28 Şubat 2011 Pazartesi

Beklemeyelim...


Sevmek için sevilmeyi beklemeyin...

Bir arkadaşın değerini anlamak için yalnız kalmayı beklemeyin...

Nazik olmak için gülümseme beklemeyin...

Çalışmaya başlamak için en iyi işi beklemeyin...

Biraz paylaşmak için çok olmasını beklemeyin...

Öğütleri hatırlamak için düşmeyi beklemeyin...

Duaya inanmak için acıları beklemeyin...

Yardım edebilmek için zamanınızın olmasını beklemeyin...

Özür dilemek için diğerinin acı çekmesini beklemeyin...ne de barışmak için ayrılığı...

Beklemeyelim !

Çünkü ne kadar zamanımız var bilmiyoruz...

25 Şubat 2011 Cuma

Nineme Kulak Verin...Lütfen!!!



Konuşmanın ve konunun inceliğine, ifadelerin düzgünlüğüne ve güçlülüğüne, mimiklerin desteğine, verdiği mesajın güzelliğine bakar mısınız lütfen...

24 Şubat 2011 Perşembe

İletişim Kurumuyla İletişim(sizlik)...


Yavru Kartallar'ın babası yani kardeşim malum semt değişikliği yaparak bizim oturduğumuz semte yerleşti. Her yeni yere taşınmada yapılması zorunlu işlemler vardır hani. Elektrik, su, doğalgaz gibi tüm aboneliklerin üzerine alınması gibi...ve bunlardan bir tanesi de elbette nakil talebiyle yeni bir telefon hattı gibi.
Evet...Her evin olmazsa olmazı, sabit telefon aboneliği.

Üç gün önce müracaatını yapmıştı kardeşim. Neyse bir gün sonra geliyorlar hattı bağlıyorlar. Güzel...Soruyor Kartallar'ın annesi numara nedir diye. Biz size cep telefonunuzdan bildireceğiz, akşama da hat açılmış olacak diyorlar. Bu da tamam...

Neyse, iki gün geçiyor halâ telefonda tık yok. Beni aradılar "abla bir ilgileniver, ne zaman açılır, bir de yeni numaramız neymiş, bir öğreniver" diye. Hay hay dedim, verilmiş işi sonlandırana kadar uğraştığımı bilirler. Netice almadan da işin ucunu bırakmam.

Hemen semtin Türk Telekom Müdürlüğünün internete verilmiş 2 telefonu var. Başladım aramaya...Aman Allahım ömür törpüsü. Zırıl zırıl çalan telefona zahmet edip bir "alo" diyen yok. Dakikalarca aradım işyerimdeki otomatik telefondan. Sonra belki yanlıştır ! diye Bilinmeyen Numaralar Servisini aradım. Ordan 2 farklı numara daha verdiler ki benim aradığım diğer 2 numara da doğruymuş. Etti mi 4 hat. Bir onu, bir diğerini, bir öbürünü arıyorum kesintisiz. Halâ bir "alo" diyen yokk. Çıldırıyorum ben bu arada sinirden, gıyablarında ettiğim lafların haddi hesabı yok.

Sonra Türk Telekom Müşteri Hizmetlerini aradım. Ama ben nasıl sinirliyim, nasıl hiddetliyim anlatamam. Karşıma sinirleri alınmış operatör kızımız çıkar çıkmaz "şikayet edebileceğim her yerin telefonunu verin lütfen" dedim. Güzel konuşarak beni sakinleştirmeye çalışan kızımıza ısrarla isteğimi söyledim. "Peki Aynur Hanım, o zaman şikayet formu dolduralım sizin adınıza Genel Müdürlüğe gönderelim" dedi. "Hemen, hemen yapın lütfen" dedim.

"Görüşme yapılmayan hatlardan sabit ücret diye, vergi diye, bilmem ne diye her ay fatura bedelini çatır çatır alıyorsunuz, hizmetlerinizi göstermek için bilmem kaç liralık reklam kampanyaları yapıp, iki dakikalık görüntü için tonlarca parayı o tanınmış insanlara saymayı biliyorsunuz" diye karşımdaki kızın şahsında Türk Telekom hakkında düşüncelerimi söylüyorum bu arada nefes almadan, sinirden daha bir güzel çıkan ses tonum ve haklılığım eşliğinde :) Hizmet kalitesi için yaptığımız görüşmeler de güya kayıt altına alınıyor ya, sayıyorum bir bir...

