30 Ocak 2012 Pazartesi

e-Devlet...e-Şifre...Yeter ama eeeeee !!!


Rahmetli babamdan dolayı maaş alan annemin bu konuyla ilgili işlemlerini hep ben hallederim yıllardır...Hani bankanın maaş kuyruğunda saatlerce beklemesin diye çıkarttığımız bankamatik kartıyla günü geldiğinde ATM'den maaşını çeker, biraz kırptıktan sonra anneme veririm kalanını :))...Değişmeyen bankamız ise ilk günden beri Ziraat Bankası'dır...

Tahsis numarasının son rakamına göre de her ayın 25'idir maaş günü...ve ben tam 19 yıldır hiç aksatmadan bu görevimi yerine getiririm...Bu ay 2 gün gecikmeli olarak yani ayın 27'si Cuma günü sabah tıklattım ATM'nin tuşlarını...Fakat baktım ki bakiyede birkaç kuruştan başka birşey görünmüyor...

İşyerime geldim ve karşılaşacağım güçlükleri düşünerek gardımı almış bir şekilde hemen Ziraat Bankası Dikmen Özel İşlem Merkezi'ni aradım...Zaten düşündüğüm, daha doğrusu bildiğim gibi de oldu ve cebelleşme orada başladı...Banka memuru telefonla bilgi veremeyeceğini, şahsın kendisinin buraya gelmesi gerektiğini söyledi...Ben, "hanımefendi benim annem 73 yaşında, bu karda buzda sırf bu bilgi için onu oraya sürükleyemem...Siz en azından bir bakın ve olası nedenleri söyleyin, ben zaten sonrasında gelmesi gerekiyorsa getireceğim...Bakın bütün bilgileri de var bende" dedim...Neyse ikna oldu da maaşın kesildiğini, Sosyal Güvenlik Kurumu'ndan hiç gelmediğini söyledi...

Hadi bakalım Aynur iz sürme başladı, bakalım ne gibi birşeyle karşılacaksın, göster kendini de hallet şu işi diyerekten Sosyal Güvenlik Kurumu Genel Müdürlüğü'nü aradım...Uzun ve otomatiğe bağlanmış aramalar sonucunda lütfedip telefonu açan beyefendiye durumu anlattım...Verdiğim bilgiler neticesinde sisteme giren bu ilgili memur bey bana "anneniz internet üzerinden maaş nakil talebinde bulunmuş ve maaşı HSBC Bank İstanbul Çerkezköy Şubesi'ne nakledilmiş" dedi...Şaşkınlığımı, yüzümün aldığı şekli anlatmama gerek yok sanırım :)

Israrla adama "Böyle birşey imkansız...Biz 30 senedir Ankara'da oturuyoruz ve annem 73 yaşında, ne interneti, okuma yazması bile yok...Bütün banka işlemlerini ben hallederim...Bu söylediğiniz imkansız...Hem madem nakil talebinde bulunmuşsak neden arayıp da takibine düşelim ki" desem de adam haklı olarak "sistemde böyle görünüyor ve maaş oraya nakledilmiş" dedi ve hesap numarasını bile verdi :)

Bu kez aynı konuyu yeni banka şubesine anlatmak ve öğrenmek üzere bütün enerjimi toplayıp telefon trafiğine tekrar girdim...Ne internette, ne de 118 bilinmeyen numaralar servisinde HSBC Bank'a ait Çerkezköy Şubesi'ni bulamayınca Genel Müdürlüğünü aradım...Oradan bir numara verdiler şehirlerarası kodu 282 olan...Haydi İstanbul'dan ayrılıp Tekirdağ'a yola çıktım bu sefer :)

Telefona çıkan hanımefendiye durumu aynen aktardım...Tabi o da diğer banka memurunun dediği gibi telefonla bilgi veremeyeceklerini söyledi...Haydi bakalım...Ben Ankara içinde bu tip işlemler için annemi sürüklemek istemezken ne yani şimdi kalkıp Tekirdağ'a mı ışınlayacaktım :)

Haklılığımı gösteren ısrarlı konuşmalarım sonucunda hanımefendi konuyu inceleyip beni arayacağını söyledi...ve söylediğini de yaptı sağolsun...Alışık olmadığımız şekilde o kadar çok ilgilendi ki yaptığı yazışmalardan, aldığı cevaplara kadar herbir şeyi an be an telefonla bana aktardı...

