayım neymiş bu diye. Ama yok, iki, üç, beş dakika, hala ses yok...Duyulan tek ses dalgıçların oksijen tüplerinden gelen tıslama sesi o kadar. "Bu ne böyle ya" diyorum sinirlenerek ve kumandayı elime alıyorum. Tam kanal değiştirecektim ki, hani uykun gelir de öyle uyuşuk konuşursun, mecalin kalmaz, kelimeler ağzından çıksa mı yoksa geri çekilip kalsa mı belli olmaz bir tarzda ve bir o kadar da ağır aksak bir ses birşeyler geveliyor.
Yuh dedim ya, ismiyle tezat bu program çekimiyle ve anlatıcısıyla ancak bu kadar müsemma olur.
..........
Yahu çocukluğumun tek kanalı TRT, bu işi şöyle hakkıyla yapamamışsın, becerememişsin belli...Niye zorluyorsun ki?

Seyirci kitlesiyiz kardeşim biz. Her verdiğinizi alacağımızı düşünüp bize kütle muamelesi yapmaya ne hakkınız var...

16 Ağustos 2010 Pazartesi

Tutuyoruz Tutmuyoruz Demeyiiiin...

Biz vatandaşlara hizmet için gelen ve bunu bir hizmetmiş gibi satan belediye(ci)leri anlamıyorum ben. Asıl yapmaları gereken işlere asılmıyorlar şu ramazan davulcuları konusuna asıldıkları kadar...
Teknolojinin dibimize kadar girdiği bir dönemde ne o,
dan dan dan gecenin bir vakti. Hangi geleneği yaşatıyor ya da yaşatmaya çalışıyorsunuz anlamıyorum ki.
Yaşlısı var, hastası var, bebesi olan var. Kapı önlerinde sokağımın sevgili sakinlerinin en hassasından alarmı olan arabaları var.
Davul "dannn" diyor, alarmlar !!! "vıyk vıyk", böyle birşey galiba, aman işte o ses nasılsa artık...
Susmak da bilmiyor meret dakikalarca, tıpkı davulcu gibi.
Hayır, şöyle güzel bir ritm yapsa da oynayalım desek yok.
Ya da hazır referanduma gidecek biz yurdum insanına seneye hazırlık olur babında sorup oylayalım desek yok, o da yok.
Gerçi geçen sene güya karar almıştı (bknz.) belediyem canım benim.
Vatandaş düşünüldü, karar aynen uygulandı desek, her dönemde olduğu gibi o hiç yok.
Ama bir ramazan ayı boyunca üç kez bahşiş toplamaya gelince çok, hem de birçok.
Tutuyor musun, tutmuyor musun, gönlün razı mı hiiiç önemli değil.
Velhasıl sinir oluyorum bu olaya kaç zamandır...

13 Ağustos 2010 Cuma

Küçük Abi...

"Hızla Büyüyoruz" dedik ya hani (bknz.) o kadar hız
aldı ki 4 ay kadar sonra "ağabey" unvanını alacak Yiğit Kartalımız :)
(komik geliyor insana düşününce)
Bakalım ne tür zorluklarla karşılaşacağız bu mini minnacık abimizle ilgili...
Kıskanmayı bilir mi acaba diyoruz ilk etapta. Onunla artık eskisi gibi ilgilenilmediğini düşünüp kendini
kötü hisseder mi mesela...
Ya da istenilmediği gibi bir hisse kapılır mı?
İlk haberi aldığımda üzüldüm nedense...Daha doğrusu hepimiz öyle olduk. Çok erken gibi geldi bize.
Sonra "aman ne güzel işte, ikisi birlikte büyür, aradaki yaş farkının çok olmaması aslında daha iyi" dedik.
(dedik de artık bu kendi kendimize verdiğimiz bir teselli miydi neydi orasını bilemiyorum)
Şimdi bize düşen, bu minik abi adayının yeni gelecek olan kalıcı misafiri kabullenmesini kolaylaştırmak olacak galiba.
Hayırlısıyla bir gelsin bakalım :)

12 Ağustos 2010 Perşembe

Ne Demeye Hala...

İki seyyah bir şehirden diğerine gidiyormuş. Derken yollarının üstüne taşkın bir dere çıkmış. Tam suyu geçecekler, az ötede korkudan tir tir titreyen yapayalnız ve gencecik bir kadın görmüşler. Adamlardan biri hemen kadının yardımına koşmuş. Onu sırtına alıp suyu aşmış. Sonra kadını derenin öte yakasında yere bırakıp iyi günler dilemiş. Böylece yollarına devam etmişler.

Ancak yolun kalan kısmında öteki seyyahın ağzını bıçak açmamış. Suratından düşen bin parça, somurttukça somurtuyor. Birkaç saat böyle surat astıktan sonra suskunluğunu bozup şöyle demiş:

"Ne demeye o kadına yardım ettin? Bir de üstelik ona dokundun. Seni ayartabilirdi! Baştan çıkarabilirdi! Erkekle kadın böyle temas etsin, olacak iş mi! Ayıp yahu! Olmaz, bize yakışmaz!"

Kadını sırtında taşıyan seyyah gülümsemiş:
"İyi de dostum, ben o genç kadını derenin karşısına geçirip orada bıraktım, sen ne demeye hala taşırsın?"