Operatör kıza "bu şikayet formundan birşey çıkmayacağını biliyorum. Bana başka yerlerin de numaralarını verin lütfen" dedim. Genel Müdürlük Müşteri Hizmetlerinin numarasını alarak, telefonu kapatır kapatmaz bu kez soluğu orada aldım. Konu nedir diye soran aynı kibarlıktaki bu kızımıza da durumu anlattım:

"İletişim kurmak istiyorum hanımefendi. Semtimizde bulunan Türk Telekom Müdürlüğünden birileri bana alo desin istiyorum hanımefendi. Bir muhatap arıyorum hanımefendi. Aldıkları maaşı hakeden birinin benimle iletişim kurmasını istiyorum hanımefendi. Bilmem anlatabiliyor muyummm hanımefendi..."

Bu sözlerin tamamını söyledim, bir solukta, karşımda nefes bile almadan duran kibar oparatör kızımıza. Dinledi, dinledi ve "peki Aynur Hanım şikayetinizi alıyorum, ayrıca Bölge Müdürlüğümüzün telefonunu verelim size, bir de orayı arayın" deyince bende tekrar bir sinir patlaması oldu ki anlatamam ses tonumu kontrol etmekte zorlandığım...

"Ne demek bu hanımefendi, ne demekkk...Ben kırk tane yeri aramak zorunda mıyım, şikayet ediyorum işte, bu nasıl bir uygulama, nasıl bir durum, anlamakta zorlanıyorum, tane tane bir daha söyleyin, nasıl olur, kaç telefon görüşmesi yaptım ve kaç tane daha yapmam gerekecek, kimsiniz siz, kim bu kurum, kimler bizimle kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor...verin dedim çabuk oranın numarasını da verin, bu iş ya bugün çözülecek, ya bugün çözülecek..."

Neyse, aradım tabi, bırakır mıyım...Kibar hanımlardan biri yine, ama bu kez Bölge Müdürünün sekreteri. Katmerlenmiş sinirimle patladım ona da. Dinledi, dinledi, dinledi...
Haklısınız dedi. Çok haklısınız. Hangi numaraları aradığımı sordu, söyledim toplam 8 değişik telefonu. Hemen ilgileniyorum dedi. Cep telefonumu aldı. Bugün halledeceğim merak etmeyin dedi.

Ben hattın açılmasından geçtim hanımefendi, ben o telefona cevap verilmemesine takıntılıyım şu dakika itibariyle. Bu konu hakkında biri beni ikna edecek, yoksa bırakmayacağım ben bu konuyu dedim. Haklısınız, yoğun olabilirler, ondandır dedi. Olamaz dedim olamaz. Böyle bir lüksleri yok, bu iş için ordalar, Asla kabul etmem dedim. Böyle bir mazeret olmaz, olamaz dedim. İki lafımın arasında da sürekli Türk Telekomla ilgili düşüncelerimi sıralıyorum tabi.

Sonuç mu ?

Yarım saat geçmeden semt Türk Telekomdan bir bey aradı. Ses tonundan epey fırça yediğini hissettim. Yeni numarayı verdi. Saat 17:00'ye kadar hattınız açılacak dedi. Özür diledi. Teşekkür ettim. Aradan 1 saat geçmeden Türk Telekom Genel Müdürlüğünden biri aradı. Şikayetinizle ilgili gerekli işlemler yapıldı dedi. Özür diledi. Teşekkür ettim. Yarım saat geçmemişti ki bu kez yine semtten bir bey aradı. Aynur Hanım, Genel Müdürlükten şikayetle ilgili aradılar, sorununuz neydi acaba dedi. Sağolun, konu halloldu dedim. Özür diledi. Teşekkür ettim.
Bölge Müdürünün sekreterini aradım, aksaklıktan dolayı özür diledi. İlgisinden dolayı teşekkür ettim.

Gelelim asıl sonuca...

Yaşadığım sinir harbinden dolayı başıma giren ağrının etkisiyle günüm mahvoldu. Galip gelmem ve işimi halletmiş olmam beni sevindirmekten daha çok üzdü. Bu şekilde olduğu için...ve böyle bir sorunla karşılaşan diyelim ki yaşlı birilerini düşünerek acaba o insanlar nasıl başediyorlar dedim bütün gün...ve ödediğim(iz) paraları düşündüm...ve hakettiğimiz hizmeti göremediğimizi...ve şu güzel ülkemde hemen hemen herşeyin böyle olduğunu...ve ilerlemek yerine sanki daha da bir geriye doğru gittiğimizi...hizmet anlayışı ile gelip de vatandaşı yolmak anlayışı ile yola devam edildiğini...ve tabi ki böyle bir durumda iletişimin ses tonunu yükselterek daha bir güzel yapıldığını...