Neden; Anneme ilk maaş bağlandığında (ki bu 19 sene önce) Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından verilen tahsis numarasıyla internet üzerinden maaş nakil talebinde bulunan bu bilinmeyen şahsın tahsis numarası birbirine çok benziyormuş ve bu işlemi yapan memur yanlış girmiş...O da bize denk gelmiş :)) Yapılan tüm işlemlerde tüm numaraların ve ismin tutması gerekirken bu nasıl olduysa olmuş işte! Hayır "yanlış hesap Bağdat'tan döner" derler onu biliriz de...Emekli olan ve maaş nakli isteyen diğer kişi hesabında gördüğü + bilmem ne kadar miktarı hiç mi merak edip sormaz...Sanki bir numara dönmüş gibi de orasını anlamış değilim :)

Sonuç; Bu ayki maaşını alabilmesi için annem HSBC Bank'ın herhangi bir şubesine gidecek ve bir hesap açtıracak...Çerkezköy Şubesi oraya havale çıkartacak...Bundan sonraki maaşlarını alabilmesi için de PTT'den bir e-devlet şifresi alıp internet üzerinden istediği bir bankaya maaş nakil talebinde bulunacak...ya da kendisi, bizzat, şahsen SGK'na gidip form doldurup verecek :)

ve Asıl Sonuç; okuma yazması bile olmayan 73 yaşındaki annem bu yaştan sonra internet kullanmayı öğrenecek...ve tüm işlemleri daha hızlı olacak...e bu sayede de hayatı epey kolaylaşacak :)

Ne demişler; "Dünya bir okuldur, doğumdan ölüme durmadan öğrenelim, öğretelim..."
Haydi bakalım annecim...Bilgisayarım da internetim de emrine amade :))

26 Ocak 2012 Perşembe

Bakmak ya da Görmek...


Tatile çıkan karı-koca gittikleri yerde kamp kurarlar...İkinci günün akşamı yemeklerini yedikten sonra uykuya dalarlar...

Birkaç saat sonra kadın uyanır ve kocasını da uyandırır...Adam uyku sersemidir ve güzel bir rüyadan uyandırıldığı için biraz da kızgındır...

Adam: "Ne oldu? Ne istiyorsun?" diye sorar...
Kadın: "Yukarıya bak ve bana ne gördüğünü söyle" der...

Adam gökyüzüne bakar ve: "Bunun için mi uyandırdın beni...Baktım işte, bir sürü yıldız görüyorum. Işıl ışıl parlayan milyonlarca yıldız..."

Kadın tekrar sorar: "Peki bu sana neyi gösteriyor?"

Artık uykusu iyice kaçan adam biraz düşünür ve cevap verir: "Teolojik olarak Tanrı'nın kudretini ve kendi acizliğimizi görüyorum...Felsefik olarak evrenin sonsuzluğunu ve onun karşısındaki önemsizliğimizi görüyorum...Astronomik olarak galaksilerin, yıldızların, gezegenlerin varlığını görüyorum...Yıldızların konumuna bakarak saatin 3 olduğunu, meteorolojik olarak da bugün havanın çok güzel olacağını görüyorum...Niye sordun bunu bana? Söyler misin sana neyi gösteriyor?"

"Çadırımızı çalmışlar" !!!

--------------------

Peki ya siz !
Bakıyor musunuz, yoksa görüyor musunuz?...ya da baktıklarınızı görebiliyor musunuz, gördüklerinize bakıyor musunuz?

Bir hikaye daha vardı...Bakmak/Görmek isterseniz Buyrunuz...

23 Ocak 2012 Pazartesi

Haftasonu İcmali...Sevinç, Keyif, Üzüntü...

Eskişehir'de oturan ablamın kızı güzeller güzeli yeğenim Pelin'in Cuma öğleden sonra Ankara'ya gelişiyle aslında iyi bir giriş yaptık haftasonu için...

