Ne dersiniz? Sizce de öyle değil mi?
Kısa Kısa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kısa Kısa etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
13 Şubat 2013 Çarşamba
İşte Benim Özetim...
Sevgili Tatesal'ın bloğunda gördüm bu özet yazıyı..."Çok hata yapmak" dışında gerçekten de o kadar güzel özetlenmiş ki sanki beni anlatmış...ve galiba birçoğumuzu...
26 Kasım 2012 Pazartesi
Kısa Kısa...Benden...
Birçok blog yazarı arkadaşımın yazılarında o kadar çok rastlayıp da "ne birikebilir ki? rutin yaşantı işte!" derkeeen hakikaten birikebiliyormuş...aha buyur ben de diyorum "yazacak ne çok konu birikti":) Neyse şimdi gelelim o birikintilere :)
* Evlenip de ayrı memlekete, ayrı iklime direkt geçiş yapmamın üzerinden yaklaşık 2,5 ay geçti...Geçmesine de benim ortama alışma, araziye uyma ve uyum çabalarım tüm hızıyla ve tüm gayretimle halâ devam etmekte :)
* Evlilik izni, yıllık izin, arkasından 24 yıllık iş hayatımda ilk kez (muhtemelen de son kez olacak) keyfi olarak kullandığım 10 günlük sağlık raporundan sonra nihayet tayinim en yüksek makamdan onay alarak çıktı...
* Haberin gelmesinden sonra görünen Ankara yollarını heyecanla, özlemle tepip ayrılışımı bu kez ben onaylayıp, Yavru Kartallarımla ve sevdiklerimle bol bol hasret giderip, onları doyasıya öpüp koklayıp, arkadaşlarımı ve dostlarımı görüp, o araya Eskişehir seyahatini de sıkıştırıp, sanki bir günmüş gibi gelen 15 günlük yol iznimi de böylece tükettikten sonra en nihayetinde İzmir İl Müdürlüğü'nün en yeni, en taze personeli olarak göreve başladım...
* Başladım da...Benim için önemli olan Dikili İlçe Müdürlüğü'ne görevlendirmemin yapılmasıydı...ki o konuyu da "hamili kart yakinimdir" diyerek devreye giren yüksek mevkilerdeki tanıdıklarım sayesinde bu kez de İzmir'in en yüksek makamından onay alarak hallettim...ve her işinin sırasıyla düzene girmesine alışkın bir bünyeye sahip olan ben bunu da böylece noktaladım :) Bu aradaki koşuşturmalarımı, yorgunluklarımı anlatmıyorum...ki sonucun yine istediğim gibi olmasından dolayı sadece onun mutluluğunu yaşıyorum :)
Pekiiiii...Buralarda vakit nasıl geçiyor?
* Yaz/tatil sezonunun bitmesinden dolayı her sayfiye yerinde olduğu gibi bir sessizlik, bir kimsesizlik, kısaca bir terkedilmişlik sözkonusu buralarda...En iyi tarafı ise her taraftan gelen müzik ya da araba seslerinden oluşan gürültü kirliliğinin olmaması bence...Gerçi etrafta dolaşan o kadar çok kedi ve köpek var ki o boşluğu onların sesi ziyadesiyle dolduruyor ya neyse :)
* Sakinliğe, sessizliğe insan çok çabuk alışıyor galiba...Yani benim için durum böyle...Ankara'nın o yoğun insan ve bina kalabalığından, trafik keşmekeşinden sonra pek bir rahat, pek bir keyifli geliyor yeni memleketim :)
* Ayrıca, yıllaaar yıllardır hiç alışık olmadığım şekilde hergün aynı saatte işe gitmek ve yine aynı saatte işten çıkmak gibi bir zorunluluk olmaması da şu an için en en en cazip gelen yanlarından biri ne yalan söyleyeyim :) Ben buna "çalışırken emeklilik hayatı yaşamak" diyorum...
* Bu kadar uzun süredir bekarken "evlilik hayatı yaşamak" nasıl diye sorarsanız; genel olarak zorluk çekmiyorum...Temizlik, çamaşır, bulaşık ve mutfakla arası her zaman iyi olan ben olayı çabuk kavradım galiba :) ("Evlilik hayatı" deyince aklıma ilk gelenlere bakar mısınız lütfen :)) )Yeni memleketimde araziye uyma, ortama alışma çaba ve çalışmalarımda zorlandığım kadar evlilik konusu beni pek zorlamadı diye düşünüyorum...Ah şu özlemim, özlediklerim konusu olmasa herşey iyi de işte ne yaparsın buna da alışacağım mecburen...
********************
Bu arada şimdiye kadar beni yalnız bırakmayan canımın parçası sevdiklerime, arkadaşlarıma/dostlarıma teşekkür etmediğimi yeni farkettim...ki bu nasıl bir kabalıktır dedim kendi kendime...Evet öyle dedim ve kendime hiç yakıştıramadım...
O halde; Hazırlık aşamasından bugüne yanımdan hiç ayrılmayan, herşeyime koşturan yeğenim Sevgili İlknur ve eşi Sevgili Niyazi, güzeller güzeli kızları Sevgili Selinnur, sürekli telefon ederek yanımda olduklarını her an hissettiren Sevgili Öznur Ablam ve güzel kızı yeğenim Sevgili Pelin, yakışıklı Kartallarımın yakışıklı babası biricik kardeşim Sevgili Uğur ve güzel eşi Sevgili Sonnur, yakışıklı yeğenim Sevgili Ömer ve arkadaşı Sevgili Mehmet, her konuda yardıma her daim hazır olduklarını bildiğim Sevgili Fundam ve Sevgili Yaseminim, tabi ki bir tanecik annem ve annemi yalnız bırakmayan sevgili komşularım, nikahıma gelerek mutluluğumu paylaşan tüm eş, dost, akrabalarım, gerek yorum, gerek e-posta ve gerekse telefonlarıyla beni yalnız bırakmayan, güzel gönüllerinden gelerek iyi dileklerini sunan, dualarını esirgemeyen siz güzel arkadaşlarım/dostlarım...Hepinize kucak dolusu sevgilerimi gönderiyor, bu gecikmiş teşekkürümü, gecikmiş olmaktan dolayı da özürlerimi kabul buyurmanızı rica ediyorum...İyi ki varsınız...Yolunuz bu taraflara düşerse sadece fısıldamanız yeterli...Konuğum olmanızdan mutluluk duyarım...
Eveeet...Aslında yazacak daha ne çok şey var...var da duygularını tam olarak kelimelere dökemeyen biri olarak diğer yaşanılanları yazamadığım birikintilerin arasına serpiştirip yenilerini toplamak üzere yayınımı kesiyorum...Şimdilik :)
Keyifler mi?...Her zamanki gibi alâ çok şükür...
* Bu kadar uzun süredir bekarken "evlilik hayatı yaşamak" nasıl diye sorarsanız; genel olarak zorluk çekmiyorum...Temizlik, çamaşır, bulaşık ve mutfakla arası her zaman iyi olan ben olayı çabuk kavradım galiba :) ("Evlilik hayatı" deyince aklıma ilk gelenlere bakar mısınız lütfen :)) )Yeni memleketimde araziye uyma, ortama alışma çaba ve çalışmalarımda zorlandığım kadar evlilik konusu beni pek zorlamadı diye düşünüyorum...Ah şu özlemim, özlediklerim konusu olmasa herşey iyi de işte ne yaparsın buna da alışacağım mecburen...
********************
Bu arada şimdiye kadar beni yalnız bırakmayan canımın parçası sevdiklerime, arkadaşlarıma/dostlarıma teşekkür etmediğimi yeni farkettim...ki bu nasıl bir kabalıktır dedim kendi kendime...Evet öyle dedim ve kendime hiç yakıştıramadım...
O halde; Hazırlık aşamasından bugüne yanımdan hiç ayrılmayan, herşeyime koşturan yeğenim Sevgili İlknur ve eşi Sevgili Niyazi, güzeller güzeli kızları Sevgili Selinnur, sürekli telefon ederek yanımda olduklarını her an hissettiren Sevgili Öznur Ablam ve güzel kızı yeğenim Sevgili Pelin, yakışıklı Kartallarımın yakışıklı babası biricik kardeşim Sevgili Uğur ve güzel eşi Sevgili Sonnur, yakışıklı yeğenim Sevgili Ömer ve arkadaşı Sevgili Mehmet, her konuda yardıma her daim hazır olduklarını bildiğim Sevgili Fundam ve Sevgili Yaseminim, tabi ki bir tanecik annem ve annemi yalnız bırakmayan sevgili komşularım, nikahıma gelerek mutluluğumu paylaşan tüm eş, dost, akrabalarım, gerek yorum, gerek e-posta ve gerekse telefonlarıyla beni yalnız bırakmayan, güzel gönüllerinden gelerek iyi dileklerini sunan, dualarını esirgemeyen siz güzel arkadaşlarım/dostlarım...Hepinize kucak dolusu sevgilerimi gönderiyor, bu gecikmiş teşekkürümü, gecikmiş olmaktan dolayı da özürlerimi kabul buyurmanızı rica ediyorum...İyi ki varsınız...Yolunuz bu taraflara düşerse sadece fısıldamanız yeterli...Konuğum olmanızdan mutluluk duyarım...