Son söz; "Derdin varsa dinlerim, derdim varsa inlerim...ama inletirim de..." :))

23 Şubat 2011 Çarşamba

Keyiflendirdi...ÖDÜL...


Ödül almak ayrı bir mutluluk kaynağı ama bu ödülün ismi bile keyfimi duble yapmaya yetti.
Bu kez tavanlarda gezmemi sağlayanlar, Sevgili GUTGUTURUNA ve Sevgili İÇİMİZDEKİ KARNAVAL...
Kendilerine çok teşekkür ediyorum.
Kabul buyururlarsa eğer ben de bu ödülü 8 blog yazarı arkadaşıma takdim etmek istiyor, herkese sevgilerimi gönderiyorum :)


Keyif aldığımız ve verdiğimiz anlar hep artarak artsın... :))

22 Şubat 2011 Salı

Tebessüm...


Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi...Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine neden oldu. Bu hâl içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı...

Arkadaşı, bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir miktarını her zaman köşe başında duran fakir adamın şapkasına bıraktı.

Fakir adam öyle minnettar oldu ki...İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını doyurduktan sonra bir apartmanın bodrumundaki tek odasının yolunu tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titreyen köpek yavrusunu görünce kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada saatlerce koşturdu.

Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı...Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar...

Bütün bunların hepsi, hiçbir maliyeti olmayan bir tebessümün sonucuydu.
..........
"Tebessüm sadakadır..."
Hz.MUHAMMED (s.a.v)

20 Şubat 2011 Pazar

"Nihayet" dedim...Ama...


Günlerdir evimizde süren hareketlilik bu hafta sonu itibariyle yerini dinginliğe bıraktı, oh mis, artık dinlenirim gönlümce dedim ama...yok...daha bitmemiş demek ki. Kaç günlerdir el sürmediğim evimizi temizledim ilk olarak Cumartesi günü...tam gün mesai yani :))
Geçen hafta Yavru Kartallar'ın yeni yuvalarına konuşlanmaları için gerekli çalışmalar yapıldı. İnanılmaz yoğun, inanılmaz yorucu ve sonucunda da inanılmaz yorgun bir ben ortaya çıktı.
Temizlikti, eşyaların taşınması için ayarlamaların yapılmasıydı, nakliyeydi, yerleşimdi derken bittim ben. Yok...öyle lafta değil, gerçekten bittim.
Kuzuların yanımda, yöremde, yakınımda olacağını düşününce oh dedim tabi sonuç itibariyle...ama bu kez de yeni eve bir hediye almak lazım gelir dedim. Madem öyle, bari ihtiyaçları olan birşey olsun da dedim. Sonuç olarak eskiye göre çoook, hatta epey geniş olan yeni evlerinin 14 metrelik koridorlarına şöyle güzelinden, kullanışlısından iki halı yolluk almaya karar verdim.
Sıcağı sıcağına halletmek için bu niyetle yola çıktık en büyük yeğenim İlknurla...ora senin bura benim, yok şu nasıl, yok bu nasıl derken, bu kez de bundan dolayı bittim. Neyse aldım da bu seramoniden de üzerimde hissettiğim yükünden de kurtuldum, hemen teslimini yaparak :)
Hediye almak güzel, aldığının beğenilmesi daha da güzel velhasıl. Ama zor işler bunlar yahu. Karar verip alana kadar insanı helak ediyor ya da yorgunluğumun üzerine denk geldi ondan mıdır nedir, ben helak oldum.
Şöyle gerine gerine dinlenmem için, bir o yana bir bu yana kendimi devirmem için önümüzdeki hafta sonunu bekleyeceğim artık ne yapalım...Tabi başka birşey çıkmazsa :))

18 Şubat 2011 Cuma

Yine Mutlu Etti...Yine Gülümsetti...ÖDÜL


Hediye almak da vermek de mutlu eder beni...ve sanırım herkesi :))
Blog yazarlarının birbirlerine verdikleri en güzel hediye de galiba bu ödüller olsa gerek.
Sevgili CEPAYNASI'nın bu hediyesi yine benim için mutluluk nedeni...
Kendisine çok teşekkür ediyorum. 
Kabul buyururlarsa eğer ben de bu ödülü 5 blog yazarı arkadaşıma takdim etmek istiyor, herkese sevgilerimi gönderiyorum :)


Yüzümüzden gülümseme, hayatımızdan neşe eksik olmasın...