Havanın soğukluğuna ve yağan kara aldırmadan Cumartesi akşam saatlerine kadar o mağaza senin, bu mağaza benim alışveriş yaptık şöyle en keyiflisinden...ve en yorucusundan...hatta en masraflısından :)


Alışveriş sonrası da tabi ki hepimizi kendilerine mıknatıs gibi çeken Yavru Kartalları görmeye, onlarla tekrar yorularak dinlenmeye gittik birlikte...Garip bir cümle oldu ama öyle işte :) Hepimizi fiziksel olarak ne kadar yorsalar da ruhu bir o kadar dinlendiriyor bu iki yaramaz :)


Her ne kadar fotoğraf çekemesem de Yağız Kartal'ın artık tamamen yürüdüğünü görmek o kadar güzeldi ki...Aslında bana sürpriz olmadı çünkü birkaç gün öncesinden sinyallerini veriyordu attığı tek tek adımlarla...Ama onu böyle ortalıkta düşe kalka dört dolanır görmek, hiç pes etmeden yürümeye çalışmasını izlemek ve heyecanla çıkardığı o sesleri, gülücükleri dinlemek hepimizin keyfine keyif kattı...Biz ilgilendikçe, çılgınlar gibi alkışladıkça o da coştukça coştu :)


Pazar günü ise geç saatte yapılan kahvaltı sonrası Yağız Kartal'ı babası ile evde bırakıp Yiğit Kartal, Pelin, Kartallarımın Annesi ve ben hep birlikte aşağıya inip kartopu oynadık...Daha doğrusu onlar oynadı, ben onları görüntüledim...Herzaman olduğu gibi :)

Yiğit Kartal'la yapılan herşey o kadar güzel ve o kadar keyifli ki insan hiç zaman geçmesin istiyor...Ama malum kış...ve malum soğuk...Hasta olmasından korktuk ve eve çıktık...


Bir süre sonra "acıyo" diyerek elini bacaklarının arasına koyup başladı ağlamaya...Bakıyoruz birşey yok gibi görünüyor ama o gözlerinden boncuk boncuk döküyor :( Bir saat kadar iyi, sonra yine aynı şekilde olunca ben sıkıntısının çişini yaparken olduğunu anladım ve teşhisi de koydum...Ama bir uzmana da ihtiyaç olduğundan kardeşim ve ben kaptığımız gibi soluğu Başkent Üniversitesi Çocuk Acil'de aldık...

Oradaki durumumuz daha vahim bir hal aldı...Çünkü Yiğit Kartal muayene için gelen her doktoru ve tahlil verebilmemiz için idrar torbası takmaya gelen hemşireleri gördükçe kıyameti kopardı...Zaten hastanede beklerken çişini de yapmadı...Ta ki eve getirip kapıdan girdiğimiz ana kadar :) Yarım saat içinde götürmemiz gerektiğinden kardeşim hastanenin yolunu tuttu...Tahlil sonuçları yarın akşama ama teşhis belli...İdrar yolu enfeksiyonu :( Erkek çocukları için önerilen ise biran evvel sünnet edilmeleri...Bakalım ne yapacağız...


Bununla geçmiş olsun diyorum kuzumuza...Rabbim beterinden korusun tüm evlatları...ve sağlıkla anne, baba ve sevdiklerine bağışlasın inşaAllah...

Çocuklarda idrar yolu enfeksiyonu ile ilgili detaylı bilgi için buyrunuz...

18 Ocak 2012 Çarşamba

İnsanı Düzeltmek...


Adam, pazar sabahı kalktığında bütün bir haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü...Tam o sırada oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu...Baba, oğluna söz vermişti...Bu haftasonu onu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu...

Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti...Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna "eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim" dedi...Çocuk parçalanmış haritayı alıp giderken adam da "oh be kurtuldum...En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez" diye düşündü...

Aradan on dakika geçmemişti ki oğlu babasının yanına koşarak geldi...ve "baba haritayı düzelttim, artık sinemaya gidebiliriz" dedi...Adam önce inanamadı ve görmek istedi...Gördüğünde de hayretler içinde kaldı ve bunu nasıl yaptığını sordu...Çocuk şöyle cevap verdi:

- Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı...İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti !!!

16 Ocak 2012 Pazartesi

Kısa Kısa...Benden ve Gündemden...



^^Birkaç gün önce Ankara'dan kar fotoğrafları çekmiş ve yayınlamıştım...İstanbul'daki blog yazarı arkadaşlarım kıskandıklarını ve kar yağmasını istediklerini belirten yorumlar yazmışlardı...Ben de güzelliklerini yaşayalım ama sıkıntısı olmasın demiştim...Haberlerde dinledim beklenen kar gelmiş İstanbul'a...Doğalgaz ve elektrikle ilgili yaşadıkları sorun, trafiğin kördüğüm hali İstanbul'u stop durumuna getirmiş...Orada yaşayanlar adına üzüldüm...