Eveeet...Aslında yazacak daha ne çok şey var...var da duygularını tam olarak kelimelere dökemeyen biri olarak diğer yaşanılanları yazamadığım birikintilerin arasına serpiştirip yenilerini toplamak üzere yayınımı kesiyorum...Şimdilik :)
Keyifler mi?...Her zamanki gibi alâ çok şükür...
Etiketler:
Ankara,
Annem,
Aynur (Küçük Hala),
Bloğum,
Dikili,
Evlilik,
İlknur,
işyeri,
İzmir,
Kartal Kardeşler,
Kısa Kısa,
Levent Özcan,
Ömer,
Öznur Hala,
Pelin,
Selinnur,
Sonnur,
Uğur,
Yağız Kartal,
Yiğit Kartal
29 Ağustos 2012 Çarşamba
Kısa Kısa...Son Durumlar...
Yaz aylarının rehaveti, yorgunluğu, yoğunluğu...ya da uyuşukluğu mu desek, ne desek bilemiyorum ama yayın yapmak şöyle dursun, epeydir okumak için bile bloglara rutin ziyaretlerimi yap(a)madım...Aslında bu saydıklarımın hiçbiri beni etkilemezdi de malumunuz hayatımla ilgili aldığım radikal karar (bknz.) ve konuyla ilgili hazırlıklar beni böyle yaptı :)...
* 7 Temmuz'da başlayan hareketlilik daha düne kadar devam ederken herşeyi halletmiş olmanın verdiği rahatlıkla bu haftayı da noktalayıp önümüzdeki hafta evimde oturarak!..."Oturarak mı dedim ben" yok ya ne oturması ufak tefek son hazırlıkları yaparak Ankara'dan ayrılacağım günü aslında biraz buruklukla, biraz hüzünle, ne bileyim işte böyle karmakarışık duygularla beklemeye koyulmuş bulunuyorum...
* Aslında tek derdim Yavru Kartallarım'dan ayrılmak benim...Ben gibi herkes de bunun farkında...İstediğim her an onları göremeyecek olmanın verdiği bir duygu karmaşası bu biliyorum...Yoksa güzel bir başlangıç için atılan adımda neden burukluk ve hüzün olsun ki, değil mi?...
* Annemi de ayrıca düşünüyorum...Ne yapar, ne eder diye...Şimdiye kadar evin hem içeri, hem dışarı bütün işlerini ben hallettiğimden biraz zorlanacak ve yokluğumu ziyadesiyle hissedecek biliyorum...Ama bir yandan da o da alışacak, alışmalı diyerek kendi kendime teselli mi veriyorum, ne yapıyorum, onu da ayrıca bilmiyorum...
* Tayinle ilgili bir problem çıkacak mı çıkmayacak mı onu da nikahtan sonra göreceğiz ki o da ayrı bir konu...İzmir İl Müdürlüğü'ne tayinim gerçekleşir gerçekleşmesine de Dikili İlçe Müdürlüğü'ne ayrıca görevlendirme yapılır mı bilmem...Eğer olmazsa var yaa vay benim halime :)...
* Son haftam olması nedeniyle işyerime misafir edası ile gelip giderken buradaki dostlarımın da tıpkı yeğenim İlknur gibi her an vazgeçmemi bekleyen bir hali var sanki :)...
* Sanki evini, yurdunu değiştirecek olan ben değil de tanıdığım biriymiş de ben onun nikahına davetli olarak gidecekmişim gibi öyle sakin, öyle durağan bir haldeyim ki hiçbir şeyle açıklayamıyorum bu durumu...
* Kendimi uzun süreli tatile çıkacakmışım gibi hissediyorum...Daha doğrusu bu şekilde düşünerek rahatlatmak istiyorum...Galiba becerebiliyorum da :)...
* Bu arada şeker tadında bir bayramı da sağlıkla ve sevdiklerimle geçirmiş olmanın mutluluğu ruhuma, yüzüme olabildiğince yayılırken, yine sağlıkla ve sevdiklerimle tekrarını diliyorum...Hepimiz için...
********************
Sonuç olarak iyiyiz, hoşuz...Keyifler de alâ bin şükür...
Aslında yazmayı istediğim ne çok şey var da bu kadarını becerebiliyorum işte...Onun için şimdilik kestik :)
* Bu arada şeker tadında bir bayramı da sağlıkla ve sevdiklerimle geçirmiş olmanın mutluluğu ruhuma, yüzüme olabildiğince yayılırken, yine sağlıkla ve sevdiklerimle tekrarını diliyorum...Hepimiz için...
********************
Sonuç olarak iyiyiz, hoşuz...Keyifler de alâ bin şükür...
Aslında yazmayı istediğim ne çok şey var da bu kadarını becerebiliyorum işte...Onun için şimdilik kestik :)
29 Mart 2012 Perşembe
Elma Kurdu Merak Etmiş :)
Sevgili Elma Kurdu merak ettiği birkaç konudan oluşan sorular hazırlamış...Kişiye özel bir mim yapmış demek daha doğru aslında...Bana da cevaplamak düşer tabi en samimisinden :)
1-Burcun?
07 Temmuz doğumlu biri olarak tam bir Yengeç Burcu'yum ben...Doğum tarihime göre olan burcum bu tamam da bir de doğum saatine göre olan burç var değil mi? Hani Yükselen Burç denilen şey...O da Başak oluyor...Genel özelliklerini taşır mısın? diye devamında bir soru geldiğini farzederek "evet" diyorum...Her ikisi için, hem de birçoğunu...Hatta hemen hemen hepsini :)
2-En çok sevdiğin 3 arkadaşın?
Bire bir tanışıp sürekli görüştüğüm, birbirimizin herbir şeyini bildiğimiz, arkadaşlarım/dostlarım arasında Reyhan var...Bir de Funda (Renginle Renkli Hayat)...Yaşı benden epey küçük olduğu için daha çok kardeş olarak kabul ettiğim Yasemin var (Uğur Böceği)...ve Mersin'de yaşayan Belgin...Ayda yılda bir buluşsak da hiç ara vermemiş gibi kaldığımız yerden devam ederiz Harika ve Hale kardeşlerle...Hakan var bir de 21 yıllık arkadaşım/dostum...Zaman zaman beni sinirlendirip kendine bulaştıran Yücel'i de unutmayayım :)
Bir de sadece bloglarını okuyarak tanıdığım, yüzyüze görüşüp hiç tanışmadığımız halde arkadaşım olarak kabul ettiğim, onlar için birşeyler yapmaktan mutlu olacağım arkadaşlarım var...Mesela Sevgili Seçil...Onunla görüşmelerimiz bir basamak atlayarak telefonla görüşme şekline dönüştü :) Aynı şehirde olmadığımızdan tabi...Yine başka şehirde olan Sevgili Dayatılanla Yaşayan var...Sohbetinden keyif aldığım Tuba, Yekta ve tabi ki sen varsın Elma Kurdum...Bu kez bahar fotoğrafları çekeyim mi sana :)
3-En çok özlediğin yaşın?
Yaş olarak değil de dönem olarak galiba çocukluğum diyebilirim...Sorumluluklarının olmaması açısından düşünülürse bence çoğu kişi için en çok özlenen dönemdir çocukluk...Üstüne birde yaşadığımız yerin çok güzel oluşu, komşuluk ilişkileri, sonsuz güven, sınırsız sevgi ve oyunu da ekledik mi keşke hep o zamanlarda kalsaydım diyorum :)
4-Hayat felsefen?
Bu bir hayat felsefesi midir bilemiyorum ama herzaman sevdiklerimin mutluluğu ile mutlu olanlardanım...Onlar için yap(a)mayacağım şey yok gibidir...Vermekten yanayım hep...Mutluluk vermek, hediye vermek, sevgi vermek, zaman vermek, huzur vermek...Şimdiye kadar da geri dönüşümü sevgi, saygı, ilgi ve bir dediğimin iki edilmemesi şeklinde olmuştur hep...Yani her durumda ben kârlıyım :)
5-Hayattan beklentin?
Bu saatten sonra hayattan beklediğim birşey falan yok açıkçası...Sağlığım yerinde olsun, sevdiklerimle birlikte olayım...Güzel, huzurlu, mutlu bir şekilde noktamı koyayım istiyorum o kadar...Daha ne olsun değil mi :)
6-Olmasını istediğin 2 şey?
Böyle sayı sınırlaması olunca ne yazacağımı, olmasını istediğim şeylerin içinden hangisini buraya aktaracağımı bilemiyorum...Çünkü o kadar çok ki :) Ama şu sıralar en çok düşündüğüm şey kalabalıktan, trafikten, büyükşehirden sıkıldığım için yeşille mavinin bütünleştiği, sakin, şirin bir sahil kasabasında yaşamak...ve ve ve tüm zamanların olmasını istediğim şeyi ise o şirin yerde sadece kendi seçtiğim yemeklerden oluşacak ve her bir yiyeceği kendi ellerimle hazırlayacağım minik bir bahçe lokanta açmak...Bunu kesinlikle yapacağım :)
7-Bloğun hayatındaki yeri?
Burayı seviyorum...Burada olanları seviyorum...ve burada olmayı da seviyorum...Uzun süre de burada olmak istiyorum...Daha ne diyebilirim ki :)
8-Seni mutlu eden 3 şey?
Bak yine sayı ile sınırlandırılmış...O kadar çok, o kadar çok şey var ki hangi birini yazsam...Yok en iyisi yazmayayım da okuyan arkadaşlarımı 4.maddeye yönlendireyim :)
********************
Hayatta tek bir kişi bile, siz yaşadığınız için rahat
nefes alıyorsa, siz başarılı ve amacına ulaşmış bir insansınız...
