30 Ekim 2010 Cumartesi

Çifte Bayram / Kutlu Olsun...Mutlu Olsun...


Tarih  :  30 Ekim 1990
Saat   :  04:00

Eğer 4 saat kadar önce doğsaydı, doğum günü tarih olarak da ayrı bir anlam kazanacaktı, onun hayatımızdaki yerini alışındaki apayrı anlam ve önemden başka.
Bir gün önce kutlanan Cumhuriyet Bayramı coşkusu, ertesi gün küçük beyin gelişiyle evimizde yaşanan sevinçle birleşti...

4,5 kg.lık ağırlığı ve 62 cm.lik boyuyla dünyaya gelirken içerde annesini, dışarda da mutlu haberi almak için bekleyen babasını ve beni epey zorladı o zamanların apalak bebeği, şimdilerin yakışıklı delikanlısı.
Kömür gibi siyah gözleri, her dudak hareketinde iki yanağında oluşan harika gamzeleriyle kucağımızı ve dünyamızı dolduruvermişti kuzumuz ALPERimiz...

Hiç kendini üzmeyen, o kadar uslu, bir o kadar da ağırkanlı bir bebekti ki, bu yapısıyla annesini de hiç üzmedi doğrusu.
Ama abisi Yusuf'la arasında 3,5 yaş olunca ve her ikisi de aynı anda büyümeye başlayınca evde iki canavarla başbaşa kalan Yengem tehdit unsuru olarak beni kullanırdı her daim. "Uslu durun, yoksa Aynur Halanızı ararım, akıllı oturun yoksa Aynur Halanıza söylerim..." :)



Neden beni kullanarak tehdit ederdi çocuklarını?
Çünkü yeğenlerime olan düşkünlüğüm ve onların üzerinde olan etkim o kadar büyüktü ki yavrucaklar bana olan sevgileri neticesinde oluşan saygı+korku karışımından ismimi duyar duymaz çivi gibi çakılırlardı oldukları yere...
Korkuyu aradan çıkardıktan sonra hala da bana olan sevgilerinin ve saygılarının artarak devam ettiğini bilirim bu iki dünya yakışıklısının.


Yemek yemeyi seveceği doğduğunda her halinden belliydi de büyüdükçe Yusuf Abisine tam tezat bir şekilde bu kadar seçici olacağını hiç düşünemezdik.
Gerçi daha minicikken paketleri açıp çerez gibi çıtır çıtır yediği makarnayı geri çevirdiğini şimdiye kadar hiç görmedik bu cici boğaz beyimizin...

8 saat bizi hastane kapısında merakla beklettiği ve doğduğu günü dün gibi hatırladığım yeğenim/oğlum büyümüş de ismiyle müsemma mesleğini seçmiş (bknz.) ve ekmeğini kazanır olmuş.
Yıllar nasıl da su misali akıp gidiyor önüne bizleri de katarak.


Güzel huyuyla, sağlam karakteriyle her zaman ailesine yakışır hareketlerde bulunarak hiç yanıltmadı bizi, hiç hayal kırıklığına uğratmadı.



Ömrün uzun olsun oğlum
Sevdiklerinle ve sevenlerinle beraber sağlıkla, mutlulukla, huzurla geçireceğin nice senelerin olsun..

26 Ekim 2010 Salı

Değişik(likten) Anlayış...

* Düşünsene Aynur Abla, 2 senedir hayatında ne kadar çok değişiklik olmuştur.

- !!!!!

- Hımm mesela ?

* Mesela, iki sene önce kardeşin Uğur Abi evlendi. (bknz.)

- Evet

* Sonra, geçen sene yeğenin Yiğit Kartal dünyaya geldi. (bknz.)

- Evet

* Sonra, iki sene önce yeğenin Yusuf nişanlandı. (bknz.)

- Evet

* Sonra, Yusuf bu yaz evlendi. (bknz.)

- Evet

* Sonra, Yiğit Karta'ın bir kardeşi olacağını öğrendin. (bknz.)

- Evet

* Sonra, iki sene önce Yusuf'un kardeşi, senin öbür yeğenin Alper askeriyeye girdi ve bu sene mezun oldu. (bknz.)

- Evet

- Sonra, iki sene önce Yusuf ve Alper'in babası, Yiğit Kartal'ın bir tanecik amcası, Osman Abin emekli oldu ve başka bir şehre yerleşti. (bknz.)

- Evet

* Evet işte Ablacım, daha ne olsun? Son iki senedir hayatındaki değişiklikleri bir düşünsene...

- !!!!!

- :)) İyi de güzelim, bunlar benim hayatımdaki değişiklikler değil ki :))
Bunlar onların hayatındaki değişiklikler...