^^Geçen gün yaşadığım kötü olaydan bu yana ilk kez dün evimde yalnız kaldım...Merdivenleri her inip çıktığımda gözüm 6 numaralı daireye takılıyor istemeden de olsa...ve ben aynı kokuyu hissediyorum sanki...Daire halâ mühürlü...

^^Kıbrıs deyince akla gelen tek isim Rauf DENKTAŞ 13 Ocak 2012'de vefat etti...Bir tarih sayfası daha böylece kapanmış oldu...Bıraktığı en büyük miras Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti...Ailesinin ve Kıbrıs Türkleri'nin başı sağolsun...

^^Fenerbahçe'nin efsane futbolcusu Lefter de vefat etmiş aynı gün...Sahalar ordinaryüsünü kaybetti diye yayın yaptı tüm tv kanalları...Ailesinin, hem Fenerbahçe, hem de tüm spor camiasının başı sağolsun...

^^Genç kayakçı Aslı NEMUTLU'nun cenaze törenine katılanlardan sporla alakalı hiç kimsenin adının telaffuz edilmemesi spor teşkilatında çalışan biri olarak beni ayrıca üzdü...Katılmadıkları için miydi (ki bu ihtimali düşünmüyorum) yoksa siyasilerin isimleri daha mı ilgi çekiyor ondan mı bilemiyorum...Dedesi kendisi için aldığı mezara torununu defnetmiş...Acının böylesini Rabbim kimselere vermesin...Ailesine sabırlar diliyorum...

^^İki futbol sahası büyüklüğünde uzaydan bile görünen dünyanın en büyük karikatürü Türk Karikatürist Erdil YAŞAROĞLU tarafından çizilmiş...Böylece Guinnes rekorunu kırmış ve kitaba da adını yazdırmış...Hadi bu neyse de daha başka birçok, hatta bana saçma gelen rekor çalışmaları neden yapılır ben bilmiyorum...Bilen varsa söyleyebilir mi? Acaba amaç sadece ismin duyurulması mı?...Yoksa herşeyde olduğu gibi bunda da amaç para mı?

^^Son günlerde kendimi o kadar yorgun hissediyorum ki özellikle işe gitmek, bunun için sabah erkenden kalkıp yollara düşmek benim için neredeyse işkence haline geldi...Hiçbir şey yapmadan evimde oturmak ve sadece Yavru Kartallarımla beraber olup sınırsız dinlenmenin tadını çıkarmak istiyorum...Şu sıralar bunun mümkün olmadığını bile bile yine de istiyorum işte...

^^Çoğu kişinin yok televizyon seyretmeyin, yok dizi izlemeyin, yok başka uğraşlar bulun diye ahkam kesmelerine inat ben özellikle kış akşamlarımı çoğunlukla tv karşısında, uzun oturuş pozisyonunda, elimde kumandayla geçiriyorum...Herkes ne yapar, ne eder tabi ki beni ilgilendirmez ama böyle bilmiş bilmiş üst perdeden konuşanlara gıcık olduğumu söylemeden edemeyeceğim...

^^Antakyalı olup Mersin'de yaşayan sevgili arkadaşım Belgin'in yeğeni (abisinin kızı) Melis KAR "O Ses Türkiye" yarışmasına Murat BOZ'un ekibinde devam ediyor...Dün akşam yine büyük bir keyifle onu ve diğer yarışmacıları dinledim...Murat BOZ'un koruma altına almasıyla yarışmaya devam eden Melis, bence en güçlü seslerden biri..."Sil Baştan Başlamak Gerek Bazen" şarkısını o kadar güzel seslendirdi ki...

^^Cumartesi gece başlayan kar yağışı hiç kesilmeden Pazar günü de devam etti...Görüntü muhteşem...Bakalım Ankara Büyükşehir Belediyesi geçen sene Mart ayında olduğu gibi bizi yollara döküp yine yürütecek mi? diye düşünmeden edemedim ama sabah anayolların açık, hatta neredeyse kurumak üzere olduğunu görünce sevindim...Her yer bembeyaz...ve her yerde kar var...