Ralph Waldo EMERSON
16 Şubat 2012 Perşembe
Kısa Kısa...Bizim Gündemimizden...
*/* Yürümeye başladığı günden beri Yağız Kartal hiçbir şekilde yerinde durmuyor...Kış akşamlarımızın en güzel hareketliliği de o oluyor bu durumda...Ama canı nasıl isterse öyle davranıyor...Kollarını kuş kanadı gibi açarak, ayaklarının ucunda yürüyüşünü sürekli görmek istediğimizden, yürümesi için ısrar ettiğimizde yerinden kalkmıyor ve tekrar emeklemeye başlıyor :)
*/* Yiğit Kartal için söylenecek çok şey var...Bir kere kıskançlığı içten içe devam ediyor...Hiçbir şekilde annesi ile kardeşini (onun söyleyişiyle bebeyi) yalnız bırakmıyor...O kadar ki beni gördüğünde aklına gelen tek şey sokak, park, bahçe gezmeleriyken, son zamanlarda kesinlikle evden çıkmıyor...Daha doğrusu çıkartılamıyor...Ya hep beraber ya da hiç diyor :)
*/* Hatta Yiğit Kartal'la aramız artık hiç iyi değil...Beni her gördüğünde kaşlarını öyle bir doluyor ki yanına da yaklaştırmıyor...Sürekli bana kızar ve ne dersem, ne yaparsam yapayım bağırır vaziyette...Hele Yağız Kartal'a yaklaştığımda sinirleri iyice zıplıyor ve neredeyse beni evden kovuyor :)
*/* Yaptığım girişimler olumlu sonuçlandı ve güzel yeğenim Pelin, benim çalıştığım kurumun Eskişehir İl Müdürlüğü'nde 14 Şubat tarihinde göreve başladı...Şimdilik sözleşmeli ama bir yerden başlanılması gerekiyor değil mi? Okulunu henüz bitiren bir genç için hemen iş bulması kadar güzel ne olabilir ki...
*/* Annem Eskişehir'den geldiğinden beri komşu gezmelerine devam edip hasret gideriyor...25 senelik ahbaplar birbirlerini çok özlemişler...Gerçi bu gezmeleri hiç boş geçmiyor...Ya toplaşıp yaprak sarıyorlar, ya mantı açıyorlar...Onların birbirleriyle şakalaşmaları o kadar güzel ki...Zannedersin hepsi 18'lik taze :)
*/* Günlük yaşantı bende ise tüm rutinliğiyle devam ediyor...Sabah kalkıp işe gelmek halâ zor geliyor...ve ben halâ evde olmak istiyorum türküsünü çığırmaya devam ediyorum...Sanırım uzun süre de listebaşı olarak devam edecek bu türkü :)
Yani demem o ki; iyiyiz, hoşuz...Keyifler de alâ bin şükür...Sağlık yerinde olsun da gerisi rutin olsun...
Bu arada anneme dün akşam "anne inekler dişidir değil mi?" dedim.
Annem de "tabi, erkeğine boğa derler ya kızım bilmiyor musun?" dedi.
Ben de "tamam biliyorum da, süt vereni inek yani değil mi?" dedim.
O da "evet" dedi.
Madem öyleyse süt ve süt ürünleri reklamlarında kullanılan, renkten renge, şekilden şekile sokulan inekler neden hep erkek sesiyle konuşturulur ki...Bu sorunun cevabını bilen var mı?
Tamam haklısınız...Konuşulup üzerinde düşünülmesi gereken birçok konu var biliyorum...Ama taktı mı takanlardanım işte :)
8 Şubat 2012 Çarşamba
Her Telden...Her Daldan...
Yine ve yeni bir mim dolaşıyor ortalıkta...Galiba hepimize uğramışlığı da var her mimin...Konusu ise tam da başlıkta belirttiğim gibi...
Bu defa beni bu zincire dahil edenler ise Laliberteye ve Dayatmalarda Kayboluş bloglarının sahibi arkadaşlarım...Yazılarını, konularını, anlatımlarını o kadar beğeniyor ve ilgiyle takip ediyorum ki kayıtsız kalmak gibi bir durum sözkonusu değil açıkçası...Zaten mim cevaplamayı da seviyorum ben :)
Buyrun hep birlikte bir gözatalım bakalım neler sorulmuş...ve tarafımdan ne cevaplar verilmiş :)
1-Çok anlamlı bulduğun söz hangisidir?
Tek bir sözle sınırlandırılması doğru değil diye düşünüyorum...Herhangi bir konu, durum ya da olayla ilgili söylenilen her söz anlamlı olmalı ve yerini bulmalıdır bence...Ama illaki bir tane söylenilecekse, konuşmalarımda ya da burada yazdığım yazılarda "İnşaAllah" (Allah'ın izniyle/Allah isterse) dilimden hiç düşürmediğim bir kelamdır...
2-Nefret ettiğin birşeyi söyleyebilir misin?
Bu kelimeyi hemen hemen hiç kullanmam...Ama illet olduğum şeyler o kadar çok ki...İkisi aynı anlama gelir mi bilemiyorum ama yaşadığımız dünya ve insanlarla ilgili birçok şeyi sayabilir, net olarak ise "başkalarının mutsuzluğu ile mutlu olanlar"ı söyleyebilirim...
3-En sevdiğin içecek hangisidir?
Tüm canlılar için hayati önem taşıyan "su" tabi ki...Her ne kadar içme özürlü olsam da :) (bknz.)...Önceden her içme denememde bana çamur yiyormuşum hissini veren Türk kahvesi de son 5-6 senedir sevdiğim içecekler listesine iki numaradan girmiş bulunuyor...Hele de dostlarla yapılan sohbet eşliğinde yudumlanıyorsa...
4-En çok hangi iltifatı duymaktan hoşlanırsın?
Kişi kendisi için söylenilen her güzel sözden hoşlanır sanırım...Beğenilmek ve bu beğeninin birileri tarafından dile getirilmesi biz insanoğlu için herzaman önemli galiba..."Marifet iltifata tabidir, iltifata tabi olmayan marifet zayidir" sözünü duymuşsunuzdur...İşte benim iltifatlara boğulacak marifetlerim söylendiği zaman nedense utanır, karşılığında söyleyecek söz bulamam :)
5-Makyajında olmazsa olmazın nedir?
Öyle beni ben olmaktan çıkaracak, yeniden kaş, göz çizip de aynaya bakarken yabancı birine bakıyormuş hissini verecek şekilde makyaj yapmam...Zaten beceremem de...Ama hergün giydiğim kıyafete uygun bir far ve olmayan kirpiklerimi varmış gibi gösterecek bir rimel muhakkak sürerim :)
6-Uyguladığın güzellik tüyosu var mı? Varsa nedir?
Yazım ve anlam hatası yapmayayım diye genelde böyle yabancı kelimelerin anlamlarına bakarım hemen...Türk Dil Kurumu'nun sözlüğünden..."Tüyo" için "gizli bilgi" diyor kısaca...Böyle bir konuda bilgi verecek birikime hiç sahip değilim...Söyleyeceğim tek şey haftada iki ya da üç kez "elma sirkesi"yle dakikalarca yüzümü sildiğimdir...Bilgi olduğu kesin, ama gizliliği tartışılır değil mi :)
7-Şu an en çok almak istediğin bir kozmetik ürünü var mı? Varsa nedir?
Kısaca yok...Hiç de olmadı...Zaten olsa pahalı falan dinlemem, paraya kıyar, hemen gider alırım...
8-Görünüş olarak kendine yakın bulduğun bir ünlü var mı?
Yıllar önce Başbakanlık'ta görevliyken adı Emine olan, ama herkese Mine dedirten mavi gözlü bir oda arkadaşım vardı...Gün içerisinde aklına estikçe "Aynur baksana gözlerime...Fatma GİRİK'e benziyor mu sence? Benziyor ama, benziyor değil mi? diye sorardı :)...Birgün dayanamayıp "Sen ne esirikli bir kadınsın...Benzesen ne olacak, benzemesen ne olacak...Yeter ama aaaa..." demiştim...O da herkese "Aynur beni kıskanıyor" diye söylemişti :))...Bu arada profil resmi bizzat, şahsen kendime ait...Siz birine mi benzettiniz :)
9-Herkesin beğendiği, ama senin sevemediğin bir ürün var mı?
Bu sorunun cevabı olur mu bilmiyorum ama, teferruatlı hiçbir ürünü sevmiyorum ben ya da almıyorum diyeyim...Mesela cep telefonu alırken tek isteğim alo diyebilmek...Bulaşık makinasının program sayısının çok olması beni hiç bağlamıyor...ya da buzdolabımın buzmatik özelliği olmasa da olur gibi...
10-Favori kitabın hangisidir?
Onlarca yazarın yazdığı yüzlerce kitap arasından bir favori belirlemek pek mümkün değil sanırım...Zaten ben tek yanıt beklenilen böyle keskin hatlı sorulardan hoşlanmıyorum...Hem de yelpazesi bu kadar geniş olan bir konu hakkında...Ama tür olarak sorulsaydı özellikle yaşanmışlıkları anlatan kitapları ve tarihsel romanları, yazar olarak sorulsaydı Hıfzı TOPUZ'u söylerdim...
