23 Haziran 2011 Perşembe

Küçük Adam(ım)...


Her halini, her hareketini fotoğraflamak en büyük zevkim ve keyfim...Birlikte olduğumuz zamanlarda hiçbir detayı atlamak istemediğimden fotoğraf makinam elimden hiç düşmüyor.
Nereye gidersek gidelim o kendince herşeyle ilgilenirken, benim tek ilgi alanım Küçük Adamım...

20 Haziran 2011 Pazartesi

...3 Nasihat...


Yıllar önce çalışmak amacıyla çok uzaklara gitmiş ve yıllarını çalışarak geçirmiş olan adam sonunda memleketine dönmeye karar vermiş. Bu çalışma sürecinde toplam 3000 akçe biriktirmiş ve evinin yolunu tutmuş.

Evine doğru giderken yolu büyük bir şehirden geçmiş.Yolda yürürken köşe başında birisi "bir nasihat bin akçe, bir nasihat bin akçe" diye bağırıyormuş. Adam düşünmüş: “Nasıl olur da bir nasihati bin akçeye satarlar, ben yıllarca çalıştım ve sadece 3000 akçe biriktirdim”. Bu işe pek aklı ermemiş ama merak işte...Duramamış ve adama bin akçe vererek o nasihati satın almış.

Nasihat şöyleymiş: "KADERDE NE VARSA O ÇIKAR”...ve yoluna devam etmiş.

İlerde yine köşe başında başka bir adam bağırıyormuş "bir nasihat bin akçe" diye. Adam yine dayanamamış bin akçe de o adama vermiş ve ikinci nasihatı da satın almış.

İkinci nasihat da şöyleymiş: “GÖNÜL KİMİ SEVERSE GÜZEL ODUR"...

Son kalan bin akçesi ile yoluna devam etmiş. Tam şehrin çıkışında yine köşe başında bir adam bir nasihati bin akçeye satıyormuş. Adam bir parasına bakmış, bir de nasihatı satan şahsa, dayanamamış ve kalan son akçesiyle de o nasihatı satın almış.

Son nasihat ise şöyleymiş: "HİÇ BİR İŞ ACELEYE GELMEZ"...

Parasız yoluna devam etmiş. Şehrin çıkışında büyük bir topluluk ile karşılaşmış. Topluluk telaş içindeymiş. Yaklaşmış ve oradakilerden birine neler olduğunu sormuş. Oradan birisi açıklamış, demiş ki: "Burada şehrin tüm su ihtiyacını karşılayan bir kuyu var, ama kuyunun içinde de canavar var. Canavar suyu tutmuş, göndermiyor. Aşağıya kim indiyse bir türlü çıkamadı. Şimdi herkes korkuyor aşağı inmeye."
Adam düşünmüş ve ilk satın aldığı nasihat aklına gelmiş. "Kaderde ne varsa o çıkar". Aşağı inmeye karar vermiş.

İnince canavar hemen yakalamış ve yerine götürmüş. Demiş ki: "Buraya gelenlerin hepsine bir soru sordum ve bilemediler. Eğer sen bilirsen seni serbest bırakırım. "Bir dizine sarışın ve dünya güzeli bir kadın, diğer dizine de kurbağa koymuş ve "söyle bakalım hangisi güzel?" demiş.

Adam düşünürken aklına ikinci aldığı nasihat gelmiş ve "gönül kimi severse güzel odur" demiş.

Bu cevap canavarın çok hoşuna gitmiş. Zira canavar, kurbağanın gözlerine aşıkmış. Adamı salmış ve suyu bırakmış. Topluluk durumdan memnun, istediklerini elde etmiş olmanın memnuniyetiyle almışlar adamı krala götürmüşler ve ağırlığınca altın vermişler.

Adam yoluna devam etmiş ve nihayet evine varmış. Evinin camından içeri bakmış. Bir de ne görsün...Karısı genç biri ile diz dize oturuyor. Hemen kılıcını çekmiş ve tam içeri girerken üçüncü nasihat aklına gelmiş: "Hiç bir iş aceleye gelmez."