Bu kadar...Şimdilik...

11 Ocak 2012 Çarşamba

Elmakurdu için :)

Benden kar fotoğrafları istemişti Sevgili Elmakurdu...Böyle güzel bir istek yerine getirilmez mi hiç :) Dün sabah Ankara'da toz gibi yağan kar bütün gün devam edip akşama da karelere hapsedilecek onlarca güzel pozu vermek için hazır bekleyince ben de amatörce birkaç fotoğraf çektim...Onun için :)


Soğuğun ve bu güzel görüntüleri oluşturan karın sonradan yaşattığı sıkıntıları birebir yaşayıp görünce "ah biran evvel yaz gelse de rahatlasak..." diye söylenip dursak da  kış, kışlığına yakışır bir şekilde davranmalı değil mi?












Bence kar en çok yeşile yakışıyor...Özellikle de çam ağaçlarına...Akşam eve dönüş yolunda apartman bahçelerinden ancak bu kareleri yakalayabildim...Demek ki ormanlık bir alanda olsam deli olurmuşum her bir ağacı fotoğraflamaktan :)

Akşam arabaların tamamen karla kaplı olduğunu görünce "tamam" dedim, "sabah sporu olarak yapılacak hareketler belli oldu..." :)





Büyüklerimizin söylediği herşey ne kadar doğru...ve herzaman ne kadar yerinde: "Yazımızı yaz, kışımızı kış gibi yaşamayı nasip etsin Yaradan..."

(Bugün mü? Eser yok bu görüntülerden...Sanki hiç yağmamış gibi...)

9 Ocak 2012 Pazartesi

ÖZden CAN Cümleler...

Direnmeyin bana
Ey uluorta karşıma çıkan korkular !
Yüreğime sevgi mabetleri inşa ediyorum,
Hiçbirinin temelinin taşına dahi dokunamazsınız...


Levent ÖZCAN (burada)

5 Ocak 2012 Perşembe

Kısa...Ama Çok Uzun...KO(r)KU...KO(m)ŞU...

45-46 yaşlarında esmer, uzun boylu, yüzü gölgeli, bakışları ifadesiz bir adamdı...Apartman kapısını açıp girdiğimde arkamdan o da gelmişti...Daha önce görmemiştim, yabancıydı...Gerçi artık kim kimi tanıyordu ki! Herkes birbirine yabancıydı...

Hemen iki adım arkamdaydı ilk basamağa adımımı attığımda...Ben ikinci basamağa geçtim, o da ilk...Sessiz sessiz, arka arkaya çıkmaya başladık merdivenleri...Aklıma korku/gerilim filmlerindeki takip/saldırı sahneleri geldi hemen...Tedirgin olmuş, kafamı çevirerek bir iki defa hafiften bakmıştım...İlk katı çıkıp ikinci kat için döndüğümde adamın 6 numaralı dairenin kapısını açıp içeri girdiğini gördüm ve rahatladım...Demek yeni taşınan sakin oydu...

Eve gelince anneme aynen böyle anlatmış, "iyi ki otomatlar sensörlü, ya ışıklar sönseydi korkudan yığılıp kalırdım herhalde" demiştim...

İkinci karşılaşmamızda da sahne aynıydı...Ama bu kez adam önde, ben onun birkaç basamak arkasındaydım...ve daha güvende...Merdiveni tam ortalamış halde o kadar yavaş çıkıyordu ki ben de hızımı onun adımlarına uydurmuştum...İlk karşılaşmamızdaki tedirginliğim aklıma geldiğinden yol verse bile onu geçmeyecektim...

Annem iki aydır Eskişehir'de oturan ablamın yanında olduğundan ben de evde yalnız kalıyorum şu ara...Haftaiçi gündüz işte, akşamları evime gelip üzerimi değiştirdikten sonra bazen Kartallarla, bazen abimlerle ya da diğer yeğenlerle vakit geçirdikten sonra yatmak için mutlaka evime geliyorum...Zaten hepimiz aynı semtteyiz ve yakın oturuyoruz birbirimize...

Geçen hafta 5 gün izin alıp, yeni yılı birlikte karşılayalım diyen arkadaşlarımın davetiyle kalkıp İzmir'e gittim...Güzel geçen bu izin günlerini hızla tüketip, yeni yılı da keyifle karşıladıktan sonra hemen ertesi gün sabah otobüsüyle Ankara'ya dönmek üzere hareket ettim...Akşama varacak, Pazartesi günü de işe başlayacaktım...