25 Ekim 2010 Pazartesi

Ödül...Güzel Birşey :))


Bütün tariflerini keyifle takip ettiğim Yeşil Mutfaktan Tarifler bloğunun sahibi Sevgili Özlem bloğumu One Lovely Blog Award ödülü ile ödüllendirmiş.
Mutlu oldum :)
Kendisine çok teşekkür ediyorum.
Kurallara genel olarak bağlı olan ben, One Lovely Blog Award blog ödülünün yerine getirilmesi gereken kurallarını da hemen hatırlatıyorum:

Kural 1- Ödülü kabul etmek ve ödülü veren kişiyle bloğunuzda bağlantı kurmak.
Kural 2- Ödülü 15 blogcu arkadaş ile paylaşmak, genele bırakmamak.
Kural 3- Seçilen 15 blogcu arkadaş ile iletişim kurmak ve seçilmiş olduklarını bildirmek.

Ben de paylaşımlarını severek ve ilgiyle takip ettiğim 15 blogcu arkadaşıma göndermek istiyorum bu ödülü.
Kabul buyurursanız çok sevinirim...

21 Ekim 2010 Perşembe

Sınav Manyağı Olduk Vesselam...

Hani şu sınava hazırlananlar var. Etrafımızda, yakın çevremizde.
Hah işte onlardan bir tanesi de benim yanımda. Yardımcım Sevgili Yasemin... (bknz.)
Yavrum kafasını bile kaldırmadan ders çalışıyor. Annemin deyimiyle sanki Mısır'a katip olacak :))
Kitaplara gömülmüş, harıl harıl çalışıyor. KPSS'ye girecek. Hani şaibeler nedeniyle Kasım ayına mı ne ertelendi. İşte ona...
Neyse...Çalışacak tabi. Ne yapsın çalışmayıp da? Her yer, herşey sınavla.
..........
Şimdi bu memure aday adayı yardımcım Sevgili Yasemin durup durup ben böyle komşu blog gezmelerimi yaparken kafasına takılan soruları soruyor bana.
Türkçe, Tarih, Coğrafya, Genel Kültür falan. Okulu bitireli neredeyse Yasemin'in yaşı kadar olmuş ama hani fena da sayılmam bu dersler ve soruları hakkında. Tamam.
Fakat bazen matematik soruları soruyor ki akıllara zarar, hiiiç ilgi alanıma girmez doğrusunu söylemek gerekirse.

Soru neymiş neymiş? Sizce?
Biliyorum aklınıza geleni. Hah işte o sorular, kesinlikle doğru tahmin ettiniz :)

Hani iki musluğun sürekli olarak biri bozuk az, diğeri ona inat çok akıp da yıllardır bir türlü dolduramadığı şu havuz.

Diğer soruyu da hatırladığınızdan eminim.
Yıllardır A kentinden B kentine gitmeye çalışan iki araba var hani. Hah işte o soru.

veeee üçüncü ve sonuncusu...Bir karınca var hani düz duvara tırmanan. 5 metre çıkar 3 metre düşer.
..........
Ben kafamı çevirdim ona doğru, soruyu okumaya başlayınca. O da okuyor büyük bir ciddiyetle. Kızcağız benden açıklayıcı bir iki formül beklerken "banane" dedim ya "ba na ne"...
O havuzun bozuk musluğu niye tamir ettirilmiyor da ikisi şarıl şarıl akıp niye doldurmuyor havuzu. Madem hiç dolmayacaksa niye açılıyor musluklar.
Amaç ne? Amaç ne?

Sonra o araçlar niye mukayese ediliyor. Markası modeli belli mi? Belki biri Hacı Murat, diğeri BMW'dir. Hız sınırını aşmadıktan, trafik canavarına dönüşmedikten sonra gitsinler istedikleri şehre.
"banane" dedim ya "ba na ne"...
Amaç ne? Amaç ne?

Gelelim karıncaya...Yahu bırak, o yolunu bulur, varacağı yere illa varır, her yerden çıkar (bknz.). Zaten yorulmak bilmezler, 5 çıksın 3 insin.
"banane" dedim ya "ba na ne"...
Amaç ne? Amaç ne?
..........
Devletimin memuru olmaya aday olanlara sorsanıza:
-İletişim nasıl olur
-Nasıl konuşulur
-Gelen nasıl karşılanır
-Giden nasıl uğurlanır
-Vatandaşa nasıl yardımcı olunur ...

İletişim yoksunu, konuşmayı bilmeyen, ikili insan ilişkilerini bile halledemeyen ülkemin çoğu insanının x'in y ile, y'nin de z ile olan garip ilişkisini öyle bir çırpıda çözmesi nasıl beklenir ki...
..........
Hayır o değil de bizim Küçük Bey şu an 1,5 yaşında. Onun zamanına kadar Allah vere de şu havuz dola, şu karınca duvara tırmana, şu arabalar da nereye gidecekse bir an önce oraya vara...

