Nostalji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nostalji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Eylül 2010 Çarşamba

Küçük Hala Aynur 9 Yaşında :)


Öyle bilgisayardan tıklayarak ya da slayt olarak ayarlayıp saniyelik görüntülerle fotoğrafa bakmak kesmez beni.
İlla albümde olacak fotoğraf dediğin.
Böyle çevirirken yapraklarını teker teker her bir fotoğrafa uzun uzun bakmalıyım, yaşamalıyım o zamanları...Parmaklarım gezinirken üzerinde canlısını görmüş gibi olmayım karede yer alan her bir kişinin...
İşte böyle severim ben geçmişte kalan anlarla ve yaşayanlarla tekrar buluşmayı.
..........
Efendim, şalvarları, fesleri ve ellerinde mumlarıyla
23 Nisan kutlamaları için Çayda Çıra oynamak üzere hazırlanmış bu rengarenk ekibin en minik üyesi olarak en ortadayım :) Sene 1978...of of of !
..........
Bazen gözlerimi yaşartan, bazen tebessüm ettiren ve bazen de yüreğimin derininde bir yerlerde ince bir sızı gibi duran ah anılar, ah anlar ve anda kalanlar...

17 Ağustos 2010 Salı

Çakma Kaptan Custo...

Belgesel programlarını çok severim. Hani anketlerdeki soruya cevap verir gibi öyle laf olsun diye değil, ciddi ciddi söylüyorum çok severim ve zevkle izlerim.

Çocukluğumun tek kanalı TRT, kanallarının arasına bir de TRT Belgesel'i eklemiş. Oh, çok da iyi etmiş. Tamam abicim iyi etmiş etmesine de ne o öyle.

Ben de bekliyorum saf saf Kaptan Custo ve ekibinin yaptığı çekimler gibi birşey çıkacak karşıma diye...

"Sonsuz Mavilik" diye bir program vardı dün gece. Hadi seyredeyim dedim. Batıklarla ilgili sualtı hikayelerini işliyorlar sözüm ona. İsmiyle o kadar tezat ki program, iki dalgıç sonsuz kirlilikte fıstık yeşili paletlerini gözümüze sokacak gibi sallaya sallaya öyle dakikalarca ilerliyorlar. Git git varamıyorlar bir türlü. Neyse geliyorlar demirden böyle merdiven gibi üzeri yosun kaplamış birşeyin yanına. Biri bir yanda öbürü öte yanda bakıyorlar öylece. Ben de bekliyorum iki satır söz duyayım da anlayayım neymiş bu diye. Ama yok, iki, üç, beş dakika, hala ses yok...Duyulan tek ses dalgıçların oksijen tüplerinden gelen tıslama sesi o kadar. "Bu ne böyle ya" diyorum sinirlenerek ve kumandayı elime alıyorum. Tam kanal değiştirecektim ki, hani uykun gelir de öyle uyuşuk konuşursun, mecalin kalmaz, kelimeler ağzından çıksa mı yoksa geri çekilip kalsa mı belli olmaz bir tarzda ve bir o kadar da ağır aksak bir ses birşeyler geveliyor.
Yuh dedim ya, ismiyle tezat bu program çekimiyle ve anlatıcısıyla ancak bu kadar müsemma olur.
..........
Yahu çocukluğumun tek kanalı TRT, bu işi şöyle hakkıyla yapamamışsın, becerememişsin belli...Niye zorluyorsun ki?

Seyirci kitlesiyiz kardeşim biz. Her verdiğinizi alacağımızı düşünüp bize kütle muamelesi yapmaya ne hakkınız var...

16 Haziran 2010 Çarşamba

Eski Pazarlar...

Hiç sevmediğim pazar günlerini eskiden çok severdim.
Çocukluğumda...
Televizyonun tek kanallı, siyah-beyaz ve belli saatlerde açıldığı dönemlerdi.
Biraz geç bir saatte kalkılır, hep beraber kahvaltı edilir, ev şöyle bir derlenip toplandıktan sonra tv'nin başına geçilirdi.
Saat 13:00 olmuştur bu arada. Diğer günler saat 20:00'de yayına başlayan tek kanal, bir tek pazar günleri öğle saatinde açılırdı.
(Saba marka, etrafı kahverengi bir televizyonumuz vardı ve oturduğumuz yerde ilk alan hane bizdik, sene 1973)
Neyse...
Rahmetli babam tv'yi açar, hepimiz yerimizi alır, başlardık seyretmeye gözlerimizi pörtleterek.
O dönemleri yaşayanlar bilir, pazar günlerinin en revaçta programı ya bir Kızılderili filmiydi ya da bir Kovboy.
Aman ne keyifle seyrederdik, ne ilgiyle izlerdik nefes almadan.
..........
Bazen bazı kanallarda rastlıyorum aynı filmlere.
Ama yok, hiç tadı yok...
Nerde çocukluğumun filmleri, nerde o filmleri izlerken ki merak, heves, alınan keyif
Şimdi yok, hiç yok...
Ne şimdilerin dizilerinde, sinemalarında, ne de sinemalarda seyredilen filmlerde.
Geçen gün denk geldim yine, izleyeyim dedim.
Ama 10 dakika geçmeden sıkıldım, kanal değiştirdim.
Gözlerim aynı tür filme bakıyordu, ama beraber keyifle seyrettiklerimiz arasında gidenler vardı, olmayanlar...Gelmeyecek olanlar...
Tıpkı o filmleri izlerken aldığım keyfin bir daha gelmeyeceği gibi :(