Minik valizimle apartmana girdim ve merdivenleri çıkmaya başladım...Tam 6 numaralı dairenin önünden geçerken bir koku hissettim...Burnum çok hassastır benim...Zaman zaman değişik kokular olur ya hani apartmanlarda, önemsemedim doğal olarak...

Sabah işe gelmek üzere merdivenlerden indiğimde aynı koku yine vardı, yine geçtim gittim...ve akşam tekrar...Salı günü biraz daha yoğunlaşan kokuyu hissederek sabah apartmandan çıktım...Akşam iş çıkışı yine evime gittim...Koku biraz daha artmıştı...ve ben "apartman görevlisi gelince söyleyim de bir baksın, birşey mi var, birinin çöpü mü kokuyor, nedir" diye beklerken, o ara yemek, bulaşık derken unuttum söylemeyi...

Çarşamba günü...Yani dün sabah çıktım koku daha da bir fazlalaşmış ve giriş kata doğru da yayılmış...Bu akşam unutmayayım da görevliye söyliyeyim bir baksın, ya da deterjanla apartmanı yıkasın diye düşünerek ve burnumu tutarak hızlıca indim...

Akşam apartmana girdiğim anda suratıma tokat gibi çarpan kokunun etkisiyle midem o kadar bulandı ki fena bir halde öğüre öğüre hızla merdivenleri çıkmaya başladım...6 numaralı dairenin önü ve sonrasında bizim 2.kata doğru beni takip eden o tarifi imkansız kokuyu istemesem de soluyarak eve girdim...O kadar çok midem bulandı ki artık çıkardığım sesleri duyan ve o anda kapısının önünde galiba birilerini bekleyen üst kat komşumuz hanım indi ve "kokudan mı böyle oldun, ne kadar ağır bir koku değil mi?" dedi konuşacak hali kalmamış bana...

Sonra evhanımı olan bu komşu kadın "ya Aynur kızım, bu 6 numaradan geliyor galiba, ne yapsak, ne etsek acaba?" deyince ziline basalım dedik...O esnada birkaç komşu daha çıkmıştı...Ben halâ kötü olduğumdan onlar indi ve ısrarla bastılar zile...Ama ne ses var, ne de soluk...

Tekrar bana geldiler ve yok kapı açılmıyor, kesin birşey olmalı deyince ben de polisi arayalım dedim ve ilk önce polis olan yeğenim (abimin oğlu) Yusuf'u aradım...Arayayım mı 155'i, gelirler mi diye sordum...Hemen arayın deyince diğer telefondan numarayı çevirmiştim bile...

Karşıma çıkan polis memuruna durumu anlattım...Hissedilen o çok ağır koku nedeniyle kötü birşey olmuş olabileceğinden şüphelendiğimizi söyledim...Sorduğu sorulara cevap vererek, adres bilgilerini de ekleyerek kapattım...

10 dakika geçmeden iki polis memuru geldi...Ben de pencereden geldiklerini görünce elime aldığım peçeteyi burnuma tutarak indim...Semt karakolundan ihbar üzerine geldiklerini söyleyince, "ben aradım" dedim...Hiçbirimizin tanımadığı bu adam hakkında yanıtsız kalan birçok sorudan sonra ben "bir çilingir çağırsam ve sizin de refakatinizle kapıyı açtırsam hemen" dedim ama öğrendik ki böyle birşey sadece Savcının vereceği kararla olabilirmiş...

Polisler "biz durumu Savcılığa bildirelim, karar da çıkarsa çilingirle birlikte gelir kapıyı açarız" dediler ve gittiler...Evlerimize girdik ve beklemeye başladık...Çok değil yarım saat kadar sonra açılmaya çalışılan kapının gürültüsüne anladık ki geldiler...Kapı açıldı...

Ben hemen inmedim ama merakımı da yenemedim...Birkaç dakika sonra aslında hepimizin tahmin ettiği, ama yanılmayı umduğumuz konu için aşağıya doğru indiğimde tüm apartman sakinlerinin merdivenlere dizilmiş olduğunu gördüm...Benim gibi herkes merak içindeydi doğal olarak...