Kılıcını kınına koymuş ve içeri girmiş. Hoş beşten sonra karısına o genci sormuş. Kadın da "sen gittiğinde ben hamileydim ve bir oğlumuz oldu. Bu genç senin oğlun" demiş.

....................

Kıssadan Hisse: "Yerinde ve doğru nasihat eden insanların sözlerine kulak verin...Zira her nasihat tecrübeyle sabittir ve küpe niyetine takılacak kadar iyi mesajlar içerir...Hayat ile ilgili hiçbir iş ve karar aceleye gelmez…Hele başka hayatlar üzerinde alınması gereken kararlar hiç aceleye gelmez..."

14 Haziran 2011 Salı

Davetsiz Misafir...


Nasıl olsa hatırlamayacaksın yemeğime ortak olduğunu...
Hem de teklifsiz...
Bir dahaki gelişimde acaba hatırlayacak mısın bana ait olan o kocaman ekmek dilimini aldığını...Hatta kendini bırakıp seni doyuran beni...
Yok...Hayır...Hatırlamayacaksın...Ama inan farketmez.
Ben de seni hatırlamayacağım zaten.
Kendi keyfi istediği için, gününü şenlendirip anını hoşlaştırdığın için sana bir parça ekmek kırıntısı veren bu eli sen alışkın olduğun diğer ellerle karıştıracaksın...Ben de seni, tıpkı sana benzeyen diğer arkadaşlarınla karıştıracağım...Bu kesin...
İkimiz de birbirimizin hayatında sadece o anlık varız zaten.
Üstelik misafir olarak...hatta ve hatta davetsiz misafir olarak...

12 Haziran 2011 Pazar

Oldu da Bitti...


Haftalardır seçimdi, propagandaydı, mitinglerdi, vaadlerdi, bağırışlar, çağırışlar, müzikli-çalgılı, sözlü reklamlar derken nihayet bir seçim daha yaptık.

Sadece seçim zamanları vatandaş olduğumuz hatırlandığı ve hatırlatıldığı üzere biz de gidip bu görevimizi ifa ettik...Biz görevimizi ifa ettik de bakalım görev için başımıza getirdiklerimiz bundan sonra bize ne edecek?


Her yere olduğu gibi oy kullanmaya giderken de götürdüm, suratından anlaşıldığı üzere hiç memnun olmayan küçük adamımı...Muhtemelen Yiğit Kartal seçme yaşına geldiğinde oy kullanma işleminde bir arpa boyu yol alamayacağımızdan ve aynı şekilde devam edeceğinden aşinalık olsun diye :)
Gerçi şeffaf sandıklar gelmiş, siyah tırnak boyaları gitmiş, farketmedik değil...


Oy kullanma işleminden sonra gittiğimiz Dikmen Vadisi'nde yanına gelen bu iki fıstık sayesinde küçük beyin keyfi az biraz yerine geldi...gelmesine de bir ara onlar dondurmalarını yerken bizim oğlanın öyle bir bakışı vardı ki "kedi-ciğer" ikilisi gibi :)

"Peki ona da aldın mı?" diye sorarsanız, "hayır, almadım"...Zaten yemesini de bilmiyor. Soğuk olduğundan dilini değdiremiyor :)


Evet...Millet iradesini gösterdi...Bakalım millete ne gösterecekler?
Seçimi bitirdik, geçime devam...Bundan gayrı denilecek birşey yok sanırım...
Ne diyelim...Ülkem için, milletim için herşeyin en iyisi olur inşaAllah...

9 Haziran 2011 Perşembe

Annemin Güzellikleri...