Bu mimle alakalı olarak doğru tespit yapmış mıyım acaba? Sizce de aynen başlıktaki gibi değil mi?
1 Şubat 2012 Çarşamba
Kısa Kısa...Not Alayım Dedim...
* Özellikle son iki yıldır beni zorlayan hafızam nedeniyle herşeyi not alır hale geldim...Bunların içinde neler yok ki...Banka ödemelerim, faturalarım, doğumgünleri, ileriki bir zamanda yapılacak bir iş, aranacak biri...ve daha ne varsa işte :) Bu konuda en en en büyük yardımcım cep telefonum...Herbir şeyi kaydedip sesli alarm da kurarım ki atlama yapmayayım diye :)
* Bugün çalan alarmla ablamın doğumgünü olduğunu öğrendim mesela :) Yok aslında biliyorum da işte dediğim gibi artık zorluyor beni kapasitesi dolmak üzere olan hafıza kartım :)...Yoksa tarihlerle aram hep iyi olmuştur aslında...Neredeyse çoğu şeyi günü gününe hatırlarım...
* Takibini yaptığım bloglardan birkaçının bugünkü yayınlarından Barış MANÇO'nun ölüm yıldönümü olduğunu okudum ve bu sayede de hatırladım...Bu yazıyı da onun sesinden dinlemeyi çok sevdiğim "Gamzedeyim deva bulmam..." şarkısını dinleyerek yazıyorum...
* Bir tarafta sevdiğin bir insanın doğumgünü ve mutluluğunu dile getiren sözler, diğer tarafta milyonların sevdiği bir insanın ölümgünü ve üzüntü...Hayat ne garip dedirtiyor insana...Ama hayat işte!
Uç noktadaki bu iki duyguyu aynı anda yaşamak da sadece biz insanlara mahsus olsagerek...İyiki doğmuş olan ablama kutlama telefonu açıyor, milyonların Barış Abisine ise rahmet diliyorum...
16 Ocak 2012 Pazartesi
Kısa Kısa...Benden ve Gündemden...
^^Birkaç gün önce Ankara'dan kar fotoğrafları çekmiş ve yayınlamıştım...İstanbul'daki blog yazarı arkadaşlarım kıskandıklarını ve kar yağmasını istediklerini belirten yorumlar yazmışlardı...Ben de güzelliklerini yaşayalım ama sıkıntısı olmasın demiştim...Haberlerde dinledim beklenen kar gelmiş İstanbul'a...Doğalgaz ve elektrikle ilgili yaşadıkları sorun, trafiğin kördüğüm hali İstanbul'u stop durumuna getirmiş...Orada yaşayanlar adına üzüldüm...
^^Geçen gün yaşadığım kötü olaydan bu yana ilk kez dün evimde yalnız kaldım...Merdivenleri her inip çıktığımda gözüm 6 numaralı daireye takılıyor istemeden de olsa...ve ben aynı kokuyu hissediyorum sanki...Daire halâ mühürlü...
^^Kıbrıs deyince akla gelen tek isim Rauf DENKTAŞ 13 Ocak 2012'de vefat etti...Bir tarih sayfası daha böylece kapanmış oldu...Bıraktığı en büyük miras Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti...Ailesinin ve Kıbrıs Türkleri'nin başı sağolsun...
^^Fenerbahçe'nin efsane futbolcusu Lefter de vefat etmiş aynı gün...Sahalar ordinaryüsünü kaybetti diye yayın yaptı tüm tv kanalları...Ailesinin, hem Fenerbahçe, hem de tüm spor camiasının başı sağolsun...
^^Genç kayakçı Aslı NEMUTLU'nun cenaze törenine katılanlardan sporla alakalı hiç kimsenin adının telaffuz edilmemesi spor teşkilatında çalışan biri olarak beni ayrıca üzdü...Katılmadıkları için miydi (ki bu ihtimali düşünmüyorum) yoksa siyasilerin isimleri daha mı ilgi çekiyor ondan mı bilemiyorum...Dedesi kendisi için aldığı mezara torununu defnetmiş...Acının böylesini Rabbim kimselere vermesin...Ailesine sabırlar diliyorum...
^^İki futbol sahası büyüklüğünde uzaydan bile görünen dünyanın en büyük karikatürü Türk Karikatürist Erdil YAŞAROĞLU tarafından çizilmiş...Böylece Guinnes rekorunu kırmış ve kitaba da adını yazdırmış...Hadi bu neyse de daha başka birçok, hatta bana saçma gelen rekor çalışmaları neden yapılır ben bilmiyorum...Bilen varsa söyleyebilir mi? Acaba amaç sadece ismin duyurulması mı?...Yoksa herşeyde olduğu gibi bunda da amaç para mı?
^^Son günlerde kendimi o kadar yorgun hissediyorum ki özellikle işe gitmek, bunun için sabah erkenden kalkıp yollara düşmek benim için neredeyse işkence haline geldi...Hiçbir şey yapmadan evimde oturmak ve sadece Yavru Kartallarımla beraber olup sınırsız dinlenmenin tadını çıkarmak istiyorum...Şu sıralar bunun mümkün olmadığını bile bile yine de istiyorum işte...
^^Çoğu kişinin yok televizyon seyretmeyin, yok dizi izlemeyin, yok başka uğraşlar bulun diye ahkam kesmelerine inat ben özellikle kış akşamlarımı çoğunlukla tv karşısında, uzun oturuş pozisyonunda, elimde kumandayla geçiriyorum...Herkes ne yapar, ne eder tabi ki beni ilgilendirmez ama böyle bilmiş bilmiş üst perdeden konuşanlara gıcık olduğumu söylemeden edemeyeceğim...
^^Antakyalı olup Mersin'de yaşayan sevgili arkadaşım Belgin'in yeğeni (abisinin kızı) Melis KAR "O Ses Türkiye" yarışmasına Murat BOZ'un ekibinde devam ediyor...Dün akşam yine büyük bir keyifle onu ve diğer yarışmacıları dinledim...Murat BOZ'un koruma altına almasıyla yarışmaya devam eden Melis, bence en güçlü seslerden biri..."Sil Baştan Başlamak Gerek Bazen" şarkısını o kadar güzel seslendirdi ki...
^^Cumartesi gece başlayan kar yağışı hiç kesilmeden Pazar günü de devam etti...Görüntü muhteşem...Bakalım Ankara Büyükşehir Belediyesi geçen sene Mart ayında olduğu gibi bizi yollara döküp yine yürütecek mi? diye düşünmeden edemedim ama sabah anayolların açık, hatta neredeyse kurumak üzere olduğunu görünce sevindim...Her yer bembeyaz...ve her yerde kar var...
Bu kadar...Şimdilik...
^^Çoğu kişinin yok televizyon seyretmeyin, yok dizi izlemeyin, yok başka uğraşlar bulun diye ahkam kesmelerine inat ben özellikle kış akşamlarımı çoğunlukla tv karşısında, uzun oturuş pozisyonunda, elimde kumandayla geçiriyorum...Herkes ne yapar, ne eder tabi ki beni ilgilendirmez ama böyle bilmiş bilmiş üst perdeden konuşanlara gıcık olduğumu söylemeden edemeyeceğim...
^^Antakyalı olup Mersin'de yaşayan sevgili arkadaşım Belgin'in yeğeni (abisinin kızı) Melis KAR "O Ses Türkiye" yarışmasına Murat BOZ'un ekibinde devam ediyor...Dün akşam yine büyük bir keyifle onu ve diğer yarışmacıları dinledim...Murat BOZ'un koruma altına almasıyla yarışmaya devam eden Melis, bence en güçlü seslerden biri..."Sil Baştan Başlamak Gerek Bazen" şarkısını o kadar güzel seslendirdi ki...
^^Cumartesi gece başlayan kar yağışı hiç kesilmeden Pazar günü de devam etti...Görüntü muhteşem...Bakalım Ankara Büyükşehir Belediyesi geçen sene Mart ayında olduğu gibi bizi yollara döküp yine yürütecek mi? diye düşünmeden edemedim ama sabah anayolların açık, hatta neredeyse kurumak üzere olduğunu görünce sevindim...Her yer bembeyaz...ve her yerde kar var...
Bu kadar...Şimdilik...
23 Aralık 2011 Cuma
Kısa Kısa...Yağız Kartal 2011
İkizleri olan bir arkadaşım var işyerinde...Çocuklardan biriyle ilgilenirken diğerini öteliyor gibi hissettiğini, bir diğeriyle ilgilenirken de öbürünü öteliyor gibi hissettiğini söyler sürekli...Bundan dolayı da arada kaldığından, her ikisine de yeterli olmadığını düşünüp üzüldüğünden bahseder...
Henüz kendi minik Yiğit Kartal, Yağız Kartal'ın ailemize gelişiyle minik bir kardeş sahibi olup "küçük abi" unvanını aldı...Ama her ikisi arasındaki 1,5 yıllık fark onları ikiz gibi de yaptı...ve tıpkı arkadaşımın hissettikleri bizde de hasıl oldu...Yiğit'le ilgilenince Yağız'ı öteliyor, Yağız'la ilgilenince (ki bu abisi varken pek mümkün olmuyor) Yiğit öteleniyor sanki...
