31 Mayıs 2010 Pazartesi

5 Günlük Dinlence...

Cumartesi :) ve Pazar :(

CUMARTESİ :)
Hava mis, keyifler ala...
Önce Dikmen Vadisi'nde 1 saatlik bir yürüyüş
Sonra en hafifinden bir kahvaltı
Üzerine orta şekerli Türk kahvesi
Sonra kendini şımartmanın en güzel yolu, alışveriş
Akşam harika bir yemek
En sonunda gece yattığı yeri beğenen cinsinden yorgunluk
ve deliksiz uykunun kollarına atlayış...

PAZAR :(
Sanki birgün önce bir suç işlemişim de yakalanmışım. Hafif bir cezaya çarptırılmışım, paraya çevrilmiş, sonra vazgeçilmiş, bir günlük temizlik hizmetinde bulunma cezasına dönüştürülmüş, şaka gibi...
Ev dip köşe temizlendi, tozlar alındı, tüm lavabolar ovuldu, yıkanan çamaşırlar ütülendi, üstüne bir de akşam için yemek yapıldı.
Yine hava mis, yine keyifler ala...





28 Mayıs 2010 Cuma

Cuk Oturdu ama...


Uzun yıllar burada görev yaptım.
Sevgili arkadaşım Hale'yle de aynı makamdayız.
Öğle yemeğimizi yedik, yerimize çıkacağız.
Odaya geçmeden önce lavaboya uğradık, içerisi dolu.
Çıktı içerideki arkadaş lavabodan, ağzında kürdan
Hani öğlen ya, hani selam verilir ya
Hale: Afiyet olsun
Arkadaş: Sağol
Ben: Tatlıydı galiba
Arkadaş: hııı (biraz bozulmuş olarak)
Ben: O zaman yap da bir daha ye...
kopuş :))))

Söylensin de...

Birkaç gündür ana haber bültenlerinde İstiklal Marşımızın şarkıcı Hadise tarafından söylenme hadisesi gündemde.
Yok şöyle söyledi, yok böyle söyledi, müzik otoriteleri bunu dedi, böyle olur muymuş, detone olmuş, muş muş muş...
Evet, ben de güzel söylenmiş İstiklal Marşı dinlemek isterim, tıpkı Ezanın da güzel sesli biri tarafından makamına uygun olarak okunmasını istediğim gibi.
Sonuçta kızcağız çıkmış oraya, yüzlerce kişinin, ekranları da sayarsak belki de milyonlarca kişinin önünde okumuş elinden geldiğince.
Bu memleket Milli Marşını bilmeyen bakanları da gördü...

Jest...

Küçük Hala olarak ben hariç maaile Beşiktaşlı
Bu resimler ise sadece onlara jest olsun diye :)




27 Mayıs 2010 Perşembe

Geliştim Ben...


Dün yemekten sonra iki saat, bugün yemekten önce iki saat (ilaç reçetesi gibi)
Ara sıra karşı çıksam da bazı söylemlere, zamanla ve koşullarla alakası var desem de müthiş keyif aldım, çok eğlendim, çok güldüm.
Gerçekten de ilaç gibi geldi :)
Peki neydi bana ilaç gibi gelen bu program?
"Kişisel Gelişim ve Eğitim Semineri"
Başta tepkiliydim ve "hiç işim olmaz, isteyenler katılsın, niye zorunlu tutuyorsunuz ki" gibi bir cümleyi söyleyerek en son girdim toplantı salonuna.
İçeride bulunan ve işinin Yönetim Danışmanlığı, isminin de İsmail KARASU olduğunu belirten beyefendi, yüzüne yapıştırdığı o hafif tebessümle ve pozitif enerjisiyle karşılıyor katılımcıları.
Öyle hoş, öyle güzel bir ortam yaratıyor ki 5 dakika geçmeden, birden bire konunun içine alıveriyor hepimizi.
Slaytlar gösteriyor, konuyla ilgili videolar izlettiriyor, sorular soruyor, örnekler veriyor.
Ama benim için en önemlisi, birebir göz temasında bulunarak konuşması.
Sunumunu o kadar doğal ve o kadar içinden gelerek yapıyor ki işini ne kadar sevdiğini anlayabiliyorsun hemen.
Peki neydi bu seminerin amacı?
Kişinin öncelikler sıralamasında birinci sıraya kendini yerleştirmesi ve burdan yola çıkarak özellikle iş hayatında başarıya ulaşması ve bunun için yine kişinin yapacağı şeyler, izleyeceği yollar...
Peki neydi kişinin yapabilecekleri?
(çoğunluğu tavsiye ve gaza getirme niteliğinde bana göre)
"Mutlu olun, sizi mutlu edecek herşeyi yapın, yapmaya çalışın, ancak o zaman verimli olabilirsiniz, kendinizi iyi ve şanslı hissetmeniz için çok şey var düşünürseniz, işiniz var mesela, eviniz, aileniz, başınızı sokacağınız bir çatınız, düşünün, sizin yerinizde olmak isteyen kaç kişi var, sağlıklısınız, bu ne kadar önemli biliyor musunuz (ki çok iyi biliyoruz), hiçbir şeyi kendinize sıkıntı yapmayın (söylemek ne kadar kolay), stres olmayın, sinirlenmeyin, önemli olan sizsiniz, ne kadar önemli ve gerekli biri olduğunuzun farkına varın, hayatta hiçbir şeyi ertelemeyin, ne istediğinizi iyi bilin, hedef koyun kendinize, isteyin yeter ki, muhakkak olur, kötü düşünmeyin, kötü düşünce kötü sonuç getirir, gez, toz, ye, iç, sev, sevil... diye uzayıp gidiyor.
Tabi seminerin verildiği yerin bir kamu kurumu, katılımcılarının da Devletimin memurları olmasından dolayı bunlara kendi yaşadıklarını, çektiği sıkıntıları örnekler vererek karşı çıkan hiç kimse olmaz mı:)
Herkes fikrini söylüyor elbette, ama İsmail KARASU'nun tepkileri, yüz ifadesi, bunlara verdiği cevaplar, işte ben tam bu noktalarda çok keyif aldım.
İlk kez katıldığım böyle bir program ilginç ve hoş bir tecrübe oldu benim için.
..........
20 yıl üstü hizmeti olan, gelişimini ve oluşumunu tamamlamış kamu görevlileri olarak bu eğitimi vermekte geç kalındığını düşünsem de çok teşekkürler İsmail KARASU, çok teşekkürler...
Başta da söylediğim gibi müthiş keyif aldım, çok eğlendim, çok güldüm.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