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Davetsiz Misafirler...

Ne işiniz var toplanmış gelmişsiniz düğün alayı gibi (ki çok değil daha 1 ay önce yaptık onu)
Ne ararsınız bilmem bir apartmanın ikinci katındaki her yanı fayanslarla kaplı evimin mutfağında.
Anladık tamam, kendi ağırlığının 10 katına kadar bir şeyi taşıyabilen tek canlısınız, çok çalışkansınız, her daim kış hazırlığı yaparsınız da neyi nereye götürüyorsunuz onu anlamadım.
Ayrıca bu kalabalık gösteriyi benim evimin mutfağında yapmak zorunda mısınız...
Derz aralarındaki minicik bir iki gözden nasıl bir yol bulup çıkıyorsunuz siz...Mutfağımın değişik köşelerinde bir o yana bir bu yana sanki buraların sahibi biziz der gibi
arz-ı endam ederken beni ne kadar gıcık ettiğinizin farkında mısınız...
Yere düşen bir biber çekirdeğinin veya ekmek kırıntısının başına üşüşüp bana sinir harbi yaşatmaya ne hakkınız var...
Siz gitsenize sokağa ya, gitsenize toprak olan bir yerlere.
Sonra beni üzüntülere gark eden annemin sözleriyle sizi katlederken içimi cızlatmak çok mu hoşunuza gidiyor da yaptığım tüm müdahalelere karşılık veriyorsunuz her geçen gün artan sayınızla.
Yeter ama, aaaaa...
Sevmem davetsiz gelen ve bu kadar uzun kalıp mutfağımdan çıkmayan misafiri ben. Daha ne kadar cebelleşecem sizlerle bilmiyorum ki...
Kaç gündür bekliyorum "daha fazla kayıp vermeyelim, toplanın, haydin gidiyoruz" deyip paşa paşa rotayı başka bir yere çevirmenizi.
Ama yok, ne laftan anlıyorsunuz ne de sözden.
Ha diyorsunuz ki mertliği boz, illa kimyasal silah kullan bize. Ben de hayhay diyorum ve akşama işinizi bitiriyorum.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

İlk Traşımızı Olduk...


Bu sıcak günlerde o kadar rahatsız oluyordu ki istemeye istemeye ilk saç traşını kesintisiz bağırmaları ve ağlamaları eşliğinde zor da olsa yaptırdık.

O kadar değişti ki sanki başka bir çocuk oldu.


Gözlerimiz alışana kadar yabancı bir çocuğa bakıyor gibi hissetsek de o bizim yakışıklı Yiğit Kartalımız :)

6 Ağustos 2010 Cuma

Düğün Notları...Ve Beklenen Gün

09 Temmuz 2010
Günlerdir süren hazırlıklarımız işte bugün içindi ve o gün nihayet geldi.
Hepimiz hazırlanmak için koşuşturma halindeyiz.
Herşeyin en güzeli, en kusursuzu olsun diye tüm telaşımız.
Hiçbir aksilik yaşamadan tam vaktinde salondayız ve mutluluğumuza ortak olacak davetlileri karşılama ekibi olarak huzurlardayız :)

ve hepimizin beklediği o iki güzellik, alkışlarla salona gelir...


Nikah masasındaki yerini alır...


İşte günlerdir heyecanla beklenen an gelir...


Ömür boyu bir olmak, birlik olmak için mutlulukla verilen "evet" cevabının karşılığı olarak heyecandan titreyen ellerle imzalar atılır...
Hayatlarını birleştiren bu iki canımız için herşey ve her yer bir başka şimdi...



Ve "evli" olarak yapılan ilk dans...


İlk evladının mürüvvetini gören ve yeni bir kız evlat sahibi olan Abim ve Yengem...

İlk evladının mürüvvetini gören ve yeni bir erkek evlat sahibi olan Dünürlerimiz...

Bizler için de eğlenceye katılma zamanı gelmiştir artık...

Danslar edilir...

Oyunlar oynanır...

Halaylar çekilir...

Herkes piste fırlayıp eğlenceye katılırken Yiğit Kartal hiç durur mu :)
O da gösterecek hünerlerini tabi ki...


taa ki minik bedeni yorgunluktan bitap düşüp uykunun kollarına kendini bırakana kadar...


Tüm davetliler uğurlandıktan ve albümlerimizde yer alacak fotoğraflar çekildikten sonra salondaki eğlencemiz sona ermiştir artık...


Salondaki eğlencemiz sona ermiştir ermesine de son anda verilen kararla bizler için başka bir yerde mini eğlence hala devam etmektedir. İstikamet bellidir. Hadi bakalım hep beraber Atatürk Orman Çiftliğine ekmek arası köfte yemeye :)

Keyifli ve güzel geçen gecemizin ardından artık yeni evli çiftimizi birlikte yaşayacakları yuvalarına bırakma zamanı gelmiştir...

Birbirinize duyduğunuz sevginizi, saygınızı ve aşkınızı kaybetmeden sağlıklı ve huzurlu bir ömür geçirmenizi, mutluluğunuzu hayırlı bir evlat sahibi olarak perçinlemenizi diliyoruz...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...