Burada yani blogda da durum aynı durum :) Dün Yiğit Kartal'ın bazı şeylerini paylaştım ya, bugün de Yağız Kartal için aynı şeyi yapmam lazım diye işi gücü bırakıp yazmaya başladım :) İleriyi düşünüp "niye benim için yazmadın diye sormasından korktum..." ne yalan söyleyim :))
*İlk dişini birkaç gün önce zorlu geçen bir süreçten sonra çıkardı nihayet...Güldüğü zaman parlayan bir incimiz var artık :))
*Emekleyen bebeği seyretmeye ailecek bayılırız biz...Yiğit hiç emeklememişti ama Yağız bundan bizi mahrum bırakmadı :) Birkaç aydır emekliyor ve onu seyretmesi o kadar keyifli ki...Hele kafasını önüne iyice eğip bir gidişi var...Geçenlerde nasıl hız aldı ve nasıl kendinden geçtiyse kapıya tosladı :))
*O isteyip de kucağımıza almadığımız zaman önce gözlerini dikip manalı manalı bakıyor...Sonra dudaklarını aşağıya doğru indiriyor ve öyle bir ağlıyor, gözlerinden boncuk boncuk öyle bir döküyor ki, dışarıdan gören biri etini falan kopardığımızı zanneder :))
*Kendi yatağı haricinde hiçbir yerde yatmıyor...Daha doğrusu derin uykuya geçemiyor ve sürekli huzursuzlanıp mızırdıyor...Yerini arıyor, ne bilirse daha şimdiden :))
*O kadar güleryüzlü ki...Bazen farkında olmadan yaptığımız herhangi bir hareket onun çok hoşuna gidiyor ve yüksek sesle acayip kahkahalar atıyor...Hem de öyle böyle değil...Kendisine doğru konuşarak gelen herkese ağzını ayıra ayıra gülüyor :))
*Oynaması için önüne koyduğumuz oyuncakları eline alıp önce bakıyor, sonra tek tek başının üzerinden aşırtarak arkaya atıyor...Ama çoğunlukla da kafasına denk geliyor :) Sonra da gözlerimizin içine bakarak ağlıyor...hem de bas bas bağırarak :))
*Yiğit neyle ilgileniyorsa ya da elinde ne varsa o da onu istiyor...O vermiyor, o ısrarla istiyor...Sonuçta Yiğit bağırıyor, Yağız ağlıyor...Ortalık bir anda savaş alanına dönüyor :))
----------
Aslında bebeklerin/çocukların her bir hareketine, davranışına sayfalar dolusu yazı yazılır...Ama birlikte geçireceğimiz çok yıllarımız var daha inşaAllah...Onun için şimdilik bu kadar yeter diyorum...Devamı da gelecek nasıl olsa...Kestik :))
İnsanlar, çocuklarını birşeyler vaadettikleri için değil, kendilerinin olduğu için severler...
HALIFAX
22 Aralık 2011 Perşembe
Kısa Kısa...Yiğit Kartal 2011
Çocuklar büyüyüp elden avuçtan çıkınca biz büyüklerin yaptığı şey hep aynı sanırım...Benim oğlan şunu yapardı, benim kız bunu söylerdi der dururuz :) Hatta okul biter, her biri kazık kadar olur da yine de bebeklerle ilgili her sohbette illa kendi evlatlarımızın da o yaşlarda neyi nasıl söylediğini, neyi nasıl yaptığını anlatmadan duramayız...Kimse inkar etmesin, bu böyle...Kesin :))
Şimdi ben de anne yarısı bir hala, hem de en küçüğünden bir hala olarak buraya not düşmek adına Yiğit Kartal'ın birkaç huyunu ve bazı davranışlarını yazayım dedim :)
*Henüz tam konuşamasa da özellikle hareketlerle destekleyerek istediği herşeyi anlatıyor...Söylenilenlerin ise hepsini kelimesi kelimesine anlıyor...Anlamadığı birşey olursa iki elini yanlara doğru, gözlerini de soru sorar gibi açıyor, kafasını hafifçe sağa sola sallıyor...Babası "benim oğlum Türkçe'yi konuşamıyor ama çok güzel anlıyor" diyor :))
*Babasına olan düşkünlüğü had safhada...Onun olduğu bir ortamda kimselere gitmiyor...varsa yoksa babası...Bazen o kadar bunaltıcı oluyor ki abartmıyorum lavaboya bile göndermiyor...Daha olmadı gidip kapısında bazen ağlayarak, bazen güya konuşarak bekliyor :))
*Ayakkabılarını kendisi giyiyor...Asla yardım kabul etmiyor...ve enteresandır genelde çocuklar ters giyer ya sağı sola, solu sağa...Bizim oğlanda bu hiç olmuyor :))
*Birkaç ay öncesine kadar yemek yedirmek için gezmediğimiz park bahçe, çıkmadığımız kapı pencere kalmazken şu sıralar masaya oturup hiçbir yardım almadan gayet güzel yiyor...
*Küçük Halası gibi bazı konularda takıntılı ya da titiz ya da düzenli olacağı sanki şimdiden belli gibi...Mesela yemeğini yerken bizi bıktıracak şekilde her lokmada ağzını siliyor...Giydiği uzun kollu bir tişörtün/kazağın kollarını sadece ellerini yıkayacağı zaman yukarı çekiyor, sonrasında hemen düzeltiyor...Çorapları hep aynı hizada, olaki oyun oynarken biri aşağıya kaydı, oyunu bırakıyor ve onu yukarı çekiyor :))
*Çöp kamyonlarını ve büyük iş makinalarını acayip seviyor...Gece geç saatte alınmasına rağmen çöp kamyonunun sesini ve o dönen sarı ışığını hissettiği anda aşağıya iniyoruz...Saat önemli değil, sokak sokak gezerek onları seyrediyoruz :)) Kış geldiği için artık çıkmıyoruz tabi...Ama geçen gün denk geldim de işçiler "abla epeydir görünmüyordun, merak ettik, iyisin değil mi, ufaklık nasıl" diye sordular :))
*En çok benim ve kendi adını söylerken hoşuma gidiyor...Bana sadece AU diyor :) Kendi ismini soranlara ise elini göğsüne götürüp "ben YİT" diyor :))...Son zamanlarda benimle hiç dışarı çıkmıyor olmasına ise üzülüyorum...Artık sebebi evden dışarı çıkmak istememesi mi, yoksa evde annesiyle kardeşini başbaşa bırakmak istememesi mi bilemiyorum :))
*TRT Çocuk kanalında hergün üç kez mi, beş kez mi yayınlanan çizgifilm Peppee'nin hastası, sanırım birçok çocuk da öyle...Ama gel gör ki onun yüzünden bazı huyları değişti bizim oğlanın...Mesela küsmeyi öğrendi...Tıpkı onun gibi kollarını göğsünde bağlıyor, kafayı yukarı dikiyor, dudağı sarkıtıyor, gözleri düşürüyor ve gidip kendini odaya kapatıyor ve kendi keyfi isteyene kadar da gelmiyor :))
*Hareketlerinin ayarı mı desem, yoksa kıvamı/şiddeti/sertliği mi desem...Tam tutturamadığından kardeşi Yağız Kartal ara sıra boğulma tehlikesi geçiriyor :)) Zira sarılıyorum derken bebeciğin canını almak ister gibi boğazını sıkıyor :)) Annelerinin halini ise eminim düşünebiliyorsunuzdur...Her an yanlarında, her an tetikte :))
----------
Açılırsam daha da kimse susturamaz beni...Onun için şimdilik bu kadar yeter diyorum...Devamı da gelir nasıl olsa...Kestik :))
Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir...Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir...
M.Kemal ATATÜRK
21 Aralık 2011 Çarşamba
Kısa Kısa...Kendim bile Kendime Garip Geldim :)
Garip ya da tuhaf...hatta ilginç...ya da acayip...dediğiniz alışkanlıklarınız, huylarınız, davranışlarınız var mı? Benim var :) Aklıma gelmişken bir düşüneyim bakayım neler barındırıyor bu bünye, bu kafa dedim kendi kendime...
Mesela;
Eğer iki kişi olarak yürüyorsak, yanımda bulunan kişiyi muhakkak sol tarafıma alırım. Diğer taraf tersime gelir...ve eğer üç kişi olarak yürüyorsak muhakkak ortada olurum...Niyeyse :)
Birşeyler almak ya da bakmak için gittiğim mağazada eğer görevli peşimden ayrılmıyorsa, her elimi attığım ürünün yanında bitiveriyorsa alacağım varsa da almaz, o dükkandan hemen ayrılırım...
Güneş ışığının yoğun olduğu pencere önünde oturan birine bakarsam, karışık desenli halıların bulunduğu bir evde oturursam, minik minik bibloların ya da başka objelerin çokça olduğu bir yerde bulunursam, eşyalarla dolu kalabalık ve dağınık bir ortamdaysam...önce mide bulantısı sonra da şiddetli başağrısı çekerim...