25 Mayıs 2010 Salı

Bal Tutan...


Yıllarca suyun gözünde çalışıp kendisi için bir damla bile içmeyenlerdenim ben.
Pişman mıyım ?
Kesinlikle EVET :)  (bir anlık)
Niye mi ?
Çünkü görüyorum da yıllardır üst olarak çalışanları, görev alanlarına giren konulardan bihaber geneli.
Hadi bırak onu, çoğu hala iki satır dilekçe yazmaktan bile aciz.
İşte o zaman diyorum "ah ah, ne demeye kendi kendine gurur yaparsın da kendin için bir istekte bulunmazsın. Bir söylesen dileğini hemencecik olacak. Lambadan çıkan cin misali öyle üç taneyle de sınırlı değil hem, dile ne kadar dilersen, niye söylemezsin ki..."
..........
Peki bugün olsa parmağımdaki balı yalamak için ister miydim başkalarından kendim için birşey ?
Kesinlikle HAYIR (herzaman, her konuda)
Yine istemezdim, yine söylemezdim.
Düşününce pişman olmasına pişmanım elbette ama karakter meselesi bu.
O zaman şikayet etmenin de bir anlamı yok değil mi ?
ee susayım o zaman ben...

Hızla Büyüyoruz...


24 Mayıs 2010 Pazartesi

Msn'den Diyalog...


- Şekerr slm
- Naapiyosunn
- Hiç sesin soluğun çıkmıyoo
- Öldün mü kızıım
- Niye gelmiyosunn buralara yaa
- Ayarla da gelsene kızıım
- Ösledi ben senii
- Efett gerçek ösledii
:
:
- Bekliyom haa
- Hadi by
- k.i.b
- mucks


Lütfen ama, lütfen, ne bu şimdi...
Güzel dilimiz Türkçe'yi katledişten mi bahsedeyim, ne yazı ne de konuşma diline yakışmayan şu kelimelerden, şu hitaptan mı bahsedeyim
Hiçbirini yapmayayım da en iyisi Türkçe mealini yazayım ben...

- Aynur merhaba
- Nasılsın
- Uzun zamandır görüşemiyoruz
- Merak ettim seni
- Epeydir de buluşmadık
- Görüşmek isterim
- Özledim ben seni
- Evet, gerçekten özledim
:
:
- Haber bekliyorum senden
- Görüşmek üzere
- Hoşçakal
- Öpüyorum

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Kılıçlarını Kuşandı...

Sanki herkes Deniz BAYKAL'ın gitmesini bekliyormuş da skandalın çıkması gerekiyormuş bunun için
Başından sonuna kadar izledim kurultayı, gelenleri gidenleri, eskileri yenileri
O ne kalabalık, o ne izdihamdı
Değişimin ve gelişimin kurultayı yapıldı
Birleştirici, yapıştırıcı ve hatta yatıştırıcı bir unsur oldu sanki Kemal KILIÇDAROĞLU
Tartışmayı çok iyi bilen üslubuyla da sakin tavrıyla da dikkat çekmişti zaten hodri meydanlarda
Yine meydanlarda...
Bu kez kılıçlarını kuşanmış meydan okuyor rakiplerine
Hem de ATATÜRK'ün Cumhuriyet Halk Partisi'nin yeni başkanı olarak
Söylemlerini eyleme geçirir umuduyla haydi hayırlı uğurlu olsun vatana millete...

21 Mayıs 2010 Cuma

İyilik ve Kötülük...