16 Şubat 2011 Çarşamba

ÖĞRENDİM...


Sonsuz bir karanlığın içinden doğdum.
Işığı gördüm, korktum.
Ağladım.
Zamanla ışıkta yaşamayı öğrendim.
Karanlığı gördüm, korktum.
Gün geldi, sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi...
Ağladım.

Yaşamayı öğrendim.
Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu,
Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu öğrendim.



Zamanı öğrendim.
Yarıştım onunla...
Zamanla yarışılmayacağını,
Zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim...

İnsanı öğrendim.
Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu...
Sonra da her insanın içinde iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.

Sevmeyi öğrendim.
Sonra güvenmeyi...
Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu...
Sevginin güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu öğrendim.

İnsan tenini öğrendim.
Sonra tenin altında bir ruh bulunduğunu...
Sonra da ruhun aslında tenin üstünde olduğunu öğrendim.

Evreni öğrendim.
Sonra evreni aydınlatmanın yollarını öğrendim.
Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatman gerektiğini öğrendim.

Ekmeği öğrendim.
Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini...
Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar önemli olduğunu öğrendim.

Okumayı öğrendim.
Kendime yazıyı öğrettim sonra...
Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana...

Gitmeyi öğrendim.
Sonra dayanamayıp dönmeyi...
Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi...

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta...
Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.
Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğine aydım.

Düşünmeyi öğrendim.
Sonra kalıplar içinde düşünmeyi öğrendim.
Sonra sağlıklı düşünmenin kalıpları yıkarak düşünmek olduğunu öğrendim.

Namusun önemini öğrendim evde...
Sonra yoksundan namus beklemenin namussuzluk olduğunu...
Gerçek namusun, günah elinin altındayken, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Gerçeği öğrendim bir gün...
Ve gerçeğin acı olduğunu...
Sonra kararında acının, yemeğe olduğu kadar hayata da lezzet kattığını öğrendim.

Her canlının ölümü tadacağını,
Ama sadece bazılarının hayatı tadacağını öğrendim.

Ben dostlarımı ne kalbimle, ne de aklımla severim.
Olur ya...Kalp durur...Akıl unutur...
Ben dostlarımı ruhumla severim.
O ne durur, ne de unutur...

Hz. MEVLANA

10 Şubat 2011 Perşembe

Uyuyan Kartallar...

İkisi birden uyuyunca sanki vakit geçmiyor bize. En çok da bana...Gidip gelip bakıyorum, ha uyandılar, ha uyanacaklar diye. Onlar uyurken enerji depolamamız gerekirken, ben odaya gidip gelmekten, olan enerjimi de tüketiyorum sonuna kadar :)
Zaten minik canavarlar kalktığında halimizi tüm çocuklu evler tahmin edebilir. Hadi Yağız Kartal neyse, onun işi kolay...Altını temizle, karnını doyur, sonra tekrar yatır. Sessiz zaten yavrum, ağlamayı bilmiyor desem yeridir.

Ama Yiğit Kartal için aynı şey sözkonusu olabilir mi, olamaz tabi. Büyük bir efor sarfederek altını aç, iki kat eforla tekrar bağla ve üzerini değiştir, binbir nazla keyfini yerine getirmeye çalış...Kendine gelince de zaten hiç dur durak bilmiyor. Oyun oyun oyun, herşey her daim oyun onun için. Bizi çok yorsa da ben inanılmaz keyif alıyorum onunla olmaktan, onunla yaptığımız her bir şeyden. Zaten o da bütün ortamların tadını çıkarmayı kendince bilen, keyif alan bir çocuk.