Yemek yapmak terapi gibi birşey benim için...Ne yapacağına karar ver, sonra git malzemeleri al...ya da eldeki malzemelere bak, ona göre ne yapacağına karar ver...Kolay ve keyifli bir iş bana göre...Bunda garip olan ne var ki demeyin...Bana değil de anneme ya da ben mutfaktayken yanımda olan bir başka kişiye garip gelen şey şu ki; mutfaktaki terapim başlamışken yanımda kimsecikleri istemem ben :) Yalnız olayım, pişireyim, taşırayım...Herşeyi hazırlayıp ikrama hazır hale getireyim...Yani mümkünse terapimi tek başıma alayım :)
Saçlarımda henüz beyaz olmamasından mıdır nedir bilemiyorum, bugüne kadar hiç boya yaptırmadım...Saç şeklimi, rengini değiştirmeyi hiç düşünmedim...Günümüzde 13-14'lü yaşlara kadar inen bu saçıyla başıyla sürekli oynama hali bu yaşa kadar (ki 42 oluyor bu yaş) hiç değişiklik yapmamış biri olarak benim değil de birkaç arkadaşımın garibine gidiyor...Bilmiyorlar ki mümkünse herşey benimsediğim ilk haliyle ve şekliyle kalsın istiyorum :)
Siz hiç size sipariş edilen birşeyi alıp götürdüğünüzde ücretini ödemek istediklerinde utanır mısınız? İşte ben utanırım :) Kardeşim, abim, ablam, yengem, arkadaşım her kim olursa olsun onlar tarafından bana sipariş edilen şeyi hiç ikiletmem, ne yapar eder alır götürürüm...Çıkarıp ücretini ödemek istediklerinde ise o kadar utanır, o kadar utanırım ki zaten hediye vermeyi ziyadesiyle seven ben "hediyem olarak kabul edin" derim :)
Evde kullanılan alet edevat, makina teçhizatlardan biri eğer bozulmuşsa vay benim halime...Yaptırana kadar öyle huzursuz olurum ki uykularım kaçar, neredeyse kafayı bozarım :)
Tv seyrederken özellikle bir tartışma programı...hele de siyasiler varsa...Onlar konuştukça sanki ben karşılarındaymışım gibi söyledikleri herbir cümleye cevap verir halde oluyorum...Hatta bazen o kadar sinirleniyorum ki ses tonuma ne kadar engel olamıyorsam annem uyarır artık "ne bağırıyon, sanki seni duyan mı var" diye :) Bu huyumu ilerleyen yaşla beraber birkaç yıl önce edindim :))
----------
Mim gibi birşey oldu bu değil mi? Yazmak isterseniz keyifle okurum ama ben daha fazla devam edemeyeceğim...Zira düşündükçe gördüm ki kendime bile garip gelen ne çok huyum husum varmış benim :)) Yaz yaz bitmez gibi geldi bana...Kestik :))
Aslında hiçbir şey iyi veya kötü değildir...Herşey bizim onlar hakkında ne düşündüğümüze bağlıdır...
William SHAKESPEARE
14 Aralık 2011 Çarşamba
Vazgeçme(me)k...
Geçmiş olmasına rağmen üzerimde bıraktığı kırgınlığı bir türlü atamadığım hastalık yüzünden uyanamadım...Bu yüzden de sabah mesaiye biraz geç başladım...
Odama çıkmak için asansör beklerken çalışanlardan bir hanım arkadaş ve yanında oğlu giriş yaptı kapıdan...Her zaman o kadar mutsuz bir ifadesi var ki bu hanımın etkilenmemek elde değil...
Tek kelimelik selamlaşmadan sonra bana doğru dönüp elindeki bir tomar evrakı göstererek "bıktım artık, isyanlardayım..." dedi. Doğal olarak ben de "hayırdır, ne oldu ki..." dedim. Fiziksel olarak son derece sağlıklı görünen ama görüntü olarak zihinsel engelli olduğu belli olan oğlunun hastane/rapor/ilaç ile ilgili kırtasiye işlerine koşturmaktan bitap düştüğünü söyledi..."Herşeye ben koşturuyorum...Çocuğu bırakacak yer de yok...Canımdan bezdim artık" dedi...Hak vermemek elde değil...
Bu hanımın eşi birkaç sene önce yaşamına son vermişti...İlk duyduğumda "adam kimbilir nasıl bir ruh hali içindeydi ki böyle bir sonu kendine yakıştırmış...Yoksa kim hayatından vazgeçmek ister" demiştim...
Engelli çocuğuyla bir başına oradan oraya koşturan, annelik görevini yapmaya çalışan, her zorluğu tek başına göğüsleyen ve tüm bunları yapabilmek için kendi dünyasından neredeyse vazgeçmiş bu arkadaşın halini görünce eşinin geride bıraktıklarını hiç düşünmeden kolay yolu seçerek kendini kurtardığını düşündüm kızgınlıkla...
Sonra yıllarca aynı birimde çalıştığım, o dönemlerde çok samimi olduğum, onun tarafından uygulanan ve nedenini halâ bilmediğim bir konuşmama durumu yaşadığım bir diğer hanım arkadaşım geldi aklıma...
Onun eşi de birkaç sene önce yine aynı yolu seçerek aynı sonu yaşamıştı...ve bu arkadaşım da tıpkı diğeri gibi aynı zorluklarla başetmeye çalışmıştı...Onun da bir oğlu var...Fakat bu kez engele takılan kendisi olmuştu...
Olayı öğrendiği andan itibaren "neden" sorusuna bir cevap bulamamış, eşinin bu şekilde gidişinde hep kendini suçlamış, sonucunda da uzunca bir süre devam eden tedavi sürecinden sonra hem biz arkadaşlarının, hem de kardeşlerinin sayesinde tekrar normal hayatına dönebilmişti...En azından görüntü olarak öyleydi...Ama yakından şahit olduğumuz için biliyoruz ki bundan sonraki hayatı hiç eskisi gibi olamadı...Arkadaşımın o halini gördükçe aynı şeyi düşünmüştüm tıpkı şimdi düşündüğüm gibi...Onun eşi de geride bıraktıklarını hiç düşünmeden kolay yolu seçerek kendini kurtarmıştı...
********************
Böylesi iki örnekte en vazgeçilmezimiz olan hayatımızdan vazgeçmek bir tercih midir? Yoksa vazgeçmek, geride bıraktıklarını düşünmeyip vız gelir diyerek en kolay yolla son noktayı koymak mıdır?
Bence vazgeçmek; umudunu kaybetmiş, inancını yitirmiş, kendine olan güveni sarsılmış insanların en kolayı seçmesi...Hem de ne kendini, ne de geride bıraktıklarını hiç düşünmeden...
ve diliyorum ki sebebi her ne olursa olsun hiçbir kimse bu noktaya gelip böylesi bir vazgeçmeyi yaşamasın ve yaşatmasın...
Umut, inanç, güven...
Bu üçü varsa, hayatınız güzeldir...(bknz.)
30 Kasım 2011 Çarşamba
Kısa Kısa...Kasım'da Yolculuk...
Aynı ayda/günde daha önceden neler yaşandığını, neler yapıldığını merak eder misiniz hiç? Ben ederim...Arasıra da olsa şöyle bir bakarım...Belli başlı, bilindik konular haricinde aklımda da kalmaz çoğu :)
Geçmiş tarihlerde Kasım ayında neler olmuş diye bir gözatayım dedim... Gün be gün kayıtlara düşülmüş o kadar çok şey var ki hepsini buraya aktaramayacağıma göre ben de kendimce bir liste oluşturdum :)
Hatırlamak için şöyle bir bakmak isterseniz buyrunuz:
1869 Süveyş Kanalı açıldı.
1918 Musul, Türk topraklarından ayrıldı.
1918 Birinci Dünya Savaşı sona erdi.
1922 Osmanlı saltanatı, TBMM kararıyla sona erdi.
1925 Şapka giyilmesi hakkında kanun kabul edildi.
1927 Ankara Zafer Anıtı açıldı.
1928 Yeni Türk harfleri kabul edildi.
1934 Mustafa Kemal'e ATATÜRK soyadı verildi.
1934 İsmet Paşa İNÖNÜ soyadını aldı.
1934 Lakap ve unvanlar kaldırıldı.
1938 Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Kurtuluş Savaşı'nın önderi ve ilk
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ATATÜRK, Dolmabahçe Sarayı'nda
saat 09:05'de öldü.
1938 ATATÜRK'ün naaşı İstanbul'dan Ankara'ya götürüldü.
1938 ATATÜRK'ün naaşı Ankara Etnoğrafya Müzesi'ndeki geçici kabrine
kondu.
1946 UNESCO kuruldu.
1956 Orta Doğu Teknik Üniversitesi kuruldu.
1963 Kennedy öldürüldü.
1973 Anadolu Üniversitesi kuruldu.
1981 ATATÜRK'ün Başöğretmenliğe kabul tarihi olan 24 Kasım günü
Öğretmenler Günü olarak kutlanmaya başlandı.
1983 12 Eylül'den sonra kurulan partilerin katıldığı ilk genel seçim yapıldı.
Anavatan Partisi (ANAP) 211 milletvekili ile tek başına iktidar oldu.
1983 Atatürk Barajı'nın temeli atıldı.
1983 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edildi.
1985 Demokratik Sol Parti (DSP) kuruldu.
1989 Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi kabul edildi.
1993 Galatasaray, İngiltere'nin Manchester United takımını eleyerek,
Şampiyonlar Ligi'ne katılan ilk Türkiye takımı oldu.
1996 Şans oyunu olan Sayısal Loto Türkiye'de başladı.
1996 Susurluk olayını başlatan kaza meydana geldi.
1998 PKK'nın başı Abdullah ÖCALAN Roma'da yakalandı.
1998 Danıştay, 10 aylık hapis cezası kesinleşince İstanbul Büyükşehir
Belediye Başkanı Recep Tayyip ERDOĞAN'ı başkanlıktan düşürdü.