Yaşlı Kızılderili Reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş, az ileride birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyorlardı.
Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve oniki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup dururlardı.
Dedesinin sürekli gözönünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar.
Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli diye düşünürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin illa da siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.
O merakla sordu dedesine.
Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
"Onlar," dedi, "benim için iki simgedir evlat."
"Neyin simgesi?" diye sordu çocuk.
"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."
Çocuk, sözün burasında, "mücadele varsa, kazananı da olmalı" diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi:
"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?"
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa:
"Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!"


18 Mayıs 2010 Salı

Güne Başlarken...

İşine yetişme telaşında olan insanlar topluluğu olarak aynı otobüsteyiz. Ayaktayım ben. Tıkış tıkış...Otobüsün orta kapısında basamakta durmaktayım. Durmaya çalışmaktayım. İlerlemeyen trafikte bana anlamsız gelen bir hareketle ayağını sürekli bir gaz bir fren pedalına basan şoför yüzünden sürekli bir o yana bir bu yana sallantı halindeyiz. Midem bulanıyor artık. Kendime kızıyorum. Servisimi kaçırdığım için. Sanki bana her daim rezervasyonu yapılmış gibi olan koltuğuma paşa paşa kurulup arkadaşlarımla sohbet ederek gitmek varken ne işim var benim bu toplu taşım aracında. (çok nadir binerim zaten) Tam da herkesin sözleşmiş gibi çıktığı sabah saatinde hem de. Madem otobüsle gideceksin ne demeye o saatte çıkma gafletinde bulunuyorsun. 15 dakika beklesen evde, rahat rahat gideceksin işine. Bir kez daha kızıyorum kendime.
Aslında oturduğum semtin bu saatlerdeki trafik yoğunluğu Kızılay durağına kadar. Sonrasında hem otobüs, hem de ben derin bir nefes alacağız rahatlayarak.
Ben bindikten sonra rahatlama noktasına kadar toplam 5 durak var. Ama işte dedim ya, tam da yoğun saate denk gelince bitmek bilmeyen bir seyahat oldu.
Bugün trafik de bir ayrı sıkışık nedense. Kaza mı var acaba, yoksa büyükbaşlardan biri mi geçecek de bekletiyorlar anlamadım. Geyşa adımlarıyla ilerliyoruz. Şoför yine aynı. Bir fren bir gaz, sürekli...
Dayanamıyorum. Sesleniyorum bulunduğum yerden:
-Kaptan, ne bu böyle, beşik gibi sallıyorsunuz milleti,
zaten trafik akmıyor, bu hareketi yapmak zorunda mısınız?
Kaptan tısladı, dokunulmaz, konuşulmaz, muhatap olunmaz köşesinden:
"Nasıl kullanacağımı sizden mi öğrenecem baayan"
Gerilen sinirime iyi geldi bu cevap, tartışma ortamı yaratıldı bile :)
-Tabi, benden de öğrenebilirsiniz ama, sonuçta kullanmasını öğrenin de kimden olursa artık...
"Rahatınızı bu kadar düşünüyorsanız otobüse binmeyin baayan, taksiye binseydiniz"
Bak bak bak... Başedemeyecek benimle, asla izin vermeyeceğim buna.
-İletişimimin "duracak" düğmesine basarak sinyal vermekten ve bunu almaktan ibaret olduğu biri olarak kimin hangi araca bineceğini söyleme hakkını kim veriyor size. Sizin göreviniz bu araçtaki yolcuları götürmek ve getirmek.
derken, şükür destek ekibim de geldi, bir iki cılız ses:
"Doğru söylüyor ama kaptan, bak kucağımızda çocuk da var, zor duruyoruz düşmemek için, böyle de araba kullanılmaz ki..."
Onlara da bir iki çift lafım olurdu ya neyse dedim, uzatmayayım sabah sabah.
..........
Hala o aracı kullanmasını öğrenemeyen 60'lık kaptana bir alkış,
baktı ki karnından konuşmak bir işe yaramıyor, cengaverlik yapanın arkasına sığınarak kendine güveni gelip de destek veren iki yol arkadaşıma da bir alkış,
Nasıl olsa ben ayakta değilim, rahatça gidiyorum diye düşünüp de sesini çıkarmayan özel halk otobüsünün "Oturan Halkı"na ise en kocaman alkış...

Öznur Halamıza Özel...

"Sadece benle olanları koy, ikimiz olalım, başka kimse olmasın" yönündeki bitmez isteği ve ısrarı karşısında ona özel olarak yüklendi bu resimler albüme...
Buyrun Öznur Hala, Eskişehir'e döndüğünde bakarsın doya doya :)



17 Mayıs 2010 Pazartesi

Sen Ne Harikasın...

3Y...

Yiğit Kartal Bey'i görmek için o kadar yolu tepip haftasonumuzu bile isteye onun pençelerinde geçirmeye karar vermemizin bir sonucu bu 3Y...

Yap...




Ye...


Yıka...


Sonuç mu ?
Tabi ki haftasonu yorgunluğu
ve tabi ki kilolara eklenen gramlar :))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...