19 Ekim 2010 Salı

Gitmek İster İnsan...Bazen...


Yalnız başına yalnızca gitmek.
Sebepsiz...
Amaç sadece o an için, ordan gitmektir.
Bırak gitsin...dersin...Gitsin...


O an için ordan gitsin.
İstek sadece gittiği yerden tekrar gelsin.
Yeter ki gelsin...dersin...Gelsin...


Dönüp baksın. Arkasında olanları görsün ve adımlarını daha güvenli atsın...Daha emin adımlarla daha güzel yol alsın.


Desteğini asla çekmeyecek olanların yanında her zaman güvenli, her zaman mutlu ve huzurlu olsun. (bknz.)

18 Ekim 2010 Pazartesi

Mayışık Muyuşuk...Hatta Uyuşuk...


Efendim şöyle bir durum hasıl oldu son zamanlarda...Böyle bir el kol kalkmaz hali, hiçbir şeyden keyif almıyormuş gibi bir surat, üzerinde tonlarca yük taşıyormuş gibi bir omuzu düşüklük...
Haftasonundan çıkmış gelmişim değil mi ?
Dinlenip tüm vakti kendime ayırıp paso yattım neredeyse, hiç kalkmadım diyebilirim. Tamamen PTT durumu. Ama sanki bu kadar dinlenen, uyuyan ben değilim de sürekli uykuya geçmeye hazır duran, böyle yarım açık bakan gözler...
Yataktan kalkmak nasıl işkence şu son günlerde bana anlatamam. Hamleyi yapıyorum işe gidecem sonuçta, hadi diyorum Aynur zıpla. Bir bakıyorum yatağım yorganım, yastığım çarşafım hooop nereye bizi bırakıp der gibi her biri çekiştirip her bir yanımdan yapıştırıyor, yok yok hatta gömüyor tekrar yatağıma. İşime de geliyor herhal :)
Sanki paşa dedemin işyeriymiş gibi mesai saatlerini tekrardan ayarladım kendime göre...Nerdeyse hergün öğle saatine yakın gelir oldum mesaime.
Valla böyle değildim ben. Hem kurallara, hem çalışma saatlerine son derece uyan, kendime göre prensipleri olan biriydim de ne olduysa oldu şu son zamanlarda.
Yaştan mı acep desem, yoksa neden desem bilemedim.
Hadi herşeyin sorumlusu kabul ettiğimiz, tüm ruh ve bedensel yapımızdaki olumsuz değişikliklerin müsebbibi olarak gördüğümüz havalara atayım suçu :)

15 Ekim 2010 Cuma

Yolcuyuz...Hepimiz...


Yaşamın anlamını kavramak için dünyayı dolaşmaya çıkan bir genç, gezdiği ülkelerden birinde ünlü bir bilgeyi ziyarete gitmişti.

Evi dikkatle gözden geçiren genç gezgin, yerde bir kilim, duvar dibinde yatak olarak kullanılan bir sedir, ortada ise bir masa ve sandalyeden başka evde hiçbir eşyanın olmadığını fakat tüm duvarların kitaplarla kaplı olduğunu gördü ve merakla sordu:
"Neden hiç eşyanız yok ?"

Bilge, bu soruya karşılık olarak bir soru sordu gezgin gence:
"Senin de yalnızca sırtında taşıdığın küçük bir çantan var yavrum. Peki senin eşyaların nerede?"

Gezgin genç, kendini savunurcasına yanıtladı bu soruyu:
"Ama görüyorsunuz...Ben yolcuyum."

Ünlü bilge hak verircesine güldü ve
"Ben de öyle yavrum" dedi. "Ben de öyle..."

13 Ekim 2010 Çarşamba

Paçavra...


Nasıl da alaşağı etti beni küçücük bir virüs.
Önce boğazıma yerleşti yaktı biraz orayı, sonra tüm vücuduma yayıldı yıktı biraz burayı.
Hani bir kum torbası misali, nereye atarsan lök diye orada kalır ya haftasonum aynen bu şekilde geçti. Hatta başlıktaki gibi beni savurdu durdu.

Sonrasında sanki bu virüsler toplanmış bir tank olmuş, üzerimden geçmiş. Kemiklerimi un ufak etmiş. Dağılmayayım diye de lime lime olmuş gibi olsa da derilerim tutmuş.
Bir balona su doldurmuşsun da bir oraya bir buraya akmaya çalışan eriyik vaziyetine bürünmüşüm.