1999 Düzce'de 7,2 büyüklüğünde deprem oldu.
2008 Amerika'nın 44. başkanı Barack OBAMA oldu.
2010 Tarihi Haydarpaşa Garı'nda yangın çıktı.
********************
Uzun tarihler arasındaki kısa yolculuğumuzu yakın tarihimizi altın harflerle yazan Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK'ün sözleriyle tamamlamak istiyorum...
"Evvela millete tarihini, asil bir millete mensup bulunduğunu, bütün medeniyetlerin anası olan ileri bir milletin çocukları olduğunu öğretmeliyiz..."
"Tarih, hayal mahsulü olamaz..."
* Bu arada sizlerin de dikkatini çekti mi? Benim masamdaki takvimde Kasım ayı 31 gün :))
* Bu arada sizlerin de dikkatini çekti mi? Benim masamdaki takvimde Kasım ayı 31 gün :))
11 Kasım 2011 Cuma
Kısa Kısa...Kurban Bayramı 2011...
Bayram sabahlarının ilk kahvaltısını yıllardır olduğu gibi bu sene de babaevinde ve birlikte yaptık. Ailemizin minik üyeleri Yiğit Kartal ve Yağız Kartal'la soframız daha da bir şenlendi...
Bayramın diğer günleri büyükten küçüğe doğru sıralamasıyla diğer kardeş evlerini ziyaret etmekle geçti. Bizde öyle kısa bayram ziyaretleri olmaz. Öğleden sonra gider, gecenin bir vaktine kadar birlikte zaman geçiririz...
Gelen ziyaretçilerin her geçen senede biraz daha azaldığını görmek insanı üzüyor. Gerçi biz de bu bayram kimseye ziyarete gitmedik ama yine de bekliyor insan kapının zili ansızın gelen misafirler tarafından çalınsın diye...
Bayram harçlığı verme durumları ailemizde aynen devam ediyor. Bu bayram bütün harçlıklar Yavru Kartallar'a gitti doğal olarak. Bayramlarda en küçük olmanın en avantajlı yanı da bu olsa gerek...
Yiğit Kartal, büyüklerinin elini geçtiğimiz Ramazan Bayramı'nda öpmeye başlamıştı ama önce alnına koyuyor, sonra öpüyordu. Bu bayram olayı tamamen kavramış kuzum. Önce elini uzatarak yaklaşıyor, ona uzatılan eli tutuyor ve o pamuk dudaklarıyla minicik bir öpücük kondurup alnına götürüyor. Sonra da o tadına doyulmaz yanaklarını uzatıyor. Hem bize göstermek, hem de fotoğrafını çekebilelim diye babaannesinin elini defalarca öptü. O kadar tatlı ve o kadar güzel yapıyor ki, değil bayram harçlığı hepimiz varımızı yoğumuzu ona versek yeridir...
Her bayram olduğu gibi bu bayramda da çocuklar için çeşit çeşit şeker aldım. Hani ışıldayan gözlerle gelirler de onlara ikram ederim diye. Ama eskiden olduğu gibi ne sokaklar, ne de apartmanlar şeker toplayan çocuk sesleriyle yankılanmadı. Kapıma gelen tek bir çocuğa da onlarcası gelmiş gibi birçok şeker verdim. Giderken "dikkatli ol ve sakın kimsenin evine girme, tamam mı..." diye de tembihledim. Biz büyükler olarak çocuklarımıza "güven" duygusunu nasıl vereceğimizi düşündüm ve her türlü değerimizin yerle bir olduğu, her türlü kötü düşüncenin ve hareketin tavan yaptığı günümüzde, böyle bir tembihte bulunmaktan dolayı üzüntü ve utanç duydum...
Uzun bayram tatillerini hiç sevmeyen, ancak dokuz günlük tatillere de ziyadesiyle alışkın bir bünye olarak haftasonuna iki gün kala işe başlamak tuhafıma gitti. Perşembe gününü Pazartesi gibi yaşadım. Bu hesaba göre bugün de Salı olmalı sanki. Çoğumuzda da öyle olmuştur diye düşünüyorum...
Önümüzdeki senelerin bayramlarını da yine tüm sevdiklerimle sağlıklı bir şekilde geçirmek en büyük dileğim...Hepimizin ortak isteğinin de bu yönde olduğu kesin...
Bu arada yayınlanma tarih ve saatine dikkatinizi çekerim...
11.11.11 / 11:11 :)
Bu arada yayınlanma tarih ve saatine dikkatinizi çekerim...
11.11.11 / 11:11 :)
1 Kasım 2011 Salı
Kısa Kısa...Benden ve Herşeyden...
Çalışma hayatımın gidişatı benim cephemden aynı durağanlıkla devam ediyor. Sessiz, sakin ve bir o kadar da huzurlu...Keyfimi bozmasınlar, kimse bana dokunmasın da yüz değil, bin yaşasınlar modundayım...Zira kimseye laf anlatacak ne enerjim, ne de gücüm var.
Küçük mutlulukları çoğaltıp çoğaltıp ruhumda zaman zaman oluşan çatlaklara sıva yapıyorum. Arada sızıntılar olsa da, eskiden yeni olmaz sözünü bilsem de, yeni bina inşaa etmekten yeğdir deyip usta kıvamında hareket ederek, sürekli amelelik yapmaktan sıyrılıyorum...
İlkini şurada anlattığım yeni bir sefaya ihtiyacım var. Yine Funda'yla beraber gitmek istiyorum. Henüz bu düşüncemi ona söylemedim ama söylediğimde kabul edeceğini biliyorum...
Büyüdükçe Yiğit Kartal'ın huyu da iyice değişmeye başladı. Aslında ne istediğini biliyor artık demek daha doğru olur. Mesela ben gezmeye götürmek istediğimde önce kafasını sağa sola sallayarak yarım yamalak konuşmasıyla önce "hayır" diyor. Israr ettiğimde "giiit" diye bağırıyor ve beni elleriyle itiyor. Onunla gezmek için her fırsatı değerlendirmek isteyen ben daha da ısrarcı olduğumda bu kez ağlıyor. Halbuki çocuk gelmek istemiyor işte ağlatana kadar niye zorluyorum bilemiyorum. Onunla zaman geçirme konusunda bu kadar bencil olmamam gerektiğini artık daha iyi anlıyorum...
Yemek yapmak, yemek ve yedirmek en çok sevdiğim şeylerin başında geliyor. Evde hiç yemek olmasa bile çeşitli lezzetlerle donatılmış bir sofradan aldığım keyfi sadece ekmek yiyerek de alabilirim. Pilav ve makarna haricinde ekmeksiz yediğim hiçbir yiyeceğin tadını alamadığım gibi, onsuz bir sofra da düşünemiyorum Sevgili Reyhan. Hamurişiyle de aram yokki ekmek olmazsa onun yerine pasta/börek yiyeyim...Şükür ki bu kadar ekmek ve yemek yediğim halde yine de kilo almıyorum...
Akşam oturmalarının da, gece uykularının da tadı iyice geldi diye düşünüyorum. Kış mevsiminin belki de en çok sevdiğim yanı bu olsa gerek...Sonradan kat kaloriferine dönüştürdüğümüz evimizin eski sobalı hallerini özlüyorum çokça...Bir de rahmetli babamın o sobanın üzerinde bizim için pişirdiği kestaneleri ve hep birlikte geçirdiğimiz kış akşamlarını...Geçmişe duyulan özleme nostalji denildiğini biliyorum...
Başka bir bedende olsam nasıl olurum diye hiç düşünmemiştim. Ama nedense erkek olmayı hep istemişimdir. Sanki erkek olunca herşeyi yapabilirmişim gibi...Sanırım erkek demek güç demek benim gözümde...Eğer bir günlüğüne erkek olacak olsaydım şöyle ağız tadıyla, yumruk yumruğa, ağız burun dağılacak şekilde, kafa göz bırakmadan kavga etmek isterdim Sevgili Nurgül. Galiba gücümü bir günlüğüne böyle kullanmak isterdim. Yok aslında öyle şiddet yanlısı falan değilim ama isterdim işte...
Sıkça yaptığım birşeydir fotoğraf albümlerimize bakmak...Her birini ilk kez görüyormuşum gibi incelemek...Parmaklarımla tek tek üzerinden geçmek...Aslında bu bana göre hissetmek...Gidenlere üzülürken kalanlarla yola devam ediyoruz hep sağlık dileyerek...En son ne zaman bakmıştım acaba bak hatırlamıyorum. Hatırlamadığıma göre "sıkça" lafımı da yedim afiyetle...Demek ki son zamanlarda ihmal etmişim onları. Galiba bu akşam elime alıp tekrar ziyaretlerine gitmeliyim...
Halâ okuma isteği yok içimde...Farkındayım kendime de yazarlarına da ısrarla ayıp etmeye devam ediyorum. Koca bir yazı sadece bir kitapla geçiren ben, bu ayıbı kışın telafi etmeyi düşünüyorum demiştim. Kış geldiğine göre artık bu düşüncemi hayata geçirmek için harekete geçmeliyim. Hatta geç bile kaldığımı biliyorum...
Bu kadar...Şimdilik...
Bir önceki "Kısa Kısa...Benden..."
27 Eylül 2011 Salı
Kısa Kısa...Benden...
Abim kısa süreli bir şehir değişikliğinden sonra iki hafta önce tekrar Ankara'ya taşındı. Dakika bir gol bir, geçen hafta evine hırsız girdi. Tam onlar pencereden girmişken, aynı anda kapının açıldığını duyar duymaz kaçmışlar. Şükür ki karşılaşmamışlar, şükür ki olası kötü bir durum başımıza gelmemiş...