Evin sessiz sakin olduğu nadir anlardan birkaç foto yükleyeyim dedim :))









Çok değil, bu fotolar çekildikten az biraz sonra uyuyan kartallar, uyanan canavarlara dönüştü ve her ikisi birden iki ayağımızı bir papuca soktu :))

Bu sefer de hepimiz hep bir ağızdan "aman en tatlı halleri uykuda oldukları halleri..." demeden edemiyoruz :))
Ama ben halâ ve her defasında gidip gelip bakıyorum, ha uyandılar, ha uyanacaklar diye. Daha doğrusu uyansınlar diye :))
Büyümeleri için onların en çok ihtiyacı olan uykuyu, sanırım ben zaman kaybı olarak görüyorum...

9 Şubat 2011 Çarşamba

Karakterli MİM :)

Dürr-i Yekta bloğunun yazarı "hangi çizgi film karakteri olmak istersiniz?" konulu, sevimli mi sevimli bir mimleme yapmış bana.

Bildiklerimi, hafızamda kalanları şöyle bir taradım ve hemen hemen hepsine "evet evet, işte böyle olmalıyım" dedim :))
Bazen Şirinler'deki bilgin ya da uykucu, bazen Tweety, bazen de Tom ve Jerry ikilisi...
Ama bunların içinde bir tanesi var ki kesinlikle budur dediğim...
Her haliyle kendini sevdiren, yaşadığı her andan keyif alan, mutlu olmayı başarabilen, sevgisi ve inancı sayesinde her türlü zorluğu yenebilen, her kötü durumu avantaja çevirebilen ve yaşadığı tüm zorluklara rağmen dünyaya hep gülen gözlerle bakabilen bir karakter bu...HEİDİ


Kendi yaşadıklarının dışında, bir de yaşadığı yer var ya, işte mest oluyorum ben onu izlerken. Ağaç, çiçek, börtü böcek, koyunlar kuzular...GDO'suz ürünler, hormonsuz gıdalar, ev yapımı yiyecekler, hele o beyaz ekmekler yok mu, minik minik...
..........
Bu arada aklıma gelmişken söylemek isterim; "Unutmayın...Sadece çizgi film kahramanlarının sigortaya ihtiyacı yoktur" diye bir reklam sloganı var hani...İlk duyduğum andan itibaren çok tuttum bu sözü. Keşke gerçek hayatlar da onların hayatı gibi olsa demekten alamıyor insan kendini...

Ben de ilgilerini çekeceğini düşündüğüm 6 blog yazarı arkadaşımı mimlemek istiyor, herkese sevgilerimi gönderiyorum :)

@ http://cepaynasi.blogspot.com/
@ http://delianne.blogspot.com/
@ http://fulyapragi.blogspot.com/
@ http://pinaryasampinarim.blogspot.com/
@ http://beyazkedi-silbastanbaslamakgerekbazen.blogspot.com/

3 Şubat 2011 Perşembe

Kompliman...


Sanki yanlarında kimse yokmuş gibi özellikle hemcinslerin asansörde yaptıkları sohbetler hep garibime gitmiştir. O kadar rahat konuşuyor ki bazıları, rujunun markasından, renginden, aldığı herhangi bir kıyafetin kritiğini yapmaya kadar...O daracık asansör kabininde konuşurken fırça girmemiş ağzından çıkan kokunun midemi altüst, günümü de mahvettiğinin farkında değil halbuki...

Hele değiştirdiği saç renginin bir başka arkadaşı tarafından farkedilmesi sonucu (farkedilmeyecek gibi de değil ki) söylenilen o abartılı beğeni sözleri yok mu? En çok da bu garibime gidiyor zaten...Bir kendine bakıyor kişi, sonra değişikliği yapan arkadaşına, başlıyor gönül okşayıcı tüm sözleri sarfetmeye, yüzünde beğenisini belirten en ufak bir mimik bile yokken..Ne kadar güzeeeel, sana ne kadar gitmiiiiş, sanki doğal rengi buymuş gibiiii, harikaaaa!! Halbuki ne doğal rengi, esmer hatun saçını civciv sarısına boyatmış ayol :)) (farkedilmeyecek gibi değil demiştim)

Dar alanda, ağızlar yayıla yayıla yapılan o geniiiiş geniş paslaşmalar dinleniyor asansördeki 6-7 kişilik ekip tarafından. Doğal olarak gözler de renkli saçlara takılıyor, beyler dahil tabi, inceden inceye süzüyoruz, kendi içimizde fikir beyan ediyoruz :)

Hep beraber öğreniyoruz bilmem ne markanın, yine bilmem ne numaralı boyası olduğunu, kendisinin değil kuaförünün boyadığını, dudak uçuklatan (bence tabi) bir bedel ödendiğini, aslında başka bir renk düşündüğünü ama böyle çıktığını, falanını filanını...