Hayır, evde de yalnızım ki bir kap yemek koyanım yok şu sıralar. Zar zor kalkarsın, güzel bir tarhana çorbası yaparsın. İçine de bir iki diş sarmısak doğrarsın antibiyotik niyetine. Yok pekmezler, taze meyveler...Ihlamuruydu, diğer bilimum bitki çayıydı (hiç de sevmem bu arada) derken nihayet kendimi kendime getirdim. (bir dediğimi iki etmeyen anacım gel be artık...)

Üzerimdeki etkisi hala birazcık devam etse de iyileştim artık diyorum.
Ne kadar dikkat etsem de şiddetli öksürüğümün sonucu olarak etrafa yaydığım mikroplardan bilgisayarım da nasibini almış olacak ki o da hastalandı benimle beraber.

Sonrasında kendimizi formatlatıp, bütün yüklemelerimizi yeniden yaptırtıp, komple bakımdan geçtikten sonra ben masamdaki yerimi, bilgisayarım da ellerimin altındaki yerini aldı şükür.
Her ikimiz de doping yaptırıp, yok yok .....bin bakımı yaptırıp geldik :)
Hoşgeldik :))

8 Ekim 2010 Cuma

Uyusun da Büyüsün...


Uzmanlar, kanımızdaki büyüme hormonu düzeyinin uykuya dalar dalmaz ani yükseliş gösterdiğini tespit etmiş. Bu sebeple, ister gece yarısından önce, ister sonra olsun, uykunun ilk 3,5 saatinin gerçek güzellik uykusu olduğu gerçeğine ulaşılmış. Ancak, uykunun yeterli ve derin olması şartıyla...Bu, bütün uyku aşamalarından, yani uykuya dalıştan sakin uykuya, derin uykudan rüya görmeye kadar tüm safhaların gecede 4 ya da 6 kez tekrarlanması anlamına geliyor.


Gece yarısından çok sonra yatmayı alışkanlık haline getirmiş olanların (ki bu Yiğit Kartal oluyor, muhtemelen bu fotoğraflar çekildiğinde saat 03:00 falandır:)) bu alışkanlıklarını sürdürmelerinde bir sakınca olmadığı, vücuda alıştığı düzeni her zaman sağlayabilmenin önemli olduğu vurgulanıyor.


Uykunun miktarı yaşla değişkenlik gösterir. Yeni doğmuş bebekler günün 20 saatini uykuyla geçirirken, yaklaşık 2 yaşında uykuya gereksinim azalmaktadır. Buna karşın küçükler halen erişkinlerden daha çok uykuya gereksinin duyar. Ergenlikte uyku paternleri (sanırım bu kelime kalıp ya da düzen demek oluyor) değişken hale gelir. 16-17 yaşlara geldiklerinde, insanların çoğu, yaklaşık 45 yaşına kadar sürecek olan uyku paternlerini edinirler.



7 Ekim 2010 Perşembe

Yorumsuz Yorum...

Bir baba, 75 yaşında. Karşıdan karşıya geçmek isterken bir arabanın çarpması sonucu hayatını kaybediyor. Buraya kadar çok bildik bir hikaye gibi değil mi? "Ülkeme has" dedirtecek kadar bildik hem de...

Sonra polis geliyor. Cep telefonunda "oğlum" olarak kayıtlı numarayı arıyor ve diyor ki "babanız kaza geçirdi, gelmeniz lazım" ve oğulun cevabı "gelemem, işim var benim"...

"Oğlum"...Telaffuz ederken nasıl da ağzı dolduruyor. Ne var ki içi boş bu oğulun. Söylerken dolu dolu ağızdan çıkan bu kelime oğulun verdiği cevaptan sonra nasıl da cılız geliyor insana. İçi boş, koftiden...

Telefondaki polis şaşkın, haberi izleyen birçokları gibi benim de tv başında kanım donuk.
Polis ikna etmeye çalışıyor evladı. Evet evet, bu cevabı veren bir evlat sözüm ona. Evlatlık görevini yapacağı son noktada. Ama gelemez, çünkü işi var. Mazereti büyük ve önemli yani!! Bundan sonra yapacağı birşey yok zaten. Herhangi biri de halledebilir onun yapması gereken son görevi, belediye de...

Sonu da mı çok bildik ne? Bana öyle geldi. Var ya hani anasını babasını sokağa atan, bir tas çorbayı bile çok gören. Öldü mü, kaldı mı bihaber olan.

Of...Daha fazla yazamayacağım. "Benim ülkeme, insanıma has" dedirtecek kadar bildik bir konu işte...

2 Ekim 2010 Cumartesi

Sağlıkla, Mutlulukla, Huzurla...


Kardeşimizin sevgili eşi, Yiğit Kartalımızın güzel annesi;
Kutlu olsun doğum günün...Sevdiklerinle ve sevenlerinle beraber geçireceğin sağlıklı, mutlu ve huzurlu güzel bir ömrün olsun...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...