İki gündür dairedeki internet bağlantısında yoğun çalışmalara rağmen halâ çözülemeyen bir sorun var. Ara ara geliyor ve gidiyor. Hayatımıza ne kadar işlediyse daha önceleri ne yapıyorduk acaba diye sorup duruyorum kendi kendime. Uzun telefon görüşmeleri yaparak gidermeye çalışıyorum yokluğunu ya da doldurmaya çalışıyorum boşluğunu...
İki gündür dairedeki internet bağlantısında yoğun çalışmalara rağmen halâ çözülemeyen bir sorun var. Ara ara geliyor ve gidiyor. Hayatımıza ne kadar işlediyse daha önceleri ne yapıyorduk acaba diye sorup duruyorum kendi kendime. Uzun telefon görüşmeleri yaparak gidermeye çalışıyorum yokluğunu ya da doldurmaya çalışıyorum boşluğunu...
Yaz başından beri işe gelip giderken servis aracını kullanmıyorum. Kısa mesafe yol arkadaşlarımı özledim. Tekrar binmeye başlasam iyi olacak galiba...
Öğle yemeklerimi kendi getirdiğim yiyeceklerle ya da geçiştirerek hallederim neredeyse çalışmaya başladığım ilk günden beri. Bugün yemekhaneye çıktım uzun zamandan sonra. Görmek istediklerimi de istemediklerimi de gördüm. Zoraki selamlaşmalardan, hal hatır sormalardan oldum olası hiç hazetmem. İnsan bazen, bazı durumlarda hoşlanmadığı şeyleri bile yapabiliyor...
Son iki senedir sessiz ve olabildiğince sakin devam eden işyeri hayatım beni iyice rahatlığa alıştırdı. Bu rahatlık yoğun tempoya alışkın bünyeye zaman zaman zarar verirken, ruhu ziyadesiyle dinlendiriyor...
Ankara'da güneş bir görünüp bir kaybolurken, kapalı havaları da sevdiğime iyice kanaat getirdim. Zira çoğu insanı bunaltan, karartan bu havalardan öyle olumsuz yönde hiç etkilemezken, sanki beni daha da canlandırıyor diye düşünmekteyim...
Hiçbir işlem yapmadığım halde hemen hemen her bankadan, kapısının önünden geçmediğim halde hemen hemen her mağazadan cep telefonuma gelen reklam içerikli mesajlar artık iyice sinirimi bozuyor. Kayıtlar da bile görünmesine izin vermediğim numaralarımı kim, nereden, nasıl alıyor merak ediyorum...
Hiçbir işlem yapmadığım halde hemen hemen her bankadan, kapısının önünden geçmediğim halde hemen hemen her mağazadan cep telefonuma gelen reklam içerikli mesajlar artık iyice sinirimi bozuyor. Kayıtlar da bile görünmesine izin vermediğim numaralarımı kim, nereden, nasıl alıyor merak ediyorum...
İhlal ettiklerim olsa da genel olarak kurallara uyarım. Özellikle trafikle ilgili olanlara. Işığın kendisine yanmasını beklemeden elinde iki çocukla karşıya geçmeye çalışan genç anneye çattım sabah. Oralı bile olmadı. Hadi kendi canını bırak da çocuklarının canı da onun için önem arz etmiyor demekki. Arkadaşlarım birgün dayak yiyeceksin elalemi yola, hizaya sokmak isterken diyor...
Eskiden arkadaşlarımdan gelen buluşma tekliflerine ikiletmeden katılır, eve girmek istemezdim. Biliyorum benimle vakit geçirmekten inanılmaz keyif alıyorlar ama son birkaç yıldır evden dışarı çıkmak istemiyor canım. Yaşlandığımın delaletlerinden sanırım. Onları kırmadan red cevabı verirken bildirdiğim mazeretler geçerliliğini yitirdi. Aradıklarında ne desem artık diye düşünüyorum...
Koca bir yazı sadece bir kitapla geçirdim. Şu aralar okuma isteği yok içimde niyeyse. Kendime de yazarlarına da ne kadar ayıp ettiğimin farkındayım. En kısa sürede kitapçıya uğramalı, tavsiye edilen ve notları tutulan kitapları almalıyım. Hiç olmazsa telafisini kışın yapabilirim diye düşünüyorum, umuyorum...
Bu kadar...Şimdilik...
Eskiden arkadaşlarımdan gelen buluşma tekliflerine ikiletmeden katılır, eve girmek istemezdim. Biliyorum benimle vakit geçirmekten inanılmaz keyif alıyorlar ama son birkaç yıldır evden dışarı çıkmak istemiyor canım. Yaşlandığımın delaletlerinden sanırım. Onları kırmadan red cevabı verirken bildirdiğim mazeretler geçerliliğini yitirdi. Aradıklarında ne desem artık diye düşünüyorum...
Koca bir yazı sadece bir kitapla geçirdim. Şu aralar okuma isteği yok içimde niyeyse. Kendime de yazarlarına da ne kadar ayıp ettiğimin farkındayım. En kısa sürede kitapçıya uğramalı, tavsiye edilen ve notları tutulan kitapları almalıyım. Hiç olmazsa telafisini kışın yapabilirim diye düşünüyorum, umuyorum...
Bu kadar...Şimdilik...
27 Ocak 2011 Perşembe
Müşterek Paydalar...
Cam kenarındayım, orta kapının biraz ilerisinde. Öyle boş gözlerle kısa yolculuğumda bana eşlik eden yol arkadaşlarımı gözlemliyorum kendimce.
İlk gözüme takılan ortadaki boşlukta ayakta giden iki genç. Yüz ifadelerine ve konuşmalarındaki sertliğe bakınca tartıştıklarını, el kol hareketlerine bakınca parmaklarındaki alyanslardan nişanlı olduklarını anlıyorum. Konu belli...Kıskançlık...
Çarprazımda ağlamaya başlayan bebeğin sesiyle gözlerimi o tarafa kaydırıyorum. Sıcaktan bunalmış olmalı diye düşünüyorum. Anne ilgili, avutmaya çalışıyor can paresini. Biraz önce yanlarından ayrıldığım Yiğit ve Yağız gözlerimin önüne geliyor bir an...İçim sıcacık oluyor, gülümsüyorum...
Yine aynı tarafta oturan iki kadın iştahlı iştahlı sohbet ediyor, bol kahkaha eşliğinde. Biraz rahatsızlık verseler de ne hoş diyorum, böyle içten gülebiliyorlar.
Bir sonraki durakta göbeğini tutarak basamakları çıkan hamile kadına bir genç yer veriyor hemen. Aferin diyorum içimden. Anne adayı ise beklemekten yorulmuş sanki. Yavrusunu karnında değil de artık kucağında taşımak istediği her halinden belli...Yeni can, yeni hayat...
Montlarının önünü kapatmamış, gömleklerinin yarı kısmı pantolonlarının dışında, kravatlarını iyice gevşetmiş üç lise öğrencisi biniyor, ellerinde kitapları, öyle umursamaz tavırlarıyla...Okuldaki kızlardan konuşup sesli sesli gülüşüyorlar. Tebessüm ediyorum ben de kendi kendime. Okul bitip hedeflerinize ulaşamadığınız zaman yine böyle gülebilecek misiniz hayata karşı diyorum içimden, onların adına yine onların geleceklerinden endişe duyarak...
Arkamdaki koltukta anne-kız tartışması yaşanıyor. İstediği marka kot pantolonu almayan annesine kızıyor kızı. Hayat gailesinden bihaber olan kıza annesi anlatıyor, ama kızı anlamıyor, anlamak istemiyor. Ben anlıyorum...Çok pahalı, bir pantolona bu kadar para verilmez...
Yanımda oturan genç adamın cep telefonunun sesiyle irkiliyorum. Sağol abi, sağol diyor, sesi titreyerek kapatıyor. Ses tonundan belli, düşünceli ve üzgün. İster istemez merak ediyorum. Onun durumu diğerlerininki gibi açık değil. Derken telefonu tekrar çalıyor. Sabah şehir dışından geldim, işlemleri bitirdim, yarın öğlen defnedeceğiz diyor. Titreyen sesi boğulurken bir eli gözlerine gidiyor, evet ağlıyor, sessizce...Sonraki telefondan anlıyorum, babasıymış vefat eden. Artık sesli iç çekişlerle ağlıyor. Belli ki her gelen telefon zaten taze olan acısını iyice tazeliyor. İçimden babasına rahmet diliyorum. Üzülüyorum. Kendi yaşadıklarım aklıma geliyor. (bknz.) Gözlerim doluyor...
Nişanlılar hala tartışıyor, bebeğin mızırdanmaları kesilmiyor, kadınlar iştahla gülmeye devam ediyor, liseli gençler okuldaki kızlardan bahsediyor. Yanımdaki adam ise tamamen bırakmış gözyaşlarını, daha çok ağlıyor. Ben sessizce kalkıyorum, belli belirsiz bir sesle "başınız sağolsun" diyorum.
Bir tane dünyada yaşayan bir dünya insanın hayatında yaptığım kısa yolculuğu tamamlıyor, içimdeki garip duyguyla beraber kendime ait dünyamdaki yolculuğuma devam ediyorum. Kimbilir daha kimleri hangi duraklarda bırakacağım...Kimbilir ben hangi durakta ineceğim...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)