Polis memuruna soran gözlerle baktım sadece...Verdiği cevap beni yerle bir etti: "kendini asmış"...Aman Allahım kimbilir kaç gün oldu...Her yerde o koku, üstelik her yeri saracak kadar, daha da fazla...Yaşamına son veren, soluğunu ensemde hissettiğim o adamın cesedinin kokusu...ve ben 4 gündür bunu ciğerlerime çekiyorum...Aman Allahım diyerek ve ağlayarak yukarı kaçtım, evime...Ama evimde de aynı koku...Bütün pencereleri ve balkon kapılarını açtım...Buz gibi oldu(m)...Evi havalandırdım, spreyler sıktım...

Abimler, yeğenlerim sürekli arıyorlar...Sarsılarak ağlıyorum, mide bulantıma engel olamıyorum...Durma orda, hemen çık, atla taksiye bize gel diyor abim...Montumu ve çantamı kaptığım gibi kapıyı çarpıp hızla çıktım evden...Aman Yarabbi nasıl birşey bu...Her yer kokuyor, hem de öyle böyle değil...Nefesimi tutarak açık duran 6 numaralı dairenin önünden hızla merdivenlere doğru koştum...Midem öyle fena bulanıyor ki gözlerim kararıyor sendeleyip düştüm o ara...Polis memuru "iyi misiniz, sakin olun" diyerek kaldırdı beni ama ben öğürtüden ona cevap bile veremeden telsiz, anons sesleri arasında kapıda duran taksiye binerek hızla uzaklaştım ordan...
--------------------
Dün gece hiç uyumadım...Gözümü her kapattığımda önce adamın arkamdan gelişini görüyorum...Sonra ben adamın arkasından gidiyorum...Tıpkı ilk iki karşılaşmamız gibi...ve o korktuğumuzu başımıza getiren koku...Sanki halâ burnumda, genzimde...Ne yaptıysam gitmiyor bir türlü...

Aslında konuyu komşuluk ilişkilerine bağlayarak bitirecektim...Ama kafam o kadar karışık ve dağınık ki şimdiki zamana bakıp eski zamanlardaki insan/komşuluk ilişkilerini düşünüp sadece bazı şeyleri sorguluyorum şu an...Biz nasıl insanlar olduk da bu hale geldik...Kimsenin kimseden haberi yok...Aynı çatı altında yaşadığımız halde hem de...Nasıl koptu ilişkiler böyle...Nasıl koparttık...Kendi kendimizi dört duvar arasına nasıl da mahkum ettik...Nasıl sessiz, nefessiz, kimsesiz bıraktık kendimizi...

Sen kimseyi acze düşürme Yarabbi...Hiçbir kimseyi kimsesiz, hiçbir kimseyi çaresiz bırakma Yarabbi...

Birgün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Rabbine dönüp "benim büyük bir derdim var" deme...Derdine dönüp "benim büyük bir Rabbim var" de...
Hz.MEVLANA

2 Ocak 2012 Pazartesi

Sevgiyi Bilenler...

Şehirler Arası Aşk bloğunun sahibi arkadaşım herkesin fazlasıyla hakettiği güzel bir konuyla ilgili olarak mimlemiş beni...Mutluluk...ve sevdiklerinizi mutlu etmek için yaptıklarınız/yapabilecekleriniz...
10 madde halinde yazılması istenmiş ama ben öyle yapmayıp güzel ve çok anlamlı minik bir hikayeyle cevap vereceğim :)


Birgün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" diye..."Bakın göstereyim" demiş ermiş...

Sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak önce onlara bir sofra hazırlamış...Hepsi oturmuşlar yerlerine...Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da "derviş kaşıkları" denilen bir metre boyunda kaşıklar...

Ermiş sofrada oturanlara "bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş..."Peki" demişler ve çorbayı içmek için kaşıklarını ellerine almışlar...Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına...En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan...

Bunun üzerine ermiş "şimdi sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe" demiş...Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa..."Buyurun" deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını ve böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan...

"İşte" demiş ermiş..."Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalır...ve kim karşısındakini düşünür de doyurursa o da karşısındaki kişi tarafından doyurulur şüphesiz..."

Yani demem o ki: "Sevgiyle yapılan herşey insanın hem kendisini, hem de karşısındakini mutlu eder..."

ve unutmayalım ki "Hayat pazarında alan değil, veren kazançlıdır herzaman..."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...