Her ikisi de aynı yaşta...1990 doğumlu iki genç kız onlar :)
Annemin özenle baktığı, daha doğrusu gözü gibi baktığı, suyunu, duşunu eksik etmediği evimizin iki güzel ve renkli parçası...
İlk geldiklerinde iki dal bir yaprak olan bu genç hanımlar, annemin ihtimamlı bakımı ve çokça sevgisi sonucu bu hale geldiler. Genç olmalarından kaynaklı olsa gerek çok da kuduruklar :)
Aslında ben pek sevmem evde öyle çiçek falan. Yani her yerde bir şeylerin olması, saksılar, biblolar, ne bileyim işte bu tür objeler kalabalık görüntü oluşturduğundan ve kafamı, beynimi, gözlerimi yorduğundan pek hoşlanmam. Sadelik severim ben. Zaten evimiz de ziyadesiyle sadedir.
Ama bunlar farklı...Salon penceresinin sağlı sollu iki sahibi onlar. Benim için önemliler. Çünkü ben onlardan bir tanesini getirdiğimde tam da şu anda onların olduğu yaştaydım. Diğerini ise şimdi Eskişehir'de, ama o yıllarda Mersin'de oturan Öznur Ablam getirmişti.
Vay vay vay...21 yaş ve üzerinden geçen bir 21 yıl daha.
İşte bu çiçeklerin gündemime oturmasının asıl sebebi bu...
Böyle geçmişi ve geçmişte kalanları düşününce çoğu zaman kendimi kötü/tuhaf hissediyorum...Şimdi olduğu gibi...Neden ve nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım dedirtti bana ve ince bir sızı hissettim sanki yüreğimde :(
Sanırım az biraz gözyaşı gerek bu sızının ardından...ki kendime geleyim...

7 Haziran 2011 Salı

Sonuç...ve Sonuç


Şu aralar hep kendimle meşgulüm...Hem de hiç olmadığım kadar...Aslında hiç de alışkın değilim buna...Her zaman sevdikleri için koşturan, kopturan ben şimdilerde "önce can" lafını doğrulatırcasına kendime dönük bir hal aldım.

Sonuç...Ağrılar çoğunlukla gitti ama izi kaldı. Külçe gibi nereye atılsam orada kalmak istiyorum mesela...Sonra algılarda bir zayıflık, konuşmada bir güçlük, hareketlerde bir yavaşlık...Koala gibiyim aynen :))
Doktor civanım şiddetli ağrının etkisinden olduğunu söylüyor...ki yıllardır ağrı ile yaşamayı öğrenmiş ve buna çok alışkın biri olarak biliyorum zaten ben bunu :(

ve Sonuç...Migren atağım ve sonucunda oluşan inatçı ağrım beni perişan etse de yapılan tetkikler sonucunda korktuğumuza uğramadık bin şükür...Kanımdaki bazı değerlerin aşırı düşük olması ağrı eşiğimi de epey aşağılara düşürüyormuş meğer. Bu da ağrının şiddetini olabildiğince fazla hissetmeme neden oluyormuş. Kullanılacak bir iki ilaç ve iğne ile ve tabi ki doğal başka maddelerle de takviye yapıp halletcez bakalım bunu.

Migrenin tedavisinin olmadığını biliyoruz zaten de amaç bu denli ağır geçirilen bir atağın etkilerini hafiletmek ve hiç olmazsa yaşam kalitesini az biraz yükseltmek...Umarım...

4 Haziran 2011 Cumartesi

Günümün Güzellikleri...

"Hasta olan insanın gözü kapıda, kulağı da telefonda olur..." derdi rahmetli babam...Kim aradı, kim aramadı, kim geldi, kim gelmedi... Duygusallıktan mı, hassaslıktan mı, yoksa ilgilenilmesi hoşa gittiğinden midir bilemiycem ama insanın sevdiklerinin olması keyif veriyor her durumda...


Kaç gündür evimde dünyadan ilişiğini kesmiş bir vaziyette kendi kendimle ve halâ geçmeyen ağrılarımla başbaşa kalıp, kendimi dinleme ve dinlendirme modundayken sürekli arayan arkadaşlarım, dostlarım ve tabi ki aile fertlerim sağolsunlar, eksik olmasınlar yalnız bırakmıyorlar beni :)


ve ve ve elbette siz blog dostlarım...Gerçekten çok çok çok iyi geldiniz bana...İlginizden dolayı her birinize ayrı ayrı teşekkür ederim.