27 Nisan 2010 Salı

Bak Postacı Geliyor...

Nerdee...
Ah o posta kutularının dili olsa da konuşsa
Asker mektupları, doğumgünü kartları, yeni yıl kutlamaları, bayram tebrikleri
her an gelebilir diye sürekli gidilip kontrol edilen, sevgiliden beklenilen aşk mektupları
Tarih oldu hepsi
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu derler ya hani
Cep telefonu denilen alet icat oldu hepsi çok gerilerde kaldı
Postacı kapıyı artık değil iki kere, hiç çalmaz oldu
Teknolojiyle beraber nostalji kablolar, minik ekranlar ve iki satırdan ibaret yazılı mesajlara hapsoldu
üzülüyorum hem de çook :((


Eti Senin Kemiği Milletin...


Ankara'nın su sıkıntısının giderilmesi için basında sık sık ismi duyulan Kesikköprü Barajı'ndan 1982 yılında taşındık Ankara'ya
Rahmetli babamın emekli olmasından dolayı
O zamanlar sıkıntı yok tabi
Mevye mi alınacak, git kasa kasa al en çeşitlisinden
Et mi lazım, kestir bir koyunu parçala at dolaba
Öyle kilo işi birşeyler almayı bilmiyoruz
Taşınalı birkaç gün olmuş, annem git kasaba bilmem kaç kilo kuzu eti al dedi bana
Büyük marketlerin arasında varlığını hala sürdürmekte olan mahalle kasabımıza gittim ben ilk kez, isteğimi söyledim
Neyse kasap aldı parça eti en kırmızısından
Kuşbaşı doğrayım mı dedi
Duymamışım ben o zamana kadar böyle bir doğrayış şekli
Tarif etti , ha tamam dedim öyle yapın
Sonra paketleyip verdi elime
Eve gelip de annem paketi açınca bir de ne görelim
Etler doğranmış güzel, ama içinde kemikler de var
Şaşırdık tabi, kandırmışlar seni dedi annem
Git söyle kasaba, niye kemiklerini de koymuş
Alırsın paketi gidersin kasaba
Anlatırsın durumu, başka müşteriler de var tabi
"Siz hiç et almadınız mı kasaptan"
- Yoo, biz eti hiç böyle almadık
"Nasıl alırsınız peki"
- Babam gider köye, kestirir bir iki koyun
Gülüşmeler...
"Ama bak böyle yapılır kasaplarda, eti kemikli olarak tartarsın, sonra doğrarsın, kemiklerini de koyarsın"
- Öyle mi, peki o zaman, sağolun...
Herkesin içinde nasıl utanmıştım anlatamam
Gelelim günümüze
Hani bir reklam var ya, kadının altın kolyesini ve yüzüğünü gören arkadaşı "aa, yeni mi" diye soruyor
Kadın da "evet, bu zamanda en iyi yatırım altın" diyor
Arkadaşı da "olur mu hiç, en iyi yatırım, bilmem ne pen" diyor, ne alakaysa :))
Ne alakaysa dedim ama doğru söylüyor sanırım
Devir, ordan burdan kısıp artırdığın birikimlerle altın alıp yastık altına koyma devri değil, devir et alıp dondurucuya yatırma devri
Daha iyi yatırım mı olur
Bakınanların başı Sayın Başbakınan duruma el atmış, ilgililere talimatını vermiş
Ne demiş peki ?
İthalET yapın demiş
Gidişata "dur" emri vermiş
Ha bir de et ajanları adı verilen bir görevli timi kurdurtmuş
Fiyat tespiti yaptırtmak için
Sanki bir günde patlak vermiş gibi...
Sanki sinyalleri önceden verilmemiş gibi...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...