Sözüm ona, o çoook beğenenin bakışlarından belli  aslında  ya da bana öyle geliyor bilemiyorum, sanki içinden "renge bak, bu ne böyle, hiç de yakışmamış, ne tenine ne de yaşına başına hiç olmuş mu şimdi" der gibi. (Şahsen ben öyle dedim)

Hem bu kadar basit, hem de kişiye özel bir konuyu ne demeye böyle genel yerlerde konuşurlar ki hiç anlamam. Yani düşünmez misin be hemcins bunlar kimseyi ilgilendirmez. Saçın başın, kaşın gözün kimsenin gözünde yok. Adamların çoğunluğu "benim karım bunu yapsa, hem de bu renge, üstüne bir de bu kadar para verse, anında boşamazsam adam değilim..." demiyorsa ben de birşey bilmiyorum.

Ben de asansöre bindiğim zaman sessiz sedasız katıma çıkmak, hani kabine binerken ola ki göz teması kurduğum kurumdaşlarıma şöyle bir göz ucuyla selam vermekten öte gitmem...Hatta bu sebepten benim için "selamı bile binbir güçlükle veriyor, sanki çok lazımmış gibi" diyenler bile vardır. Kimbilir, kendi açılarından belki de haklıdırlar.

Şimdi tekrar düşündüm de saçlardaki köklü değişiklikleri...Acaba ben şimdiye kadar boyaydı, kuafördü, renkti, cümbüştü hiç yapmadığımdan mı böyle hasetçe yaklaşıyorum konuya? Bir kıskançlık hasıl oldu da böyle mi kendini gösteriyor acep? Sanmam, ama mümkündür, düşünülebilir :)

Bu düşüncelerle gidip şimdiye kadar hiç boya sürmediğim saçlarıma bir el mi atsam ne :))

1 Şubat 2011 Salı

Onlar da EV'lendi...


Dünyaevine gireli henüz 7 ay olmuşken (bknz.) şimdi bu dünyadaki kendi evlerine girmeye hazırlanıyorlar hayırlısıyla...

Evet...Bugün itibariyle onlar da bir ev alarak ev'lenenler ve evsahibi olanlar arasına girmiş bulunuyorlar :))

Azıcık borçlansalar da olsun. Kolaylıkla ödemek nasip olur inşaAllah. Ev alana da evlenene de Yüce Rabbim yardım eder, biliriz, inanırız. İstedikleri anda desteğimizi de veririz en gönülden geleninden...

Haftasonumuz öncelikle bu sebepten dolayı hareketli, şehir dışından gelen abim-yengem yani Komiserimiz Yusuf'un anne-babası, Gelinciğimiz Seda'nın anne-babası ve yine şehir dışında okuyan yeğenim Pelin'in Ankara'ya gelmesiyle epey kalabalık geçti. Hareket olan yerde bereket olur sözünü doğrulatırcasına...

Aslında yorucu günler bu haftasonu itibariyle başlıyor. Çünkü, 2010 yılının son haftasında kardeşimin aldığı evin (bknz.) boya badana, dolap çekmece, kapı pencere işleri nihayet yarın bitecek ve öncelikle Yavru Kartallar yeni yuvalarına konuşlanacaklar bir aksilik çıkmazsa. Onları yerleştirdikten sonra bu kez Yusuf ve Seda'nın toplanma-taşınma işleri başlayacak ki güle oynaya elbirliğiyle hallederiz bir çırpıda...

Kardeşimin evi gibi onların da bize yakın olmaları yine yine yine bana göre işin en en en güzel kısmı :))
Evlendiklerinde farklı semtlerde ev kiraladıklarından kısa süreli semt ayrılığı, daha doğrusu haftasonu birlikteliği yaşasak da sonunda toplaştık aynı mahalleye. Artık komşuculuk oynar dururuz bıkıp usanmadan :))

ee artık bu kadar zahmetimizin karşılığında yeni evlerinde bizlere bir bardak sıcak çay ya da bir fincan acı kahve ikram ederler değil mi tatlı dil ve güleryüzlerinin eşliğinde :)


Sağlık, mutluluk ve güzellikler içinde yaşayacakları huzurlu bir yuvaları olsun ve Yüce Rabbim dileyen herkese nasip etsin inşaAllah...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...