Bugün o güzel insanlardan biri arayıp "iyice hasta oldun haa, bu kadar kapalı kaldığın yeter, hava da süper, haydi bakalım gezmeye gidiyoruz" deyince iyi geleceğini düşünerek attım kendimi dışarılara...Gerçi güneşin o parıl parıl parlayan hali beni bir hayli rahatsız etse de hava, ortam ve görüntülerdeki güzelliklerin çok iyi geldiğini itiraf etmeliyim...İnce düşüncesinden ve bu düşüncesini hayata geçirip biraz nefes almamı sağlamasından dolayı o güzel insana da ayrıca teşekkür ediyorum...Sağolsun, varolsun :)


Günümü güzelleştiren bu güzelliklerin her bir karesi,
hatta daha fazlası tarafımdan çekilmiştir :)
Tarih : 04 Haziran 2011 Cumartesi
Yer   : Gölbaşı / ANKARA

Hayatımın güzellikleri...Her durumda, her ortamdan keyif almasını bilmek lazım değil mi? Ben de öyle yaptım :)

1 Haziran 2011 Çarşamba

Orantısız Güç...


Kafam bedenime ağır tam 5 gündür. İçi ise sanki eriyik vaziyette...Ne tarafa doğru eğilsem, nereye koysam oraya doğru akıyor.

Oturtmuyor, yatırmıyor, uyutmuyor ama uyanık da tutmuyor. Gözlerimin üzerine çöreklenen ağrı ve ağırlık kilolarca...ama ensemdeki ağrı ve ağırlık tonlarca. O zonklamaların nedeni tepemde tepişen fillerin ayaklarıyla beni ezim ezim ezmesinden mi, yoksa deve kervanlarının kafamın değişik yerlerinde gezinip durmasından mı olduğunu bilemedim.

Rutin ziyaretlerinden biridir diye düşündüğüm bu ayki ziyaretçi migren atağım döşeği kalınlaştırdı farkındayım. Gitmesi için yaptığım her türlü karşı atağı da başarıyla geri püskürttü zaten...Işıksız karanlık odalara mı kapatmadım kendimi yarasalar misali...Kimyasallara mı başvurmadım, işe yaramayınca bildiğim bütün doğal yöntemleri mi denemedim. Neler neler yaptım...Ama yok yok yok :( Tüm bedenime ve dahi ruhuma karşı öyle bir orantısız güç kullanıyor ki hiçbir tarife sığdıramıyorum.

Anlaşıldı ki gücü orantılamak lazım artık dedim ve dışardan destek almak için soluğu hastanede aldım yani hastanelik oldum resmen. Kuvvetli ağrı kesicilerle dolu bir ünite serumu yedikten 1 saat kadar sonra gözüm yavaş yavaş açıldı, başım beynim halâ fırıl fırıl dönerken, ben de hiç olmazsa normal bir insana dönmeye başladım :)

Tahlil için kan verdikten ve yarın akşam geç saatlerde çekilecek tomografiden sonra sonuçlar toplanıp pazartesi günü doktorumun huzuruna tekrar çıkacağım. Bu arada işyerimde verimli olamayacağımı düşünerek verilen 3 günlük istirahat raporum da 23 yıllık çalışma hayatımın ilklerinden biri olarak tarihteki yerini aldı :)

Şimdi hafiflemiş gibi olsa da halâ devam etmekte olan ağrılarımla beraber sonuç gününü bekleme zamanı...
İnsan böyle zamanlarda bazı şeyleri çok daha iyi anlıyor anlamasına da yine de sağlığımızı kaçıncı sıralara atıyoruz değil mi?

********************

Tam da "Muhteşem Yüzyıl" dizisini seyrederken Kanuni Sultan Süleyman'ın vakti zamanında söylediği şu güzel söz aklıma geldi ve konuyla alâkalı olması açısından ne kadar da yerine oturdu:

"Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi
 Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi..."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...